9 Ocak 2012 Pazartesi

Kılıçdaroğlu Beni De Mi Silivri'ye Götürecekler

Kılıçdaroğlu Beni De Mi Silivri'ye Götürecekler
Kılıçdaroğlu  kendisiyle ilgili soruşturma başlatıldığını öğrenince ilk tepkisi "Beni De Mi Silivriye Götürecekler" oldu.

CHP MYK toplantısı sonrası, CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Birgül Ayman Güler,  yaptığı açıklamada CHP lideri Kılıçdaroğlu'nun MYK toplantısı sırasında soruşturmayı öğrendiğini söyledi. Gazetecilerin, "Kılıçdaroğlu'nun ilk tepkisi ne oldu?" sorusuna ise şu yanıtı verdi: "Sayın genel başkanımız, önüne getirilen yazıyı okuyunca, (Beni de mi Silivri'ye götürecekler?) dedi. Sonra biz sorunca, konuya ilişkin bilgi verdi. Ardından ise toplantımıza devam ettik" dedi.

CHP'den Kemal Kılıçdaroğlu'na Soruşturmaya İlk Tepki

CHP'den Kemal Kılıçdaroğlu'na Soruşturmaya İlk Tepki

Kılıçdaroğlu'nun ilk sözleri
CHP MYK toplantısı sonrası, Kılıçdaroğlu hakkında hazırlanan soruşturmayla ilgili açıklama yaptı.

CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Birgül Ayman Güler,  yaptığı açıklamada CHP lideri Kılıçdaroğlu'nun MYK toplantısı sırasında soruşturmayı öğrendiğini söyledi.

Gazetecilerin, "Kılıçdaroğlu'nun ilk tepkisi ne oldu?" sorusuna ise şu yanıtı verdi: "Sayın genel başkanımız, önüne getirilen yazıyı okuyunca, (Beni de mi Silivri'ye götürecekler?) dedi. Sonra biz sorunca, konuya ilişkin bilgi verdi. Ardından ise toplantımıza devam ettik" dedi.

Güler soruşturmaya ilişkin, "Bu mahkemeler siyasi iradenin emrinde olan mahkemelerdir. Ayakta kalan tek muhalif kale CHP'dir." açıklamasını yaptı. 

Can Bonomo İlk Albümü Meczup



Can Bonomo İlk Albümü Meczup
Can Bonomo; iki yıllı hazırlık yaptığı “Meczup” isimli albümü 24 Ocak 2011’de Piyasaya çıktı. 

Yapımcılığını Can Saban’ın yaptığı ilk albüm “Meczup” 24 Ocak 2011'de Babylon’da düzenlenen bir geceyle dinleyicilere tanıtıldı.

Kemal Kılıçdaroğlu Hakkında Soruşturma Başlatıldı

Kemal Kılıçdaroğlu Hakkında  Soruşturma Başlatıldı
Kemal Kılıçdaroğlu hakkında açılan soruşturmanın gerekçesi basına yaptığı açıklama.

CHP lideri hakkında, adil yargılamayı etkilemeyi teşebbüs iddiasıyla soruşturma başlatıldı.

TRT haber'in verdiği habere göre Silivri Cumhuriyet Başsavcılığı, Kemal Kılıçdaroğlu'nın Silivri Cezaevinde tutuklu bulunan Mehmet Haberal ve Mustafa Balbay'ı ziyaretinden sonra yaptığı açıklamalardan dolayı;

1. Kurum halinde çalışan kamu görevlisine hakaret

2. Adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs

iddiasıyla CHP Lideri hakkında soruşturma başlattı.

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun milletvekili dokunulmazlığının kaldırılması için hazırlanan fezleke Adalet Bakanlığı'na gönderildi... Ayrıntılar için tıklayınız


Kılıçdaroğlu'na Soruşturma

Kılıçdaroğlu'na Soruşturma
CHP Genel Başkanı  Kemal Kılıçdaroğlu hakkında soruşturma Başlatıldı. Kılıçdaroğlu'na açılan soruşturmanın  gerekçesi yaptığı basın açıklamasındaki sözleri. işte Soruşturma açılmasına sebep olan o açıklama... Ayrıntılar için tıklayınız

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'na Soruşturma

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'na Soruşturma 

Silivri Cumhuriyet Başsavcılığı  CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu hakkında adil yargılamayı etkilemeyi teşebbüs iddiasıyla soruşturma başlatıldı.

TRT Haber'in haberine göre, Kılıçdaroğlu'nun dokunulmazlığının kaldırılması için hazırlanan fezleke Adalet Bakanlığı'na gönderildi.

Soruşturma Silivri Cumhuriyet Başsavcılığı'nca başlatıldı. Kılıçdaroğlu, Kasım ayında Silivri Cezaevi önünde bir açıklama yapmıştı. Silivri Cezaevi'ni toplama kampına benzeten Kılıçdaroğlu, Ergenekon davasına bakan mahkeme heyeti hakkında ''Onlara yargıç demeyi içime sindiremiyorum'' demişti. Bu açıklama üzerine Silivri Cumhuriyet Başsavcısı Ali İşgören soruşturma başlattı.

Fezleke iki madde üzerine hazırlandı: Mahkeme üyelerine hakaret ve adil yargılamayı etkilemeyi teşebbüs iddiası...

Eğer Kılıçdaroğlu'nun TBMM'de dokunulmazlığı kaldırılırsa hakkında bir iddianame hazırlanabilir ve CHP lideri yargılanabilir.

İşte Kemal Kılıçdaroğlu'nun Hakkında Soruşturma Başlatılmasına Nede Olan Açıklaması 
“Onlar hukuken tutuklu ama asıl tutuklular dışarıda. Aklın ve mantığın çalışmadığı demokrasi ve özgürlük kavramının gelişmediği ülkelerde, düşüncelerini özgürce söyleyen insanlardan kaygı duyanlar, onları toplama kamplarında toplarlar. Sayın Haberal ve Sayın Balbay’ın içeride kalması bu toplama kampını oluşturma mantığının bir sonucudur. Burada aslında bir yargılama yapılmıyor burada bir adalet dağıtımı söz konusu değil. Burada önyargılı olan yargıçların, siyasi otoritenin emrinde olan yargıçların, sadece oynadıkları bir tiyatro var. Bunun adına yargılama diyorlar. Buna demokrasi diyorlar. Bu ne demokrasidir ne de adalet dağıtmadır. Bunların kaçma ihtimalleri yok, ‘biz yargılanmayalım’ demiyorlar. Parlamentoya gelip yeminlerini içerek Anayasası’nın 90’ıncı maddesinde ve diğer maddelerinde öngörülen kurallar içerisinde görevlerini yapmak istiyorlar. Ama bu görevler maalesef bazı yargıçlar tarafından engelleniyor. Onlara yargıç demeyi içime sindiremiyorum. Çünkü yargıç, vicdanıyla hareket eden kişi demektir. Toplumun beklentilerini, duygularını bilen ve ona saygı duyan demektir. Vicdan her şeyin üstündedir. Vicdanıyla hareket etmeyen bir yargıç yargıç olabilir mi? Anayasanın 90’ıncı maddesi var, Türkiye Cumhuriyeti’nin imzaladığı uluslararası sözleşmeler var. Bunları görmemezlikten gelip ben bildiğimi okurum, benim bildiğim ve söylediklerim doğrudur mantığıyla yola çıkarsanız adalet dağıtamazsınız. 21’inci yüzyılın Türkiye’sinde bir toplama kampının bahçesindeyiz. Bu toplama kampında birden fazla üniversite kuracak, ders verecek kapasitede insanlar var. Burada gazeteciler, bilim insanları, araştırmacılar, yazarlar var. Bunların tek bir ortak paydası var. İktidara muhalif olmak. İktidara muhalif olmanın bedeli 21’inci Yüzyılın Türkiye’sinde Silivri’de toplama kampında olmaktır. Bu bir demokrasi ayıbıdır. Bu demokrasi ayıbını ortadan kaldırmamız lazım. Türkiye’ye yakışmıyor.”

Kemal Kılıçdaroğlu'na Soruşturma

Kemal Kılıçdaroğlu'na Soruşturma
Kılıçdaroğlu'na soruşturma
Hakkında adil yargılamayı etkilemeyi teşebbüs iddiasıyla soruşturma başlatıldı.

reklam CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu hakkında adil yargılamayı etkilemeyi teşebbüs iddiasıyla soruşturma başlatıldı.

TRT Haber'in haberine göre, Kılıçdaroğlu'nun dokunulmazlığının kaldırılması için hazırlanan fezleke Adalet Bakanlığı'na gönderildi.

Soruşturma Silivri Cumhuriyet Başsavcılığı'nca başlatıldı. Kılıçdaroğlu Silivri Cezaevi önünde bir açıklama yapmıştı. Silivri Cezaevi'ni toplama kampına benzeten Kılıçdaroğlu, Ergenekon davasına bakan mahkeme heyeti hakkında ''Onlara yargıç demeyi içime sindiremiyorum'' demişti. Bu açıklama üzerine Silivri Cumhuriyet Başsavcısı Ali İşgören soruşturma başlattı.

Fezleke iki madde üzerine hazırlandı: Mahkeme üyelerine hakaret ve adil yargılamayı teşebbüs iddiası...

Eğer Kılıçdaroğlu'nun TBMM'de dokunulmazlığı kaldırılırsa hakkında bir iddianame hazırlanabilir ve CHP lideri yargılanabilir.gercekgundem.com. Soruşturma açılmasına sebep olan sözler... Ayrıntılar için tıklayınız

Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar'ın Sözlerine İlişkin Fenerbahçe'nin Açıklaması


Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar'ın Sözlerine İlişkin  Fenerbahçe'nin Açıklaması

Fenerbahe Kulübün'nün resmi sitesinden yapılan açıklama şöyle...
'Ulusumuzun her bir bireyinin hakkını korumak ve onu savunmakla yükümlü bir bakanın, Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar'ın, geçen sezonki şampiyonluğumuza yönelik bir takım ince planları olduğunu üzülerek ve dehşete kapılarak takip etmekteyiz.

Sayın Bayraktar'ın Trabzon halkına yönelik yaptığı konuşmayı, en iyi niyetli bakış açısıyla 'ucuz popülizm' olarak nitelendirmek istesek de, milyonlarca taraftarıyla sportif ve tesisleşme anlamında Türkiye'ye büyük değer sağlayan 'Fenerbahçe' markasına yönelik bu sözleri kabul etmek veya görmezden gelmek hiçbir şekilde mümkün değildir.

Bugüne kadarki her açıklamamızda, kulübümüze yönelik sistematik bir linç ve karalama kampanyası olduğuna dikkat çekmiş; adil yargılama ve sürece dair eşitlik istediğimizi vurgulamıştık.

Ancak, Sayın Bayraktar'ın
"Trabzon gülerse Türkiye güler. Trabzon kalkınırsa Türkiye çok büyük mesaj verir. Şimdi bizim hakkımız olan Trabzonsporumuz'un kupasını almak için de çok ince ayarlı bir çalışma yapıyoruz. İnşallah hakkı olan Trabzonsporumuz'un kupasını da Trabzonspor'un müzesine getireceğiz. Allah inşallah bunu bize nasip edecek"
şeklindeki açıklamaları, bir bakanın, fanatizmle birlikte eşitlik ve adalet duygusundan ne kadar uzaklaşabildiğinin en açık göstergesidir.

Milyonların hiçbir menfaat beklemeksizin gönül verdiği, Türkiye'nin en önemli markalarından biri olan Fenerbahçe'ye yönelik bu tutumu çok açık bir dille reddediyor; en iyi niyetli bakış açısıyla bu durumu 'sınırı aşmak' olarak nitelendiriyoruz.

Bu bağlamda, gerekli mercilerin gerekli adımı atacağına olan inancımızı kamuoyunun bilgisine sunuyor; alın terimizle, emeğimizle ve hakkımızla kazandığımız 18.şampiyonluğa ait kupanın açıklanan ya da açıklanmayan her tür ince hesaba karşın dün olduğu gibi yarın da müzemizde olacağını hatırlatmak istiyoruz.'

Can Bonomo Kimdir Can Bonomo Kim Can Bonomo Biyografisi Can Bonomo Özgeçmişi


Can Bonomo Kimdir  
Can Bonomo İzmir'de doğdu.
müziğe 8 yaşında gitar çalarak başladı.
Ortaokul ve lise boyunca sürdürdüğü müzik çalışmalarına İstanbul’da devam etti.
17 yaşında İstanbul'a gelmeye  karar veren Bonomo, müzik dünyasına ses prodüksiyonculuğu yaparak atıldı.
Bilgi Üniversitesi’nde Sinema-Televizyon Bölümü’nde okudu.
Üniversite yıllarında Radyo Klas, Number One FM ve Radio N101’de radyoculuk yaptı.
Daha sonra, televizyona geçerek Number One TV ve MTV’de televizyon programları hazırladı. Televizyonculuk kariyeri süresince çeşitli reklamlarda rol aldı.

Can Bonomo Kendini Anlattı:
24 yaşındayım. 8 yaşında müziğe başladım. 
Küçük yaşlardan itibaren de beri şiir yazıyorum. 
Bilgi Üniversitesi’nde Sinema bölümünü bitirdim. 
Okul yıllarında müzik ile daha çok ilgilendim. Amatör olarak çalışmalar yaptım. Yazdığım şiirleri besteledim. 
İlk albümümü 8–9 ay önce çıkardım. 
Daha ilk albümünü yeni çıkartan biri olarak TRT’nin bu teklifi bana yapması beni çok mutlu etti. Ve bu kadar isim konuşulurken bundan birkaç gün önce TRT beni aradı ve yarışmaya benim katılmamı istedi. Hiç düşünmeden kabul ettim. Bu benim için önemli bir şey çünkü. Bu işin bir matematiği var. Bu matematiği göz önünde bulundurarak yalın bir iş yapacağım. Tabii ki bu şarkının içinde bize ait motifler olacak. Yani kendi şarkılarımdan, kendi albümümden çok uzak bir şey yapmayacağım. Elimde birkaç tane beste var. Onlar üzerine yoğunlaşacağım. Ve İngilizceye hâkim olduğum için yazdığım sözleri iyi şekilde İngilizceye çevireceğime inanıyorum.

2012 Eurovision Şarkı Yarışmasında Türkiye'yi Can Bonomo Temsil Edecek


2012 Eurovision Şarkı Yarışmasında Türkiye'yi Can Bonomo Temsil Edecek
 TRT, Azerbaycan'da yapılacak olan Eurovision şarkı yarışmasında Türkiye'yi Can Bonomo'nun temsil edeceğini açıkladı.

Müzisyenlik kariyeri, Irwin Welsh’in Porno adlı kitabının ilk yaprağına sardığı demosunu Can Saban’a gönderdiğinde yeni bir boyut kazandı.

Lise ve üniversite yıllarında amatör müzik gruplarıyla İzmir ve İstanbul'da birçok konser veren Bonomo, sonunda "Hazırım" diyerek ilk albümü için kolları sıvadı. Yaklaşık iki yıllık hummalı bir hazırlıktan sonra da Ocak 2011’de Can Saban'ın yapımcılığı ile ilk albümü “Meczup”u yayınladı. Can Bonomo kimdir ayrıntılar için tıklayınız



Erdoğan Bayraktar Fenerbahçe'deki Şmpiyonluk Kupasını Almak İçin İnce Ayarlı Çalışma Yapyoruz


Erdoğan Bayraktar’dan Fenerbahçelileri Kızdıracak Sözler
AKP Trabzon Milletvekili ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar Trabzon’da bir açılışa katıldı. Fenerbahçelileri çok kızdıracak açıklamalar yapan Bayraktar, "Trabzonspor’un hakkı olan şampiyonluk kupasını almak için çok ince ayarlı bir çalışma yapıyoruz." dedi. 

Hakkımız Olan Trabzonsporumuz’un Kupasını Almak İçin Çok İnce Ayarlı Bir Çalışa Yapıyoruz.
 "Trabzon gülerse Türkiye güler. Trabzon kalkınırsa Türkiye çok büyük mesaj verir. Şimdi bizim hakkımız olan Trabzonsporumuz’un kupasını almak için de çok ince ayarlı bir çalışma yapıyoruz. İnşallah hakkı olan Trabzonsporumuzun kupasını da Trabzonspor’un müzesine getireceğiz. Allah inşallah bunu bize nasip edecek." diye konuştu.

Erdoğan Bayraktar Trabzonsporlulardan büyük alkış alırken Fenerlilerin büyük tepkisini çekti.  

8 Ocak 2012 Pazar

Koyu Kırmızı Star Televizyonunda Ekranlara Geliyor


Koyu Kırmızı Dizisi  Star Televizyonda Ekrana Geliyor
Yapımını TMC'nin, yapımcılığını Erol Avcı'nın üstlendiği, yönetmenliğini Atıl-Ulaş İnaç'ın yaptığı, senaryosunu Neşe Şen, Şerif Erol, Meriç Özen, Gökhan Horzum, Gülden Çakır ve Gürcan Yurt'un kaleme aldığı Koyu Kırmızı yeni Star'da ekrana gelecek.

Hayatını böbrek hastası kız kardeşini yaşatmaya adamış, dar gelirli bir öğretmen Cemil (Ozan Güven) ile zengin bir ailenin evlenmek üzere olan inatçı ve sıradışı kızı Ümit'in ( Özgü Namal) geçirdiği kaza sonrasında hayatlarının kesişmesinin anlatıldığı Koyu Kırmızıda ayrıca İpek Bilgin, Sevda Erginci, Çağlar Çorumlu gibi birbirinden başarılı oyuncular rol alıyor. Ayrıntılar için tıklayınız

Aziz Yıldırım 14 Şubat'ta Yer Yerinden Oynayacak 14 Şubat'ta Ne Olacak


Aziz Yıldırım 14 Şubat'ta Türkiye Sarsılacak
Metris Cezaevi'nde tutuklu olan Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım TV8’de yayınlanan ‘Her Şey Futbol’ program yorumcusu Faik Çetiner’e  mektup gönderdi.
  
Aziz Yıldırım  mektubunda,  “14 Şubat’ta yapacağım savunmayla yer yerinden oynayacak, Türkiye sarsılacak” ifadesini kullandı.

Avukat Abdullah Kaya Tazminat Davası Açacağız
Twitter  Abdullah Kaya, “Bu iddia yığınının saçmalığını ispatlayacağız. Sadece 1 maç için şu anda savunmamız 101 sayfa. Başkanımız ‘ben zaten 60 yaşındayım, Fenerbahçe aklansın, ben yatarım önemli değil’ diyor. TOKİ’nin Galatasaray’a stadı yaparken müfettiş raporlarının sümenaltı edilmesi de girecek savunmamıza. Bunun yanında Trabzonspor’un maçlarını nasıl kazandığı dile getirilecek” diye yazdı.

Metin Göktepe'yi Katledilişinin 16. Yılında Sevgi Saygı Ve Özlemle Anıyoruz

Metin Göktepe'yi Katledilişinin 16. Yılında Sevgi Saygı Ve Özlemle Anıyoruz 
Metin Göktepe biyografi
10 Nisan 1968’de, Sivas ilinin Gürün ilçesine bağlı Çipil köyünde dünyaya geldi. Yaşamının ilk 11 yılını burada geçiren Metin, geçimini tarım ve hayvancılıkla sağlayan, 8 çocuklu emekçi bir ailenin 7. çocuğu ve kendisine, “ölmeyecek, göğe çıkacak, kurtarıcı” anlamında “Mehdi” diye seslenen, çok okuyan bir babanın oğluydu.

İlkokulu, köyün tek okulunda, birleştirilmiş sınıfta okuyan Metin, çalışkan, başarılı, sevilen bir öğrenciydi. Abla ve ağabeylerinin yıllara yayılan göçünün ardından 1979’da annesi ve babasından hemen önce küçük kardeşi Aziz ile birlikte İstanbul’a geldi. Aynı yıl Esenler’deki Harp Dinçsoy İlköğretim Okulu’na kaydoldu ve 5. sınıfı burada okudu. Ortaokula o zamanki adıyla Esenler Lisesi’nde başladı ve liseyi de burada okuyarak şimdiki adıyla Bakırköy İbrahim Turhan Lisesi’nden 1986’da mezun oldu. Lisede de başarılı bir öğrenci olan Metin, mezun olduktan sonra bir yıl dershaneye devam etti ve buradaki başarısıyla, kardeşinin de dershaneye gitmesini sağladı.

Yaz tatillerinde çalışarak harçlığını çıkaran ve böyle okuyan Metin, 1989 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Maliye Bölümü’ne girdi. Bu sırada fabrikada çalışan ablası, ağabeyi ve 86’dan itibaren kültürel ve sosyal faaliyetlerine katıldığı dernek sayesinde politik mücadele ile tanıştı. Metin üniversitede öğrenci gençlik mücadelesinin aktif bir üyesi oldu. Öğrenci ve işçi hareketinin oldukça coşkulu olduğu bu dönemlerde, birçok kez gözaltına alındı. Çevresinde, sürekli gülen, çok geniş bir arkadaş çevresi olan ve hoş sohbet biri olarak tanınıyordu.

1992 yılının Mart ayında işçi ve emekçi hareketinin gelişimine objektif tutacak bir derginin, Haberde ve Yorumda Gerçek dergisinin çıkacağını öğrenince orada çalışmaya başladı. Yayın hayatı boyunca Haberde ve Yorumda Gerçek Dergisi’nde muhabiri olarak çalışan Metin, 7 Haziran 1995’te kurulan Evrensel gazetesinde başından itibaren yer aldı. Metin, 9 Ocak 1996’da, gazetecilik yaparken, gözaltında polislerce dövülerek öldürüldü. Kaynak: metingoktepe.com

İbrahim Tatlıses 2012 Yılında Çocuğumuz Olabilir

İbrahim Tatlıses 2012 Yılında Çocuğumuz Olabilir, İbrahim Tatlıses 2012 Yılında Esmer Mavi Gözlü Bir Çocuğumuz Olsun İstiyorum, İbrahim Tatlıses  Yüzde Seksen İyileştim, İbrahim Tatlıses  Tamamen İyileşince Düğün Yapacağım. 

İbrahim Tatlıses 2012 Yılında Çocuğumuz Olabilir 

İbrahim Tatlıses akşam yemeği çıkışında  eşi Ayşegül Yıldız ile  elele gazetecilere şu açıklamayı yaptı:

“Sorunlarımızın yüzde 80’i bitti, yüzde 20’si kaldı. Her şey yolunda. 2012’de çocuğumuz olabilir. Bu yüzden bugün yarın ayrılıyorlar, şok diye bir şey yazmayın. Çocuğum esmer olsun mavi gözlü olsun. Yıldız hanım hamile değil aman hamile diye yazmayın ayrıca düğün de yapacağız. Tarihi belli değil ancak düğün yapmadan olmaz. İyileşmeme az kaldı. Tamamen sağlığıma kavuşunca düğünü yapacağız.” diye konuştu.

7 Ocak 2012 Cumartesi

Trabzonspor Maçına Gelen Taraftarlar Trafik Kazası Geçirdi 4 Taraftar Öldü

Trabzonspor Maçına Gelen Taraftarlar Trafik Kazası Geçirdi 4 Taraftar Öldü 


4 Trabzonspor taraftarı trafik terörüne kurban oldu.
Kocaeli'nde kontrolden çıkarak Seka Tüneli'nin duvarına çarpan otomobilde bulunan 4 kişi hayatını kaybetti.

Edinilen bilgiye göre kaza, D 100 karayolu Seka Tüneli'nde saat 04.00 sıralarında meydana geldi. İzmit'ten İstanbul istikametine seyir halinde bulunan Murat Akçelik idaresindeki 41 KF 298 plakalı otomobil, kontrolden çıkarak tünel duvarına çarptı. Kazada sürücü Murat Akçelik (35), kardeşi Tuğba Akçelik(28), Mehmet Erdoğan (23) ve Zeynep Mehmetoğlu (23) hayatını kaybetti.

Kazada hayatını kaybeden Zeynep Mehmetoğlu'nun Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencisi, Mehmet Erdoğan'ın ise KOÜ Halklar İlişkiler Bölümü öğrencisi olduğu öğrenildi.

Sıkıştıkları araçtan itfaiye ekipleri tarafından güçlükle çıkarılan cenazeler, Seka Devlet Hastanesi morguna kaldırıldı. Olayla ilgili soruşturma başlatıldı.

Öte yandan hayatını kaybeden 4 kişinin Körfez İlçesi Hereke semtinde oturdukları ve Trabzonspor taraftarı oldukları İstanbul'a İBB-Trabzonspor karşılaşmasını izlemek için gittikleri idda ediliyor.

Takımımızın Büyükşehir Belediyespor ile oynayacağı müsabakayı izlemek için İstanbul'a giderken İzmit'te geçirdikleri trafik kazası sonucu yaşamlarını yitiren taraftarımıza Murat Akçelik (35), kardeşi Tuğba Akçelik(28), Mehmet Erdoğan (23) ve Zeynep Mehmetoğlu'na (23) Yüce Allah'tan rahmet, kederli ailelerine başsağlığı diliyoruz. Mekanları cennet olsun. Trabzonspor Kulübü

11 Yaşındaki Hamile Çocuk İçin Bolu Valisi Kemik Yaşı Büyük Dedi

11 Yaşındaki Hamile Çocuk İçin Bolu Valisi Kemik Yaşı Büyük Dedi
Bolu Valisi İbrahim Özcimen, 11 yaşında imam nikahıyla evlendirilen kız çocuğu için hastanede hiç bir işlem yapılmamasına kemik yaşı büyük diyerek destek verdi 

Bulu'da, 11 yaşındaki  Z.Ç, 25 yaşındaki E.D. ile imam nikahıyla evlendirildi. Hastaneye kaldırılan N.Ç'nin 11 yaşında ve 8 aylık hamile olduğu anlaşıldı. Hastane yetkilileri 11 yaşındaki çocuğun durumunu ilgili birimlere bildirmedi.Olayın basına yansımasından sonra Mudurnu Savcısı soruşturma başlattı. 

Bolu Valisi İbrahim Özcimen 11 Yaşındaki Çocuk İçin Rızai Bir Evlenme Dedi
Bolu Valisi İbrahim Özcimen, konuyla ilgili açılama yaparak, “Bugün de Sosyal Hizmetler Müdürüm o aileye ziyarete gidecek. Herhangi bir cebir, şiddet yok. Rızai bir evlenme. Anne baba rızasıyla evlenebilecek yani o mahkeme kararı çıkarsa, o yaş tahsis edilmiş olacak, ondan sonra da bir mani kalmamış olacak. Sayın bakanımızın ve valiliğimizin ilgisi devam edecek, devam ediyor” dedi.

Bolu Valisi İbrahim Özcimen Kemik Yaşı Kesinlikle Çok Büyük
Vali Özçimen, 11 yaşıdaki çocuğun 8 aylık hamleliğini ilgili birimlere bildirmeyen hastaneye sahip çıkarak,  “Hekim raporunun hâkim raporuna dönüşmesi gerekiyor. Hâkim karar vermeden benim açıklamam belki soruşturma evrakını açıklama anlamına gelir. Ama kesinlikle çok daha büyük” dedi.

Cezayir'den Türkiye'ye Uyarı Hiç Kimse Cezayirlilerin Kanından Faydalanma Hakkı Yoktur

Cezayir'den Türkiye'ye Uyarı Hiç Kimse Cezayirlilerin Kanından Faydalanma Hakkı Yoktur 

Cezayir Başbakanı Türkiye ve Fransa arasında yaşanan Ermeni soykırımı tartışmasında Türkiye'nin Cezayir tarihine gönderme yapmaktan vazgeçmesini istedi.

Başbakan Ahmed Uyahya,  yaptığı açıklamada, “Türkiye’deki dostlarının Cezayir’in kolonileştirilmesinin ticaretini yapmaktan vazgeçmesini, hiç kimsenin Cezayirlilerin kanından faydalanmaya hakkı yoktur” dedi.

Ece Temelkuran Habertürk'ten Kovulduktan Sonra İlk Kez El Ekber Gazetesine Konuştu


Habertürk’teki işine son verilmesinin ardından Ece Temelkuran Al Akhbar’dan Matthew Cassel’e konuştu

Matthew Cassel: Dünyada olan bitenler hakkında yazmadığınızda, Türkiye’de ne tür olaylar hakkında yazıyorsunuz?
Ece Temelkuran: Kürt meselesi, Ermeni meselesi, kadın hakları, diğer toplumsal konular... Popüler konularla ilgili yazmıyorum. Özellikle Kürt ve Ermeni konuları üzerine.

MC: Bu konular neden popüler değil Türkiye’de?
ET: Çünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana, Kürtler hep ikinci sınıf vatandaş muamelesi gördüler, politik ve bireysel haklardan yoksundular. Türkiye’de Kürtlere karşı derin ve yaygın bir ırkçılık söz konusu, PKK (Kürdistan İşçi Partisi) adında silahlı bir mücadele var ve Kürt meselesiyle her türlü girişim terör olarak görülüyor. Dolayısıyla Türk medyasının bu konuyu dışarıda bırakması şaşırtıcı değil. Ele aldıkları takdirde de hükümetin bakış açısını yansıtıyorlar.

MC: Her zaman istediğiniz şeyi yazabildiğinizi hissettiniz mi? Hiç sansürlendiniz mi?
ET: Sansürlenmedim ama Kuzey Irak’ta Kürdistan’dan yazdığımda, “Kürdistan” kelimesini kullanmak dahi tabuydu. 2003’te onlarca Kürt çocuğun işkence gördüğünü yazdığımda, insanlar bundan çok rahatsız oldular. Kürt sorunu üzerine yazan gazetecilerin üzerinde her zaman bir baskı var. Ancak medya üzerindeki baskı hiç bugünkü kadar olmadı. Şu anda tutuklanma korkusu var ve bir kere hapse girdiğinde kimse çıkamıyor. Gazeteci Ahmet Şık ve Nedim Şener 11 aydır içerideler ve tutuklandıktan 6-7 ay sonrasına kadar neyle suçlandıklarını bilmiyorlardı.
Bu davayı meşru kılmak adına bir hükümet propagandası var ve bu yüzden bu konuda bir yere varmak çok zor. Kocaman bir propaganda aracı. Sadece ulusal değil, aynı zamanda uluslararası.

MC: Kovulmanız sürpriz oldu mu?
ET: Pek değil, çünkü tutuklu gazeteciler ve 35 Kürt sivilin Türkiye’nin Irak sınırında katledilmesi hakkındaki duruşum anaakım medyanın kaldıramayacağı kadar keskindi. Çünkü başbakan birkaç gün önce, katliamdan hemen sonra, “katliam” ifadesini kullananları tehdit etmişti ve ben, bu ifadeyi twitter ve sosyal medyada kullanmıştım.

MC: Bu Türkiye’nin, Fransız senatosunun Osmanlı Türklerinin 1915’te Ermenileri kitlesel olarak öldürmesini bir “soykırım” olarak tanımasından sonra Fransa’ya son dönemde yaptığı uyarıyı hatırlatıyor. Neden kullanılan dil Türk hükümeti için bu kadar önemli?
ET: Çünkü terminoloji siyasi ve ahlaki sorumluluk yaratır. Eğer “katliam” ifadesini kullanırsanız başbakanın katliamdan ötürü özür dilemesi gerekebilir ki o bunu istemiyor. O, daha ziyade, medyayı suçlamak istiyor. Ve o medya da olaydan sonra yaklaşık yarım gün boyunca sessiz kaldı. Hiçbir kanal, başbakanın katliam hakkındaki resmi açıklaması gelene kadar haberleri vermedi, ama bu da yetmedi. Başbakan gazetelerde sadece kendi düşüncelerinin yazıldığını görmek istiyor.

MC: Neden kovuldunuz?
ET: Yazdığım son iki köşe yazısı “fazla tartışmalı” olarak algılanmış olabilir. Bir tanesi “Emret komutan” başlığını taşıyor ve başbakana atıfta bulunuyordu. Yazı, “Öyleyse emirleri sen veriyorsun komutan, ama biz artık seni dinlemiyoruz. Biz bu ülkenin geri kalanıyız! Senin emirlerini artık dinlemiyoruz!” şeklinde bitiyordu.
Son yazı ise öldürülenlerden 19 tanesinin yaşları 12 ile 15 arasında olan çocuklar olduğu hakkındaydı. Erdoğan, Uludere katliamı hakkındaki korkunç konuşmasını yaptı ve gazetecileri suçladı. Ben de ölü sayısını tekrar eden, başbakanın zalimce tavrını acı bir şekilde eleştiren bir yazı yazdım.

MC: Anaakım medyada bunun gibi yazılar yazan tek kişi siz misiniz?
ET: Birkaç kişi daha var ve hepsi de bugün, “biz de işsizler diyarına geliyoruz, bekle bizi” demek için beni aradılar. “Yazılarımızı hep son yazımız gibi yazıyoruz” diyorlar. Herkes önümüzdeki günler hakkında kötümser.

MC: Neden Nedim Şener ve Ahmet Şık gibi kıdemli gazetecileri hedef alıyorlar?
ET: Çünkü bu gazeteciler Gülen hareketinin emniyet teşkilatı ve istihbaharat servisleri içinde örgütlenmesi üzerine yazıyorlar. Ahmet’in kitabının (İmamın Ordusu) taslağını aldılar, ki sonra internette yayınlandı. Nedim’in Gülen hareketinin polis ve hükümet içinde örgütlenmesi hakkında yazdığı kitap basılmadı. İkisi de farklı şeyler üzerine yazıyorlardı, özellikle hükümeti eleştiriyor ve hükümetin olumsuz faaliyetlerini ortaya çıkartıyorlardı.

MC: Hrant Dink kimdi?
ET: Ermeni bir gazeteciydi ve kendi gazetesini kurmuştu. Ermeni hakları ve baskı altındaki azınlıklar hakkında söz sahibi bir gazeteciydi. İstanbul’un merkezinde boynundan vurularak öldürüldü. Nedim onun hakkında kitaplar yazıyordu. Hrant’ın öldürülmesiyle ilgili soruşturmada polisin kayıtsızlığı ve ihmali üzerine yazdı. Hrant aynı zamanda çok iyi bir arkadaşımdı. Ölümünden önce Ermeni meselesi üzerine bir kitap yazmamı istediği için Ağrının Derinliği’ni ona ithaf ettim. Bana çok yardım etti.

MC: Dink’in öldürülmesi Türkiye’de gazeteciliği değiştirdi mi?
ET: Ermeni meselesi anaakım medyada zaten tabuydu ama onun ölümünden sonra Ermeni meselesi hakkında daha fazla konuşmamamız gerektiğini öğrendik. Cenazesi tarihi bir gündü. 100 bin kişi katıldı ve hep bir ağızdan “Hepimiz Ermeniyiz” diye bağırdı. Ermeniler milliyetçi Türkler tarafından her zaman horgörüldü bu ülkede. Bu yüzden Hrant’ın cenazesi modern Türk tarihinde bir dönüm noktası oldu.

MC: Bu sizi ve meslektaşlarınız arasında bir korku yarattı mı?
ET: Bu gazetecilere yapılan ilk ya da son saldırı değildi. O olaydan sonra toplu tutuklamalar geldi. Gazeteciler arasında korku yaratan bir sürü olay yaşandı. Şu anda saldırılar demokrasi adı altında ya da AKP destekçilerinin dediği gibi turbo demokrasi adı altında yapılıyor. Artık işleri çözmek o kadar kolay değil, baskı altındayız. Darbe olduğunda, üniformalı faşist generaller iktidar sahibi olduklarında kimin kötü adam olduğunu söylemek kolaydı. Şimdi durum karmaşık çünkü faşizm bu sefer üniformalarıyla çıkmadı karşımıza. Uluslararası medyanın Türkiye’de olup biteni anlaması bu yüzden bu kadar sürdü.

Türkiye dış dünyada “demokratik imajı”nı nasıl koruyor?
Uluslararası ve ulusal propaganda yoluyla… Anaakım batı medyası kendi devletlerinin dış politika çıkarlarına hizmet ediyor. Bu nedenle de bunu, dışarıdan iyi görünen ve halkın “bon pour l’orient’ (Doğu için yeterince iyi) bir Müslüman demokrasi olarak görmek istediler. Ne Türkiye halkı için ne de Ortadoğu’nun geri kalanındaki halklar için yeterince iyi falan değil. Türkiye, Batı dünyasına demokrat, Doğu tarafına ise Müslüman yönünü göstermek istiyor. Ama açık ki artık bir demokrasi değil. İslam’a gelince, uzman değilim, ama böyle bir zalimlik dinden kaynaklanamaz.

MC: Sizce Türkiye demokratik imajını kaybediyor mu?
ET: Bu imaj kesinlikle değişiyor. Bugün New York Times’ın ilk sayfasındaki haberleri görünce şaşırdım. Sanırım dünyadaki meslektaşlarımızın Türkiye konusunda akılları başlarına gelmeye başladı. AKP demokrasisinin yalanlarına artık inanmıyorlar.

MC: Geçtiğimiz bir yıl içinde birkaç Arap ülkesinde demokrasi için ayaklanmaları takip edip yazılar yazdınız. O ülkelerdeki hükümetlerin insanları ayaklandıran baskıcı tutumu ile kendi ülkenizdeki hükümet arasında benzerlikler görüyor musunuz?
ET: Başbakan Erdoğan’ın Esad gibi davrandığını düşünenlerin sayısı artıyor. Uludere katliamından sonra Erdoğan’ın Esad hakkında önceden yaptığı “kendi halkını öldüren bir başbakan artık meşru değildir” açıklamasına atıfta bulunuyorlar:

MC: Aktivistler, gazeteciler ve Türkiye’de değişim isteyen diğer herkes Arap ayaklanmalarından ilham aldılar mı?
ET: Bu insanlar zaten değişim istiyorlardı ama istedikleri zaman şiddetli saldırılara maruz kaldılar. Seçimlerden sonra gerçekleşen her gösteri biber gazıyla sindirildi. Özellikle Kürtler tarafından yapılan gösterilerde; insanlar vahşi şekilde bastırıldılar ve saldırıya uğradılar. O zaman da protesto ettiler, şimdi de protesto ediyorlar ama muhalefet Türkiye’de çok fazla bölünmüş durumda öyle ki AKP’ye bir alternatif yaratılamıyor.

MC: Türkiye’ye döndüğünüzde başınıza nelerin gelebileceğini düşünüyorsunuz?
ET: Dehşete düşüyorum; ille de hapse atılma fikrinden dolayı değil ama üzerime artık hükümet tarafından istenmeyen kişi damgasının vurulduğunu hissediyorum. Bir süre işsiz kalacağım endişesini taşıyorum, çünkü bu damga yüzünden hiçbir gazete beni işe almaz. Alırlarsa gerçekten şaşırırım.

6 Ocak 2012 Cuma

Sanatçı Azer Bülbül Hayatını Kaybetti

Sanatçı  Azer Bülbül Hayatını Kaybetti

Azer Bülbül Antalya'da Kaldığı Otelin Odasında Ölü Bulundu

Azer Bülbül Antalya'da Kaldığı Otelin Odasında Ölü Bulundu
Sanatçı Azer Bülbül,  menajeri tarafından otel odasında ölü bulundu. 112 ambulansı ekipleri Bülbül'ün solunum yetmezliğinden ölmüş olabileceğini bildirdi.


Arabesk müziğin önemli isimlerinden ünlü sanatçı Azer Bülbül 20 gündür sahne aldığı Antalya’da kaldığı otelin odasında ölü bulundu.

Azer Bülbül Antalya’da hayatını kaybetti. Gerçek adı Sübutay Kesgin olan Azer Bülbül (43) Antalya’da kaldığı Mostar Otel’de hayatını kaybetti.

Antalya’da 20 gündür sahne alan Azer Bülbül, kaldığı otel odasında menajeri tarafından ölü bulundu.
Olayla ilgili inceleme başlatıldı.

Azer Bülbül Öldü

Azer Bülbül Öldü
Sanatçı Azer Bülbül, Antalya'da kaldığı otelde ölü  olarak bulundu. 
Ünlü Türkücü Azer Bülbül hayatını kaybetti. Antalya'da 20 gündür bir gece kulübünde sahne alan Azer Bülbül, otel odasında ölü bulundu

Yaklaşık 20 gündür Antalya'da bir barda sahne alan ünlü sanatçı Azer Bülbül, kaldığı otel odasında ölü bulundu.

Antalya'nın Güllük Caddesi'nde faaliyet gösteren Max Taverna'da her gece 00.30-02.00 saatleri arasında sahne alan ve programı 10 Ocak'ta bitecek olan Azer Bülbül, kent merkezindeki bir otelde kalıyordu. Edinilen bilgiye göre dün geceki programının ardından sabaha karşı otele dönen ünlü sanatçı, bugün akşam saatlerinde kendisini arayan menajerinin telefonlarına cevap vermedi.

Defalarca aramasına rağmen Bülbül'ün cevap vermemesi üzerine otele giden menajeri, ünlü sanatçıyı yatağında hareketsiz halde buldu.

KALP KRİZİ ŞÜPHESİ
Olay yerine çağrılan sağlık ekipleri 43 yaşındaki sanatçının hayatını kaybettiğini belirledi. Otelde cumhuriyet savcısı ve polisin yaptığı incelemenin ardından Azer Bülbül'ün cenazesi, otopsi için Adli Tıp Kurumu morguna kaldırıldı.

Kalp krizinden ölmüş olabileceği tahmin edilen Bülbül'ün kesin ölüm nedeni otopsi sonucunda netleşecek.

22. ALBÜMÜ YENİ ÇIKMIŞTI
Kars'ın Arpaçay ilçesinde 1969 yılında doğan ve gerçek adı Sübutay Keskin olan Azer Bülbül, ailesiyle birlikte uzun yıllar Almanya'da yaşadı. Müzik yaşantısına "Garip Yolcu" albümü ile başlayan Azer Bülbül daha sonra Halk Müziği - Arabesk tarzında "Yalan Olur", "Ben Sana Vurgunum", "Fırat" gibi albümleri ile adından söz ettirdi ancak asıl patlamayı 1996 yılında çıkardığı "Ben Babayım" adlı albümü ile yaptı. Bu albümde yer alan "Yaralandın mı Ey Can", "Dokunmayın Çok Fenayım" ve "Her An Herşey Olabilir" adlı parçaları ile büyük ses getiren sanatçının 'Duygularım' adlı son albümü ise yaklaşık 1 ay önce piyasaya çıkmıştı. Hayranlarını sesi ve yorumuyla olduğu kadar sahnedeki titremeleriyle de etkileyen sanatçı, bir röportajında, "Titremelerim tamamen duygu yoğunluğu. Ben bile ne yaptığımı bilmiyorum. Çekiyorlar kameraya, izleyince ben bile şaşırıyorum" demişti. Kaynak :internethaber.com 

Rüştü Erdelhun Kimdir Rüştü Erdelhun Kim Rüştü Erdelhun Biyografisi Rüştü Erdelhun Özgeçmişi



Rüştü Erdelhun 27 Mayıs 1960'ta tutuklanan ilk Cumhurbaşkanıdır.


Rüştü Erdelhun Kimdir  

Mustafa Rüştü Erdelhun, (d. 1894 Edirne – ö. 9 Kasım 1983). Türk Silahlı Kuvvetleri'nin 10. Genelkurmay Başkanı'dır. 

Edirne Lisesi'nden mezun olduktan sonra 1914 yılında Topçu Asteğmen rütbesi ile Harp Okulu'nu bitirdi. Topçu Birliklerinde Batarya Takım Komutanlığı ve Yaverlik görevlerinde bulundu. İzmir Silah Komisyonu'nda görevli iken 2 Nisan 1921 tarihinde Anadolu'ya geçerek Milli Ordu'ya iltihak etti ve İstiklal Savaşı'na katılarak İstiklal Madalyası aldı. 1923 yılında girdiği Harp Akademisi'ni 1926 yılında bitirerek Kurmay oldu. 1945 yılına kadar çeşitli karargâh ve birlikler ile Tokyo, Roma ve Londra Askeri Ataşelikleri'nde görev yaptı.

1945 yılında Tuğgeneral, 1947 yılında Tümgeneral, 1952 yılında Korgeneral ve 1956 yılında Orgeneralliğe Yükseldi. Tuğgeneral rütbesi ile 15. Tugay Komutanlığı ve Genelkurmay Eğitim Yarbaşkanlığı, Tümgeneral rütbesi ile Genelkurmay Eğitim Daire Başkanlığı, 6. ve 51. Tümen Komutanlığı, MSB İstanbul Tetkik Kurulu Üyeliği, Korgeneral rütbesi ile Tokyo İrtibat Heyeti Başkanlığı, 18. Kolordu Komutanlığı ve Genelkurmay 2. Başkanlığı görevlerinde bulundu. Orgeneral rütbesinde 2. Ordu Komutanı iken, 1 Ağustos 1958 tarihinde Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na atandı. 23 Ağustos 1958 tarihinde atandığı Genelkurmay Başkanlığı görevinden 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra 3 Haziran 1960 tarihinde emekliye sevk edildi.

Genelkurmay Başkanlığını yürüttüğü sırada askerlerin siyasete karışmasına ve askeri cuntalara karşı çıkması ile, toplumdaki sosyal ve politik endişeler, anayasa ihlali gibi konulardan rahatsızlık duyan düşük rütbeli silahlı kuvvetler üyelerine karşıt olarak, bu konularda hükümet yanlısı tutumuyla tanındı. Komuta kademesindeki çoğu komutan tarafından da paylaşılan bu tutumun, özellikle bazı genç subaylar arasında yayılmakta olan huzursuzluğu hızlandırıcı bir etkisi oldu. Silahlı kuvvetler içinde gelişen darbeci eğilimler, DP iktidarı kadar silahlı kuvvetlerin komuta kademelerine de yönelikti. Bunların sonucu olarak Erdelhun darbenin gerçekleştiği 27 Mayıs günü tutuklandı, "Yassıada Mahkemesi"nde yargılandı ve idama mahkûm edildi. Ancak bu hüküm daha sonra ömür boyu hapse çevrildi. Cezası, Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel tarafından affedildi.tr.wikipedia.org

Eski Genel Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ Tutuklanarak Silivri Cezaevine Koyuldu

Eski Genel Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ Tutuklanarak Silivri Cezaevine Koyuldu

26. Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ Silivri Cezaevine Koyuldu

26. Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ Silivri Cezaevine Koyuldu

Orgeneral İlker Başbuğ Örgüt Yöneticisi Suçlamasıyla Tutuklandı

Orgeneral İlker Başbuğ Örgüt Yöneticisi Suçlamasıyla Tutuklandı
Ayrıntılar için tıklayınız


İlker Başbuğ İlk Kez Tutuklanan Genel Kurmay Başkanı Oldu

İlker Başbuğ İlk Kez Tutuklanan Genel Kurmay Başkanı Oldu
Ayrıntılar için tıklayınız


Türkiye'de İlk Kez Bir Genel Kurmay Başkanı Tutuklandı

Türkiye'de İlk Kez Bir Genel Kurmay Başkanı Tutuklandı
Ayrıntılar için tıklayınız


İlker Başbuğ Tutuklandı

İlker Başbuğ Tutuklandı
Ayrıntılar için tıklayınız


Eski Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ Tutuklandı

Eski Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ Tutuklandı 
Ayrıntılar için tıklayınız


Orgeneral İlker Başbuğ Tutuklandı

Orgeneral İlker Başbuğ Tutuklandı
Ayrıntılar için tıklayınız

5 Ocak 2012 Perşembe

İlker Başbuğ Neden Tutuklandı

İlker Başbuğ Neden Tutuklandı
Ayrıntılar için tıklayınız

Orgeneral İlker Başbuğ Neden Tutuklandı

Orgeneral İlker Başbuğ Neden Tutuklandı
Ayrıntılar için tıklayınız


Eski Genel Kurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ Neden Tutuklandı

Eski Genel Kurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ Neden Tutuklandı
Ayrıntılar için tıklayınız

Eski Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ İnternet Andıcı Davasında Tutuklandı


Eski Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ İnternet Andıcı Davasında Tutuklandı
Eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, hükümet aleyhine kara propaganda yapmak amacıyla Genelkurmay tarafından kurulduğu öne sürülen internet sitelerine ilişkin İnternet Andıcı soruşturması kapsamında 'şüpheli' sıfatıyla Cumhuriyet Savcısı Cihan Kansız'a 7 saat boyunca ifade verdi. 

 İlker Başbuğ tutuklandı

Tutuklanması talebiyle mahkemeye sevk edilen İlker Başbuğ tutuklandı.

“Terör örgütü yöneticisi olmak ve darbeye teşebbüs" suçlamasıyla mahkemeye sevk edilen emekli Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ tutuklandı.

"İnternet Andıcı" soruşturması kapsamında bugün Beşiktaş'taki İstanbul Adliyesi'nde ifade veren İlker Başbuğ, tutuklaması talebiyle sevk edildiği mahkeme tarafından tutuklandı.

Başbuğ, 7 saat süren savcılık sorgusunun ardından, TCK’nın 314/1. maddesi gereğince "örgüt yöneticiliği" ve 312/1. maddesi gereğince de "cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs" suçlarından tutuklanması istemiyle mahkemeye sevk edilmişti.

Başbuğ emniyete ait sivil bir araç ile cezaevine götürüldü. Başbuğ’un çıkışında geniş güvenlik önlemleri alındı. Başbuğ’u götüren araca emniyete ait iki araç eskortluk yaptı. Adliyeden çıkarılan Başbuğ, gazetecilerin soruları üzerine şunları söyledi; “T.C’nin 26. Genelkurmay Başkanı ‘terör örgütü kurmak ve yönetmek suçlamasıyla tutuklanmıştır. Takdir yüce Türk milletinindir"

'Trajikomik bir durum'
Mahkemedeki ifadesinde suçlamaları reddettiği öğrenilen İlker Başbuğ’un, “Bu suçla itham edilen ki TC devletinin 26. Genelkurmay Başkanıdır. Bunu tarihe not olarak düşmekte yarar görüyorum. Ben Genelkurmay Başkanı olarak TSK’nın komutanıyım ki bu TSK dünyanın en güçlü ordularından biridir. Böyle bir orduya komutanlık eden bir kişinin silahlı terör örgütü kurmak ve yönetmek ile suçlanması gerçekten trajikomik diyebiliriz" dediği öğrenildi.

'Çok üzücü, anlaşılması zor'
Genelkurmay Başkanı olarak atamasının şu anki siyasi iktidar tarafından yapıldığına dikkat çeken Başbuğ’un, “Sayın Cumhurbaşkanı, Sayın Başbakan, Milli Güvenlik Kurulu üyesi olarak bu hükümetin bakanları ile birlikte çalıştık. Bu dönemler içerisinde benim silahlı terör örgütü kurma ve yönetmem tespit edilememiştir ki bu üzerinde durulması gereken bir noktadır. Ben 30 Ağustos 2010 yılında emekli olduktan 1,5 yıl sonra böyle bir suçlama ile karşı karşıya kaldım. Çok üzücü anlaşılması zor. Benim faaliyetlerimi aktif görevim esnasında yaptığım iddia ediliyor ki, bu faaliyetlerim o zaman da devletin yetkili makamlarınca anlaşılmamışsa bunu da anlamak mümkün değildir.

'Onuruyla görev vermiş birisi için çok ağır bir iddia'
Netice olarak böyle bir iddiayı duymak, silahlı kuvvetlere, ülkeye, devlete şerefiyle onuruyla görev vermiş birisi için çok ağır bir iddia. Bu iddianın bu şekilde dile getirilmesi bile benim için en ağır cezadır. Bundan sonra ne ceza verilirse beni daha fazla üzmez. Benim görevim esnasında böyle bir şey varsa gereken yapılmalıydı. Bu kanaate nasıl ulaşılmıştır, basın açıklamalarımdan, internet andıcı konusu başlığı altında internet sitelerinde çıkan yazılar, bir iki haber ile Genelkurmay itham edilmektedir" diye konuştuğu belirtildi.

'Siteleri ben kapattırdım, andıç bana arz edilmedi'
Mahkemede ifade veren İlker Başbuğ, İnternet Andıcı davasına konu olan sitelerle ilgili haberlerin ardından araştırma yaptırdığını söylediği öğrenildi. Başbuğ’un sitelerle ilgili, “İlk inceleme sonucunda, şekil ve teknik açısından bu sitelerin kanuna uygun olmadığı bilgisi bana verildiğinde bu siteleri kapattırdım. Aslanda bana teşekkür edilmesi gerekir ki ben bu siteleri kapattıran kişiyim. Bu andıç bana arz edilmedi, arz edilmiş olsa muhakkak üzerinde imzam ya da parafım olurdu. Bu andıcın üzerinde komutanın imzası ya da parafını gördüm diyen bir kişi dahi yoktur. Bu durumda devletin aslında bana teşekkür etmesi gerekirken bugün bu konu ile suçlanmam tarihin acı bir cilvesidir.“ diye ifade verdiği belirtildi.

'Arz edilse imza olur'
İlker Başbuğ, sorulan bir soru üzerine “2. Başkan tarafından sayın komutana arz diye sunulan bir belge normal şartlarda bana arz edilmesi gerekir. Ancak kesinlikle arz edilmedi. Arz edilmiş olsa bir imza, bir paraf mutlaka konulurdu. Bu andıç, 2. başkan tarafından 1 Nisan 2009 tarihinde paraflanmıştır. İddialara göre bu andıcın bana 14 Nisan 2009 tarihinde arz edildiği iddia ediliyor. Ancak bu andıcın 2 Nisan 2009 tarihinde karargah içinde işleme girdiğini de görüyoruz" dediği belirtildi.

Avukat Sezer: 'Yüce Divan'da yargılansın'
Mahkemede söz alan avukat İlkay Sezer ise müvekkiline yönelik suçlamaları reddetti. Özel yetkili mahkemenin dosyaya bakamayacağını belirten avukat Sezer, “Anayasa’da 148. madde değişikliği ile yargılamanın Yüce Divan’da yapılması ve dosyanın bu hali ile derhal oraya gönderilmesi gerektiği kanaatindeyiz." diye konuştu.

Savcı 'kağıt parçası' ve 'boru' açıklamalarını sordu
Öte yandan savcılık sorgusunda İlker Başbuğ’a ‘kağıt parçası’ ve ‘boru’ açıklamalarının sorulduğu öğrenildi. Başbuğ’a savcı Kansız’ın , ‘Düzenlediğiniz basın toplantısında soruşturmaya ve davaya konu olan olaylarla ilgili, ‘kağıt parçası’ ve ‘boru’ kelimelerini içeren bazı açıklamalar yaptınız. Bu açıklamalardaki amacınız nedir? şeklinde soru yönelttiği belirtildi. Başbuğ’un bu soruya karşılık, “Ben Türk Silahlı Kuvvetlerinin başkanıydım. Bu açıklamalarım iyi niyetli açıklamalardır. Başka bir niyet yoktur. Komutan olarak TSK moral vermek niyetinde yapılmış açıklamadır" Dediği ifade edildi.

İlker Başbuğ, Adli Tıp Kurumu'nda yapılan sağlık kontrolünün ardından Silivri Cezaevi'ne sevk edildi.
Kaynak: haber.sol.org.tr

İlker Başbuğ Tutuklandı Mı


Eski Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ Tutuklandı Mı
Eski Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ Tutuklanması talebiyle mahkemeye sevkedildi...
Ayrıntılar için tıklayınız

İlker Başbuğ Örgüt Yöneticiliği Ve Darbeye Teşebbüs Suçlamasıyla Mahkemeye Sevkedildi

İlker Başbuğ Örgüt Yöneticiliği Ve Darbeye Teşebbüs Suçlamasıyla Mahkemeye Sevkedildi
Ayrıntılar için tıklayınız

İlker Başbuğ Tutuklanma Talebiyle Mahkemeye Sevkedildi

İlker Başbuğ Tutuklanma Talebiyle Mahkemeye Sevkedildi 
İlker Başbuğ terör yöneticiliği ve darbeye teşebbüs suçlamasıyla tutuklanma talebiyle mahkemeye sevkedildi.
Ayrıntılar için tıklayınız

Ahmet Şık Savunmasında Ekşi Sözlükten Alıntı Yaptı

Ahmet Şık Savunmasında Ekşi Sözlükten Alıntı Yaptı

Odatv davasında yargılanan Ahmet Şık 5 Ocak 2012 tarihinde yaptığı savunmasında ekşi sözlükten alıntı yaptı. Ahmet Şık'ın Savunması: Hedefe Konulanlar için yargı suçtan önce geliyor. Hüküm peşinen veriliyor. Bu hükümleri vermekle görevlendirilmiş bazılarının şu günlerde kapatılması için uğraş verdikleri Ekşisözlük isimli İnternet sitesinden bir yazarın ifade ettiği gibi, “Cezasını arayan suçun değil, suçunu arayan cezanın ülkesi artık Türkiye.” 

Ahmet Şık’ın Savunmasının Tam Metni İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesi 5 Ocak 2012


Ahmet Şık’ın savunması


İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesi 5 Ocak 2012

Dostum da düşmanım da beni tanır.

Ben Gazeteciyim.
Dostlarım tanıdığı için bir kısmı şu an bu salonun dinleyici sıralarında. Aralarında beni tanımadan bana kefil olanların da bulunduğu çoğunluk ise aylardır sokaklarda bu hukuksuzluğu sona erdirme gayreti içinde. Anlayacağınız meslek ahlakını önemseyen ve gerçeğin peşindeki bir gazeteci olduğum için ben buradayım. Bu nedenle dostlarım yanımda. Ve elbette düşmanlarım da beni tanıdığı için şu anda bu mahkemedeki tutuklu sanıklardan biri olarak bulunuyorum.

20 yılı geride bıraktığım meslek yaşamım boyunca çok şeye tanıklık ettim. İstisnasız gerçek ve doğru biçimde hepsini yazdım. Hiçbir kurum, kuruluş ya da kişiden talimat alarak haber yapmadım. Yapacağım bir haberden de herhangi bir kurum, kuruluş ya da kişinin müdahalesi ile vazgeçmedim. O yüzden dostum da düşmanım da nasıl bir gazeteci olduğumu bilirler. Burada sizlere mesleki geçmişimi anlatmak istemem. Ama bir şeylerin daha iyi anlaşılabilmesi için nasıl bir gazeteci olduğumdan bahsetmem gerekiyor.

Aylar önce tutuklandığım mahkemede de gazetecinin görmeyenin gözü, duymayanın kulağı, konuşamayanın sesi olması gerektiğini dile getirmiştim. Bu prensipten hiç ayrılmadım. Bu nedenle yargısız infazlarda öldürülenler için “çatışmada ölü ele geçirilen teröristler” demedim. İşkence mağdurlarını görmezden gelmezlik etmedim. Gözaltında kaybedilenlerin “örgüt kamplarına gittiği” yalanına ortak olmadım. Üniforma giyip askeri helikopterlerle yakılıp yıkılan köylere gidip “bölücülerin hain saldırısı” diye yazmadım. Meçhul denen faillerin devletin tetikçisi olduğu gerçeğini de gizlemedim. Devletin kanla doldurduğu havuzda kulaç atıp kendime gazeteci de demedim. Tanık olduklarımı demokrasi havarisi kılığına girmiş kimileri gibi bugün değil yaşandığı dönemde yazdım. Söyledim.

Askerlerden ya da polislerden gelen andıçları, yani önüne her konanı yazan bir gazeteci hiç olmadım. Sırtımı iktidarlara, üniformalı ya da kravatlı güç odaklarına da dayamadım. Anlayacağınız ne iktidar sözcüsü, ne polis muhbiri, ne de Mehmetçik gazeteci oldum. Sadece gerçeği doğru olarak aktarmaya çalıştım. Tutuklanana kadar da öyle yapıyordum. Tam da bu yüzden gazetecilik mesleğimi nasıl yaptığımı bu mahkeme salonunda anlatmak zorunda bırakıldım.

Amacım ne mesleki geçmişimin dökümünü yapmak ne de gazetecilik dersi vermek. Ancak aylardır, malum medyada hakkımda yazılan yalanları gördükçe sıkı bir gazetecilik dersi vermenin ihtiyaç olduğu da kesin. Ama haddini bilen birisi olarak bu faslı geçiyorum.

Bugün adaletten, hukuktan yoksun, sahte ve düzmece belgelerle yürüyen politik bir yargılama nedeniyle buradayım.

Hiç istemediğim halde bana yönelik iddialara ve iddianameye cevap vereceğim. 10 aydan uzun zamandır tutuklu kalmamın sebebi olsalar da iddiaları ciddiye almam mümkün değildir. Ama cevap vereceğim, çünkü bu süreçte bana destek olan arkadaşlarıma, gazeteci meslektaşlarıma ve kamuoyuna karşı bir sorumluluğum var. Bu sorumluluk gazeteci sorumluluğudur. Aynı zamanda Roland Barthes’i anarak “susmak değil, söylemek mecburiyetinin olduğu” günlerden geçtiğimizin farkında olan birisi olarak konuşacağım.

Suçlamanın özü iddianamede şu şekilde yazıyor:
“Ergenekon Silahlı Terör Örgütünün hiyerarşik yapısı içerisinde bulunmamakla birlikte, örgütün amaç ve faaliyetleri doğrultusunda örgütsel doküman hazırlayarak örgüte yardım etmek…”

Bu iddiaya tek bir cümleyle cevap vermek zorundayım: İddianamedeki suçlama tümüyle asılsızdır, reddediyorum.

Tutukluluğumun ilk günlerinde birisi “Elimizde açıklayamayacağımız çok gizli deliller var” demişti. Ancak 6.5 ay sonra iddianame ortaya çıktığında gördük ki; o çok gizli, açıklanamaz denen deliller malum medyaya servis edilen polis andıçlarından, yani yalanlardan ibaretmiş.

Evet iddianameye göre; Ergenekon adlı terör örgütünün üyesi değilmişim, ama yine de bu örgütün amaçları doğrultusunda kitap yazmışım. Bu iddianın kanıtları nedir diye bakarsak üç tane belge gösteriliyor:

1. “Ulusal Medya 2010” adlı bir word belgesi,
2. “Sabri” adlı bir word belgesi,
3. Benim adını “İmamın Ordusu” olarak düşündüğüm kitap çalışmama ait taslak metinler.

OdaTV’nin bilgisayarlarında bu üç belgenin de bulunduğu iddia ediliyor. Son belge yani kitap çalışmam ise elbette benim ev ve işyerimdeki bilgisayarlarda yer alıyordu. Dosyada bana yönelik suçlamaya ilişkin bunlar dışında hiçbir delil yok.

Kitabım bir kenarda dursun; diğer iki belgeyle ilgili benim diyebileceğim ne olabilir ki? Diğer iki belgeyi OdaTV’nin aranmasından sonra medyadan öğrendim.

Ulusal Medya 2010, Ergenekon örgütünün amaçları doğrultusunda nasıl bir yayın yolu izleneceğini anlatıyormuş. Bu belgeye göre Ergenekon soruşturma ve davasına ilişkin eleştiride bulunduğunuz anda bu belgeye uygun davranmakla suçlanabilirsiniz. Benim başıma gelen de budur. Bugüne dek yazdıklarımın içeriğine; haberlerime, aynı konuda yazdığım kitabıma ve gazetecilik geçmişime, sosyalist kimliğime bakılmaksızın

Ergenekon’a yardım etmekle suçlanıyorum. Halbuki İmamın Ordusu dahil bugüne dek yazdıklarımı yan yana getirmek dahi bu iddiayı boşa çıkarmaya yeterli olacaktır. Ulusal Medya 2010’a göre “Ergenekon davası bir ihanet ve komplo” imiş. Yine bu belgeye göre, “Ergenekon ve benzeri davaların kaybedilmesi halinde baskının artarak devam edeceği vurgulanmalı” imiş. Tüm amaç da “Kemalist ideolojinin savunulması” imiş.

Benim bu kapsamda bir kitap yazdığımın söylenmesi için, ancak akıl körü olmak ve böylece 20 yıllık meslek hayatımı görmemek ya da kötü niyetli olmak gerekir. Meslektaşım Ertuğrul Mavioğlu ile birlikte Ergenekon soruşturmaları ve yargı süreci ile ilgili 2 cilt kitap çalışması yaptık. Bu kitaplara bir göz atılması benim bu süreçle ilgili duruşumu görmek için yeterlidir. Söylemem gerekir, beni gözaltına aldıran Ergenekon savcısının bu kitaplardan haberi dahi yoktu. Oysa ki kitaplarımda Ergenekon soruşturması hakkındaki duruşum son derece nettir.

O kitaplarda da ifade ettiğim gibi; gerçek suçluları gerçek suçlarından yargılamayan bu soruşturmanın akla getirdiği “iki ucu pis değnek” sözüdür. Ve iki kötünün savaşında taraf olmamızı dayatanlara “ne kırk katır ne kırk satır” demek görevdir.

İmamın Ordusu adlı kitap çalışmamdaki görüşlerim de açıktır ve çok nettir. Polis teşkilatında olup bitenlerin ve bu yaşananların bu tür tartışmalı soruşturmalarla ilgisinin ortaya çıkarılmasını çok önemsiyorum. İşte bu nedenle de bu davada sanık oldum. Gazetecilere, meslektaşlarıma “dokunan yanar” dedim. Dokundum, buradayım.

Ulusal Medya 2010’a dönersek; bugün sayısız yazar ve gazeteci Ergenekon süreciyle ilgili kuşkularını dile getiriyor. Bu iddianamenin mantığıyla bu yazarların hepsini Ergenekoncu ilan edebilirsiniz. Bunun iler tutar hiçbir yanı yoktur.

“Sabri” adlı birkaç cümlelik dijital notu da kimin yazdığını bilmiyorum. Tek bildiğim bu belgenin içeriğinin gerçek dışı olduğudur. Bu belgeye göre birileri birilerine talimat veriyor, onlar da bana talimat veriyor ve ben Sabri adıyla çıkacak bir kitap yazmak için çalıştırılıyorum.

Savcılık bu notu bir delil olarak kabul etmiş ki şöyle demiş iddianamesinde:
“ODATV ve şüphelilerden ele geçirilen delillere bakıldığında (…) Ahmet Şık’a ‘İMAMIN ORDUSU’ isimli örgütsel dokümanın hazırlatıldığı, ancak elde edilen delillerden Ahmet Şık’a hazırlatılan örgütsel dokümanın kitap olarak ‘Emniyet Müdürü Sabri Uzun’ ismi ile yayınlatılmasının planlandığı anlaşılmıştır.”

Öncelikle bir hatırlatmada bulunmak istiyorum. Savcıların kanuni görevi ve zorunluluğu olan sanık lehine delil toplama ve makul şüphe gibi önemli unsurlar, tıpkı tartışmalı diğer soruşturmalarda olduğu gibi bu iddianamede de bulunmuyor. Bu eksikliklerin suç ve yargılama usulü bakımından hatalı uygulamalar olduğunun altını çizip savcının kitabın bir örgüt faaliyeti çerçevesinde hazırlandığı iddiasına geri dönelim.

Kitap taslakları dosyada mevcut. Aklı başında herhangi biri bu kitapların “Emniyet Müdürü Sabri Uzun” ya da başka bir üçüncü şahıs hakkında yazıldığını söyleyebilir mi?

Bu kadar akla ve gerçeğe aykırı bir iddia olabilir mi? Görüleceği üzere Hanefi Avcı ya da Emin Aslan gibi Sabri Uzun da kitaptaki öznelerden biri sadece. Çok üzücü ve manidar ama savcılık sadece birkaç cümlelik word belgesini okumuş ve kitaba bakma gereği duymadan iddianamesini yazmış.

Evet, savcılık bu belgeyi okumuş ama orada bile sorması gereken soruları sormamış. Belgeyi yazan olarak Soner Yalçın gösteriliyor. Belgeye göre beni çalıştıran kişi de Nedim. Peki, Soner Yalçın ya da Nedim Şener’in bana talimat verdiklerine, beni çalıştırdıklarına ilişkin en ufak bir bilgi kırıntısı var mı? Yok. Soner Yalçın’la benim herhangi bir irtibatım var mı? O da yok. Hayatım boyunca kendisiyle hiç karşılaşmadım. Tümüyle farklı dünya görüşlerine sahibiz. Kendisiyle tek bir temasım oldu; 2008 senesinde OdaTV’de beni eleştirirken eşimin de adına yer verdikleri bir haber üzerine, kendisini aradım ve yaptıklarına kızgınlığımı ilettim. O kadar.

Savcının iddiasını ciddiye alırsak eğer, “Sabri Uzun” isimli dijital dokümanda yazılanlar Soner Yalçın tarafından kaleme alınmış. İddiaya göre Soner Yalçın'ın bana örgütsel talimatlarıymış bu belgelerde yazılanlar. Soruşturma dosyasından öğrendiğimize göre Soner Yalçın'ın telefonları tutuklandığı güne dek yıllardır dinleniyormuş hatta ortam dinlemesi bile yapılmış. Elektronik postaları da takip edilmiş. Kendisi de fiziki takip altındaymış. Yetmemiş 1990'lı yıllarda çalıştığı “2000'e Doğru” dergisinin arşivlerindeki yüzlerce yazısı dahi didiklenmiş. Peki, bunca araştırmaya rağmen Soner Yalçın ile Ahmet Şık arasında yüzyüze, telefonla, elektronik haberleşme yoluyla herhangi bir irtibat bulunabilmiş mi? Hayır, çünkü yok. O halde yanıtını merak ettiğim soru şudur. Bu talimatlar bana vahiy yoluyla mı geldi?

Peki arkadaşım ve meslektaşım Nedim Şener’in beni çalıştırdığına ilişkin bir delil var mı? Yok. Üçüncü bir kişiden almış olduğum bir talimat var mı? O da yok. Ne var? Kimin yazdığı ve kime yazıldığı belli olmayan word belgesi denilen bir yazı var, o kadar. Ergenekon soruşturmaları başladığı günden bu yana, Türkiye’nin en az yarım asırdır canına okuduğu söylenen, 4 yıldır süren soruşturmalar vesilesiyle her kanlı ve karanlık provokasyonunun ardında gizlenen bir güç olduğu iddia edilen bir örgütün var olduğuna inanmamız isteniyor. Evet, böyle bir örgüt vardır. Kökleri devletin içindedir. Tüm bileşenleri ve kurumlarıyla birlikte devletin kendisidir. Adı derin devlettir, kontrgerilladır, şimdilerde eksik ve yanlış bir şekilde “Ergenekon” diye anılıyor. En kıytırık örgütün bile gizlilik konusunda azami özen gösterdiği herkes tarafından bilinmekteyken örgütsel doküman denilen ve örgüt talimatı olarak nitelenen ve gizliliğe dikkat edilmesine vurgu yapılan belgelerde herkesin adının, kimliğinin açık seçik yazılmış olmasını ben kendime izah edemedim. Siz edebiliyor musunuz? 1950’lerden beri karda yürüyüp izini belli etmeyen, ortaya çıktığında her bir izi polisi, MİT’i, askeri, yargısı ve politikacısıyla el birliği ile silinen bu örgütten böylesine gizliliği ihlal eden hatta ‘şeffaf’ diyebileceğimiz örgütsel talimat dokümanları yazabileceğine kimi, nasıl inandırabilirler? Bunun adı aptallık değilse şu olabilir: Bu belgeleri üretenler hedefine koyduğu her kişi, kurum ve kuruluşu Türkiye kontrgerillasının kanlı ve karanlık geçmişini soruşturmaktan çok uzak olan Ergenekon torbasına doldurmak istemiştir. Böylece nihai hedefinin ne olduğunu henüz tam olarak bilemediğimiz amaçları için ‘dikensiz gül bahçesi’ yaratılmak istenmiştir.

Aleyhimdeki son delil yazdığım kitap çalışması. Bu kitabın hem kendisi, hem de üzerindeki notlar suçlamaya delil olarak gösteriliyor. İddiaya göre; taslaklardaki notlar bana yazılan talimatlarmış. Bu arada ben savcılık sorgusunda bu notların hepsini sahiplenmişim ama sonra notların benim olmadığı ortaya çıkmış.

Savcılıkta bana kitabımın OdaTV’de çıkan nüshasından üç cümle okundu ve bunların kime ait olduğu soruldu. Bunlar benim kitap üzerine aldığım notlarım olduğu için “benim olduklarını” söyledim. Bu konuda hala şüphesi olan varsa lütfen, 53 nolu ek klasörün içinde, 27. ve 36. sayfalar arasındaki kendi el yazımla aldığım notlarıma baksın. Görüleceği üzere kitap üzerindeki notlar, ekran karşısında değilken, not defterine el yazısıyla aldığım notlar ile aynıdır. Ekran karşısına geçtiğimde not defterime yazdıklarımı ait oldukları yere işledim. Konu bu kadar basittir.

Tutuklanmamdan sonra kendi bilgisayarımdaki taslaklar da savcılık tarafından incelenmiştir. Burada farklı notlar olduğu ve bunların bana ait olmadığı ortadadır. O halde bu yeni bulunan ve farklı olan notlar için, savcılığın beni çağırıp bunların ne olduğunu, kime ait olduklarını sorması gerekmez miydi? Elbette ki amacı gerçeğe ulaşmak olan bir savcı böyle yapardı. Bu yapılsaydı bunların haber kaynaklarımdan biri tarafından yazıldığı bilgisini verir ama elbette ki mesleki sorumluluğum gereği haber kaynağımın kim olduğunu açıklamazdım. Bununla birlikte tek tek tüm notların ne olduğunu, yazdığım kitapta neye tekabül ettiğini açıklardım. O zaman da savcılık, bunların talimatla hiçbir alakası bulunmayan, haber kaynağı notları ve yorumları olduğunu kolayca anlardı. Ne yazık ki savcılığın amacı gerçeğe ulaşmak olmadığı için bu soruları bana sormadı. Böylece de talimat olmayan ama savcılığın talimat diye nitelendirdiği tırnak içerisinde söylüyorum “talimatlarla” örgüte yardım için kitap yazan biri oluverdim. Talimat olmayan “talimatların” sanığıyım.

Evet; kitabımı şekillenmeye başladığından itibaren meslektaşlarımla paylaştım. Fikirlerini sordum. Avukatlarımla paylaştım, varsa hukuken sakıncalı kısımlarını göstermelerini istedim. Önceki kitabımın editörüyle paylaşıp onun basıp basmayacağını sordum. Oradan herhangi bir cevap gelmeyince, kitabımı başka bir yayınevine daha gönderdim. Oradaki editör okudu beğenmediğini bildiren bir görüş verdi. Ben de buna karşı sonuna kadar kitabı savunan bir cevap yazdım. Bu bahsettiğim konulara ilişkin tüm e-posta örneklerini tutukluluğa itirazlar sırasında sundum. Dosyadaki telefon görüşmelerimde tüm dostlarımın kitap yazdığımdan haberi olduğu açıkça görülüyor. Şimdi soruyorum, örgüt dokümanı böyle mi hazırlanır? Bir terör örgütü için kitap yazılacaksa böyle mi yazılır, böyle mi yayımlanır? Ya da soruyu değiştireyim bir terör örgütüne yardım için yazılan kitap bu kadar aleni olabilir mi, yazarı tarafından bu kadar sahiplenilebilir mi? Gazeteciler, avukatlar, yayıncılar, eş-dost bu sürece böylece dahil edilir mi? Bir tek gazeteye ilan vermediğim kalmış. Üstelik iddianamede kitabı “başka birisinin adıyla” çıkaracağım iddia ediliyor. Bütün bu gazeteci, avukat, editör, yayıncıyla paylaştığım kitabımı, nasıl başka birisinin adıyla çıkarabilirim? Bu kadar saçma bir iddia olabilir mi? Ama bu saçma iddiayla 10 aydır cezaevinde tutuluyorum.

Bu dava sadece gazetecilerin yargılanması değildir, bizzat gazeteciliğin yargılanmasıdır. Çiğnenen sadece bir gazetecinin ifade özgürlüğü değil, bir toplumun bilgiye ulaşma özgürlüğüdür. Kitabımda, gerçeğe aykırı ya da karalamaya yönelik tek satır yoktur. Şiddete çağrı, terör örgütü propagandası ya da suçluyu övme manasına gelecek tek bir cümle de yoktur. Nitekim iddianamede de bu yönde hiç bir iddia bulunmamaktadır. İddianamenin suçlamalarını ve iddialarını reddediyorum.

İlk günden bu yana söylediğimi bugün burada bir kez daha tekrarlıyorum: Burada yargılama konusu yapılan gazetecilik faaliyetleridir. İfade özgürlüğünün yasal kılıf uydurularak bir kez daha ihlal edilmesidir. Yasaların koruması altında olan, gazetecinin haber kaynağının gizliliğinin ortadan kaldırılmasıdır. Bunun aksini iddia edenler güce ve iktidara sahip olup hukuku ayaklar altına alarak kin ve intikam duygusuyla hareket edenlerdir. Çok açık bir şekilde “artık bizim istemediğimiz konularda yazamazsın” diyorlar.

Her kim olursa olsun bu düşünceyi dile getiren ve destekleyenlerin yaptığı haddini bilmezlik değilse nedir? Sorunun yanıtını bu totaliter zihniyetin savunucuları versin. Ancak benim ve benim gibi düşünenlerin bu baskıcı zihniyete karşı bugüne kadar verdiği ve bundan sonra da söylemekten geri durmayacağı yanıt bellidir: “Yansak da dokunacağız.

Zaten tam da bu nedenle gazetecilik tarafsız bir meslek değildir. Doğru ve yanlış gerçek ve yalan, haklı ve haksız, zalim ve mazlum arasındaki karşıtlıkta ve elbette ki adaletsizlikte gazetecinin tarafı bellidir. Doğrunun, gerçeğin, haklının, mazlumun ve elbette adaletin yanında olmak. Ama artık doğru olmayan doğrunun, gerçek olmayan gerçeğin, haksız olan haklının, zalim olan mazlumun ve adaletsizliğin yanında saf tutan gazeteciler olmamız isteniyor. Hem de bunu kanun kılıfına sokulmuş hukuksuzluklarla, çeşitli baskılarla yapıyorlar.

Peki, haberciliğin, gazetecilik faaliyetlerinin sınırlarını, yazılacak kitapların konusunu, polisler, savcılar, siyasetçiler mi belirleyecek? Eğer öyleyse ve bugün bunu da bir mahkeme salonunda konuşuyorsak bu kuralın geçerli kılınmaya çalışıldığı bu ülkenin rejiminin adı nedir demokrasi mi? Yoksa, adaleti ortadan kaldırarak endişe ve paranoyanın topluma hakim kılınmak istendiği bir korku diktatörlüğü mü? Gazetecinin susturulması halkın susturulması demektir. Ve sessizlik sadece totaliter rejimlerin, korku ve baskıyla hükmünü sürdüren iktidarların vazgeçilmez silahıdır.

Sessiz kalmayanlara reva görülenlerin bir örneği de bu davanın kendisidir. En hafifinden deli saçması diye tanımlanacak bir durum var ortada. Polis andıçlarıyla habercilik yaptığını sanan bir avuç özel yetkili gazeteci ve yorumcunun yalanlarına karşın herkes bu saçmalığı dile getirdi. O koca koca yalanlar gerçekleri gizleyemedi, karartamadı. Hatta öyle ki benim için “Gazeteci değil terörist” hükmünü vererek kitapları bombaya benzetenle, yaşanan hukuksuzluğu demokrasinin yara alması değil de tüccar bir zihniyetle “reklam çalışması” olarak görenler dahi susuyor artık. Zihniyet dünyasındakileri dile getirdiği bu sözleriyle aynı zamanda adil yargılamayı da etkileyenlerin bu suskunluğu umarım ve varsa hicap duygusundandır.

Bir yandan böylesine naif bir umut taşırken öte yandan tarafını doğrular ve adaletten yana seçenler için 2011 Türkiyesi’nde işlerin daha da zorlaştığına tanık olduğumuz örnekler çoğalıyor her gün. Amaç gerçek muhaliflere bulaşmak; susturmak, gözdağı vermek farkındayım. Bu yüzden yalanlar ve hatta suç sayılmaması gereken faaliyetler üzerine kurulan suçlamalarla öğrencisinden, profesörüne, gazetecisinden yayıncısına kadar muhalif herkes hapishanelere dolduruluyor. Ne ile ve nasıl suçlandığınızın da bir önemi yok. Çünkü “Ben suçlarım sen kendini aklamaya çalışırsın” yöntemiyle garip bir hukuk sistemi geçerli kılınmaya çalışılıyor.

Hedefe Konulanlar için yargı suçtan önce geliyor. Hüküm peşinen veriliyor. Bu hükümleri vermekle görevlendirilmiş bazılarının şu günlerde kapatılması için uğraş verdikleri Ekşisözlük isimli İnternet sitesinden bir yazarın ifade ettiği gibi, “Cezasını arayan suçun değil, suçunu arayan cezanın ülkesi artık Türkiye.”

Halbuki demokrasi kültürünün ve adaletin yerleşik olduğu her rejimde hukuk suçlayanın suçu ispat etmesi temeline dayanır. Bunu da somut, inandırıcı ve elbette gerçekliğinden kuşku duyulmayan delillerle yapması istenir. Türkiye'de son yıllarda en çok eleştiri yöneltilmesine karşın pervasızca ve genişleyerek süren soruşturma ve davalara baktığımızda bu temel kurala uyulduğunu söyleyebiliyor muyuz? Ya da bu yargılama süreçleri hukuki mi?

Bir demokraside masumiyet karinesi esastır. Savcılar tıpkı aleyhe deliller gibi, zanlılar lehine olan delillerin de tümünü toplamak zorundadır. Bütün delillere rağmen gerçek, yakın, objektif bir tehlike ve makul ölçülerde güçlü şüphe unsuru olmadıkça bir insanın tutuklanması adil yargılanma ilkesine de aykırıdır. Ancak bu ceberut devlet herhangi birini bir kez suçlamaya görsün, bırakın aklanmayı mahkeme önüne çıkmak için bile 10 ay hapishanede kalıyorsunuz. Demokratik bir ülke; adil yargılanma, masumiyet karinesi, fikir ve ifade özgürlüğü gibi değerler üzerine kurulu olmak zorunda değil midir? Bu soruyu sorunca yargının hikmetinden sual olunmayacağı söyleniyor. Ama bu ülkede yargı denilince herkes aynı dertten, taraflılık ve siyasallaşmadan muzdarip değil mi?

Biliyoruz ki bu sorun hiç de yeni değil. Türkiye yargısı her zaman taraflıydı, her zaman siyasallaşmıştı. Çünkü her dönemde müesses nizamın sahibi kimse onun sözcüsü ve onun ideolojisinin güdümündeydi. Bugün yaşananlar da bundan ibarettir. İlginç olansa bu gerçekliğin herkesçe biliniyor olmasına rağmen en yetkili ağızlar hep aynı yalanı tekrarlıyor: “Yargı bağımsızdır.” Sonra da emir kipinde bir öğüt veriyorlar: “Yargıya güvenin!”

Ancak ortada akıl mantık ve vicdan sınırlarının çok ötesinde bir hukuk katliamı var. Birçok benzemezin bir araya getirildiği bu dava aynı zamanda “yargı bağımsızdır, yargıya güvenin” şeklinde dile getirilen bu sözde etik ve siyasal doğrucu tavrın ne kadar doğru olduğunu da hepimize kanıtladı. Bir kez daha hukuka değil vesayeti elinde tutan güç sahiplerine saygı duyulduğunu gördük, yaşadık, yaşıyoruz.

Güvenmem istenen yargı tarafından hazırlanan iddianamede bana yöneltilen suçlama şöyle:
“Varolduğu iddia edilen Ergenekon Terör Örgütüne
Üye olduğu iddia edilen Soner Yalçın'ın
Yazdığı iddia edilen ve örgütsel doküman olduğu iddia edilen bir takım talimatlar uyarınca
Ergenekon’a üye olmadan örgüte yardım yataklık ettiği iddia edilen Nedim Şener'in yönlendirme ve yardımda bulunduğu iddia edilerek
Örgütsel doküman olduğu iddia edilen
İmamın Ordusu isimli kitabımı Ergenekon talimatlarıyla yazdığım iddia edilerek
Örgütsel hiyerarşi içinde yer almadan örgüte yardım ve yataklık ettiğim iddiasıyla Ergenekon üyesi olarak cezalandırılmam gerektiği iddia ediliyor.

İçinde 10 kez “iddia edilen” geçen 74 sözcükten oluşan bu kadar karmaşık ve tumturaklı bu suçlamaya ilişkin olarak “ortada delil var mı?” sorusunun yanıtı ise 3 harfli tek bir sözcük: YOK.

Ancak bu durum bile tutuklanmam ve tutuklu kalmam için yeterli bulunmuş.

Kanun kılıfına sokulmak istenen bu hukuksuzlukta; delil diye öne sürülen dokümanların ne kadar tutarsız ve düzmece olduğuna dair ben detaylı açıklamaya girmeyeceğim. Ancak, basımı hukuka aykırı biçimde engellenen kitabımın da “Gazetecilik faaliyetlerinin yargılama konusu yapılmadığı” iddiasındaki bu davada suç delili olarak gösterilmeye çalışıldığını belirterek birkaç şey söylemem gerekiyor:

İsmini “imamın ordusu” koymayı düşündüğüm kitabımla ilgili bilirkişi iddiasındaki polislerce hazırlanmış bir inceleme tutanağından yola çıkılarak suçun kanıtı olmuş bu kitap çalışması. Tam bir cehalet örneğinin sergilenmesi bir yana tamamıyla yalanlar üzerine kurularak mahkemeleri yanıltma amacı güden bu inceleme tutanağına bakılırsa suçlarımı şöyle sıralayabilirim.

- Gazeteci olmak
- kitap yazmak
- kitap yazarken notlar almak
- kitap yazarken haber kaynakları bulmak
- kitap yazarken ilerleme kaydedip sayfa sayısını artırmak
- not aldığı eksiklikleri kaydederek kitabın ilgili kısımlarına eklemek
- imzasız ve uydurma bir dijital dokümanda adı geçmek

Gazeteciliğin ve kitap yazmanın bir suça dönüşmesinin yolunu açan Ulusal Medya 2010 word dosyasıyla kitabımı polis 6 başlık altında kıyaslamış. Bu başlıkların ilk 3'üne göre Ergenekon soruşturmalarının siyasi olduğunu ve AKP ile her kötülüğün iyilik suretinde göründüğünün kanıtı malum Cemaat'e muhalif isimleri hedef aldığını yazmak bir suç.

 Dördüncü maddeye göre “yandaş medya” demek ve böyle bir medya olduğunu ifade etmek Ergenekon üyesi olmak için yeterli. Ayrıca “uzun tutukluluk” gibi insan hakları ihlallerinden bahsetmek de kişiyi zanlı yapabiliyor. Beşinci maddeye göre yazdıklarınız Ergenekon davasının sanıklarının savunmalarıyla bir kez hemfikir olursa suçlanabilirsiniz. Altıncısı ise Ergenekon operasyonunu yapan savcı ve polislerin, yanlış ve hukuksuz icraatlarını eleştirmek Ulusal Medya 2010 belgesi sayesinde artık yasak.

Adı inceleme tutanağı olmasına karşın, tıpkı savcının iddianamesinde yaptığı gibi “anlaşılmıştır”, “tespit edilmiştir” gibi kesinlik belirten ifadelerin bolca yer aldığı bu metinle ilgili olarak da bir hatırlatmada bulunmak gerek. Polis delil ya da delil olması muhtemel materyalleri dokümanları toplarken elde ettiklerinin muhteviyatını, niteliklerini, nerede, ne zaman ve nasıl elde ettiklerini raporlaştırır. O materyal ve dokümanları incelemek hukuk mantığı ve ceza hukuku kapsamında değerlendirmek, polisin değil savcının kanuni görevi ve zorunluluğudur. Aksi bir davranış görev suçu olduğu gibi; polis açısından da yetki gaspı anlamına gelir. Kitabımla ilgili de böyle bir yol izlenmiş. Kitabın konusuna dahil oldukları çok açık olan polisler, bilirkişi adı altında inceleme tutanağı hazırlamışlar. Adı tutanak ama yukarıda belirttiğim gibi adeta mahkeme hükmü gibi. Sadece verilecek cezayı belirtmemişler. O noktada işin savcıya, hakime düştüğünü bir bilen söylemiş olsa gerek. Polisler cezamı kesmemiş ama kitabımı nasıl ve kimlerle, ne amaçla yazdığıma kadar birçok saçmalığı ardı ardına sıralamış.

Bu taraflı, kötü niyetli ve yalanlarla donatılmış kitap inceleme tutanağına dair savcılığın yapması gereken ama nedense yerine getirmediği bir görevi ben yaptım. Kitabımın son hali ile, Oda Tv bilgisayarında bulunduğu iddia edilen taslağı ve inceleme tutanağını karşılaştırdım.

Örgüt talimatı denilen notların hangisinin tarafımdan yazıldığı; hangisinin isim, yer, tarih ve olaylara ilişkin düzeltmeler olduğu; hangisinin bir yanlış yapmamak için titizlenen bir gazetecinin farklı kaynaklardan edindiği bilgilerden doğruya ulaşma çabasının ürünü olduğu açıklıkla ortaya çıktı.

Önemle belirtmem gerekirse; bir fiili suç ilan eden failin değil, o fiilin niteliğidir. Adı hükümet, cemaat, yargı ya da polis olsun bir güç odağını eleştirmek, demokratik rejimlerde suç teşkil etmez. Tıpkı bu tutanakta imzası olan polislerin yaptığı gibi, genel bağlamından koparılan cümleleri, saçma sapan bir metinle eşleştirmeye çalışarak suç icat etmek zihniyet polisliğidir. Ve bu tür hukuksuzluklar demokrasilerde değil, diktatörlüklerde ve faşist rejimlerde gerçekleştirilir.

Evet, aylardır süren tutukluluğuma gerekçe yapılan polis inceleme tutanağının, kasıtlı ve kötü niyetli olmak ve elbette görevi kötüye kullanmak için sakladığı gerçekler bunlardır. Hal böyle olunca şöyle bir tespit ve öneride bulunmak yerinde olacaktır:

Kitabım İmamın Ordusu ile ilgili örgütsel doküman olduğu iddiasında bulunan bu polis inceleme tutanağının kendisi bir örgütsel dokümandır. O örgütü bulmak isteyen bir cesaretli savcı varsa eğer, bizzat kitabım İmamın Ordusu yol gösterici olacaktır.

Dolayısıyla; yaşanan tüm bu sürecin polisin kurduğu bir pusu, kimi devlet görevlilerinin rol aldığı bir komplo olduğu apaçık ortada. Delil diye ortaya konulanların sahteliği de son derece açık. Aslında durum bu kadar açıkken neden cezaevinde olduğuma da şaşırmamak gerekiyor.

Ancak sorun şu ki zihniyetiyle, savunduğu fikirlerle, ortaya konan planlarıyla hiçbir zaman bir araya gelemeyeceğim bir örgütün üyesi olduğum öne sürülüyor. Daha önce de söylediğim gibi böylesi bir suçlamayı zül sayarım.

Aslında siz de biliyorsunuz; adaletten hukuktan yoksun, sahte ve düzmece belgelerle yürüyen bu dava da sahtedir, göstermeliktir, geçersizdir. Hukuki bir yargılama değildir. Aksine politik bir yargılamadır. Ve eğer beni mahkum edemezseniz bu komployu düzenleyenlerin, gerçek suçluların peşine düşmeniz ve onları mahkum etmeniz gerekir. Yapmanız gereken beni yargılamak değil, bu pervasız komplonun kimler tarafından kurgulandığını ortaya çıkarmaktır.

Sizler de biliyorsunuz ki hakkımdaki iddiaların tümü yalandır. Özgürlüklerle birlikte hukukun da yok edildiği yasaların iğdiş edilip tanınmaz hale getirdiği baskı rejimlerinde, diktatörlüklerde hep böyle senaryolar üretilir. Oraların zalimleri de sahibinin sesi medyasıyla “onlar terörist” der. Oraların haktan, hukuktan, adaletten nasibini almamış taraflı-bağımlı memurları da benim gibi “teröristleri” tutuklar. Oralardaki kimi medyacılar da polis, savcı, yargıç olup cellat kılığına girer. Yakalar, suçlar, hüküm verir ve infaz eder.

Yani bu davayla da tarih bir kez daha devrildiği halde hiç değişmeden kalan bir iktidarın öyküsünü anlatıyor. Eskisini, kendinden öncekini alaşağı eden her gücün, içinde devirdiğinin kötü tohumlarını barındırdığını yine kanıtlıyor. Girdiği kabın şeklini almakta pek bir mahir olan medya eliyle, psikolojik harp teknikleri hayata geçirilip demokratik muhalefet etkisizleştiriliyor. Polis ve yargı eliyle de muhalif olanlar kanun kılıflı hukuksuzluklarla cezaevlerine atılıyor. Yani adına Ergenekon denilerek soruşturulduğu iddia edilen derin devlet yöntemleri hala tedavülde. Sadece sahipleri değişti o kadar. Ama bilmelisiniz ki ben ve benim gibi düşünenler, yani sahibinin değil aklının ve vicdanının sesine kulak verenler, tıpkı öncekine olduğu gibi aynı yöntemleri kullanan bu yeni Ergenekon'a da karşı olmaya devam edecek. Bu yüzden herkesin bildiğini bir kez daha tekrarlamakta fayda var. Tarihte hesabı sorulmamış hiçbir suç kalmamıştır. Bu kez de kalmayacak. Tarih, her şeyi ve herkesi hak ettiği yere koyacak. Kimimizi yazdıkları ve söyledikleriyle, kimimizi de verdikleri kararlarıyla. Kaynak:habervesaire.com

Odatv Davasında Hanefi Avcı'nın Savunması

Odatv Davasında Hanefi Avcı'nın Savunması
Odatv Davasından yargılanan  Hanefi Avcı savunması yapıyr. Ayrıntılar gelecek...

Mümtazer Türköne Atatürk Kültür Dil Ve Tarih Kurumu Üyeliğinden İstifa Etti.

Mümtazer Türköne Atatürk Kültür Dil Ve Tarih Kurumu Üyeliğinden İstifa Etti.
Atatürkçülüğü hakaret syaraım diyen, Prof. Dr. Mümtazer Türköne, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Kurumu üyeliğinden istifa etti.

Mümtazer Türköne İstifa Etti

Mümtazer Türköne İstifa Etti 
Prof. Dr. Mümtazer Türköne, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Kurumu üyeliğinden istifa ettiğini açıkladı.

Hakan Şukür Televizyonda Yorumculuk Yaparsa Milletvekilliği Düşer Mi


Hakan Şukür Televizyonda Yorumculuk Yaparsa Milletvekilliği Düşer Mi
AKP İstanbul Milletvekili Hakan Şükür’ün televizyonda  yorumculuk yapması milletvekilliğini düşürür mü sorusu TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu'ya soruldu.

Burhan Kuzu  Şunları Şöyledi:
Vekillik ile bağdaşmayan bir iş yaptığın zaman milletvekilliği düşer. Ağır yaptırımlar var

Hakan Şükür'ün Yorumculuk Yapması Doğru Mu

Burhan Kuzu, "Bilsem emin olur söylerim, Bu mesele... Bize bir kaç dosya geldi geçmişte. Adam işadamı işyerini kapatmış, kapatsa da kardeşi üzerinden götürüyor. Bir yığın iddialar, ’imza atıyor da atmıyor da’ diye. Buraya geldiği zaman işin içinden çıkamıyorsun, zor yani. 3-4 dosya baktık 8-10 yıl içerisinde. Milletvekilliği düşmeye sebeptir bunlar. Vekillik ile bağdaşmayan bir iş yaptığın zaman milletvekilliği düşer. Ağır yaptırımlar var. Çünkü yaptırımı ağır. Burada adama, bu doğru desen... Netse zaten kolay, şüpheli durumunda ’bu doğru desen’ adamın vekilliği bitecek"

Milletvekilinin Dışardan Para Alması Doğru Mu
Burhan Kuzu, "Konu para alıp almama meselesinden öte, bu tür konular milletvekilliği ile bağdaşır mı bağdaşmaz mı meselesi. Ben üniversitede derse girmek istiyorum. Bir teşebbüsüm olmadı ama bazı arkadaşların geçmiş yıllarda oldu fakat izin vermediler, ’hem de para almaksızın derse girmek istiyorum’ diye. 2001’de AK Parti kurucu üyesiydim, üniversitede derse giriyordum, ana bilim dalı başkanıydım. 1,5 sene derse girdim, sonra vekilliğe geçtim. Bunu öğrenciler bilirdi ama ben hiç bir zaman bunu ne dersime ne soruma ne de hareketime yansıttım" 

"TBMM Genel Kurulu Çalışırken, İstanbul’da Maç İzlenip Yorum Yapmak Doğru Mu
Burhan Kuzu, "Olayın etik boyutu ayrı bir konu. Evvela bu meselenin hukuki boyutunu görüşmek lazım. O da çok net değil, net olsa söylerim"

Sizin De Bu Durumdan Rahatsızlığınız Var Mı
Burhan Kuzu, "Rahatsızlık konunun berrak olmamasından kaynaklı, konunun kendisi sıkıntılı. Önce onu netleştirmek lazım. Yeni anayasa yapılıyor, önce onu netleştirelim orada, sonra konuşuruz"

Etik Olarak Doğru Mu 
Burhan Kuzu, "O adama göre değişir, kimi yapar kimi yapmaz"

Siz Yapar Mıydınız?
Burhan Kuzu,  "Ben parasız derse girmek isterdim"