Mahir Sayın, bu operasyonun devrimcilere bir komplo olduğunu
düşünüyor. Sayın, eski Kurtuluşçu Necdet Kılıç ve Hanefi Vacı
ilişkisinden haberi olmadığını, bilgisi olsaydı Kılıç’ı semtine bile
uğratmayacağını söyledi
Mahir Sayın, İsviçre’ye gittikten bir süre sonra, polis Devrimci
Karargah Operasyonu başlattı ve İstanbul’da çok sayıda devrimci ile,
Eskişehir eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı’yı da gözaltına alındı.
Sanıklar tutuklanınca, yandaş medyada örgütün lideri olarak Mahir Sayın
gösterildi. Sayın, e mail aracılığı ile sorularımızı yanıtladı.
Sizin etrafınızda bir komplonun döndüğü kesin. Siz de ‘komplo
açığa çıksın döneceğim, ifade vereceğim’ dediniz. Geçen sürede
kamuoyunun bildiği şeyler dışında yeni bir bilgi edindiniz mi? Olup
bitenler nasıl bir çerçeveye oturtuluyor?
4 Nisan 2009’da İstanbul’da Orhan Yılmazkaya çatışmada öldürüldü ve
Selimiye kışlasına havan atılmasıyla kulağımıza takılmış olan Devrimci
Karargâh isimli örgütün varlığından hep birlikte haberdar olduk. Örgüt
daha önceleri Sosyalist İktidar Partisi içerisinde çıkan bir ayrılıktan
neşet etmiş. Bedreddinciler olarak 2005 yılında SDP’ye katılmışlar ve
daha sonra kanımca içlerinden bir kısmı öncü savaşı türü bir anlayışı
benimseyerek SDP’nin uzaktan yakından alakası olmadığı bir rotaya
girmişler. SDP genel başkanı ve MYK üyelerini örgütle ilişkilendiren
işte bu ilişkidir. Öncü savaşı rotasını benimseyen kesim daha sonra Dev -
Sol ve Partizan Yolundan kalan birileriyle bir araya gelip PKK
kamplarında eğitim görüyor ve silahlı mücadeleye sanırım Selimiye
eylemiyle başlıyorlar.
AKP binası ve Selimiye eylemi gibi birkaç eylemden sonra Orhan
Yılmazkaya’nın öldürülmesiyle birlikte örgütün çok önemli bir kesimi
tutuklanıyor. İkinci bir operasyonla da tutuklama genişliyor. O kadar
ki, bizim operasyona galiba DKÖ’den tutuklayacak kimseyi bulamamış
olmalılar; zira tutuklananlar arasında sadece SDP’liler, TÖP’lüler,
Necdet Kılıç ve Hanefi Avcı var. Bir de galiba hepsini birleştiren ben!
Neoliberalizmin esnek çalışma sistemine benziyor; Ana firma yok ama ona
çalışan bir yığın yan firmalar var.
Gizlilik kararı alınmış olduğundan yeni iddialarda neler var
bilmiyorum ama eski dosyaları incelediğimde bugün suçlanan insanlar için
hiçbir doğrudan suçlama söz konusu olmadığın gördüm. Bütün mesele söz
konusu partiden birilerinin silahlı mücadele yoluna girmiş olmaları. Bir
de bazıları öldürülen insanın cenazesine katılmak gibi ağır bir suç
işlemişler. Bununla kimseyi suçlamak mümkün değildir.
Peki bütün bunların sizinle ilişkisi ne? Nasıl kuruluyor?
Benim ilişkim ise incelenen bir bilgisayarda Toplumsal Devrimler
Ansiklopedisi için Kurtuluş Hareketi üzerine belki 20 yıl önce yazdığım
bir makalemin çıkmasından ibaret. Üç dört kitap ve yüzlerce makale
yazmış bir yazarın makalesini bulundurmuş olmak ilişki olacak ise benim
dünyada yargılanmayacağım dava kalmaz.
Bunların hiç biri zaten suçlama nedeni değil. Tutuklananlar somut
olarak nelerle suçlandıkların anlamadıklarını söylüyorlar. Ama o kadar
pervasız ve yaptıklarının hesabının sorulamayacağından eminler ki,
yargıyla alay edercesine “son tezgah” sıfatıyla adlandırdıkları gizli
tanık tam da neoliberalizm mantığına uygun biçimde bu örgütün eski tipte
değil “ileri teknoloji kullanan yeni tipte bir yapı” olduğunu iddia
ederek durumu akla uyduruyor. Yani yasal planda kurulması için çaba
gösterdiğimiz Çatı Partisinin bambaşka bir konsept içerisinde DKÖ
olduğunu iddia ediyor ve bu iddialara TC yargısı da itibar ediyor.
TC polisi artık yeni bir yöntemle çalışıyor. Suçu ispat etmekle
uğraşmıyor; suçluyu ilan ediyor ve artık suçlanan masumiyetini
ispatlamakla yükümlü oluyor. Bütün totaliter rejimlerin kullandığı
masumiyetini ispatlama sendromudur bu ve neoliberalizmin ihtiyaç duyduğu
totaliter devletin hegemenoyası da buradan geçmektedir. Örneğin Tuncay
Yılmaz’a, tekel direnişi sırasında (Şubat 2010) yaptığımız bir telefon
görüşmesi soruluyor. Tuncay Yılmaz beni kaybetmiş ve telefonda soruyor:
-“Abi nerdesin? Yanıtlıyorum:
-“Gel, gel, Maydanoz Kahvedeyiz. İşçiler, sendikacılar, devrimciler, herkes burada. Burada devrimci bir karargah kurduk!”
Maydanoz Kahve, direniş alanında bulunan bir kahvenin adı. Tuncay bu
suçlamayı duyunca “bu şaka ya, böyle suç mu olur mu?” diyecek oluyor
ki, sorgucu gayet emin, “o size göre öyle!” diye yanıtlıyor. Ayrıca
Demokrasi İçin Birlik Hareketi DKÖ ile hiçbir alakası olmasa da
“Öcalanın talimatıyla yaratılan bir mekanizma “ babından sorgunun (bu
arada sorgunun adının da videolu mülakat olduğunu öğrendik) tamamlayıcı
parçası oluyor.
Bu kadar birbiriyle alakasız görünen insan yan yana getiriliyor ama
tiyatronun asıl önemli sahnesi bundan sonra: Eski İstanbul İstihbarat
Dairesi başkanı, Eskişehir Emniyet müdürü, bizim işkence faaliyetleri
ve susurluk vakasından bildiğimiz Hanefi Avcı “dava arkadaşımız” olarak
yanı başımızda ortaya çıkıyor. Suçlama müthiş: Tam 35 yıl bizi yakalamak
için didinmiş bir polis bizim post modern örgütümüze yardım ve yataklık
etmiş!
Kim, nasıl, ne, nerede, neyle, ne zaman filan gibi soru zamirleri
zihnimizde aletli jimnastik yapmaya hazırlanırken öğreniyorum ki, bana
“aman kaç, geliyorlar” haberini iletmiş. İşte örgütle şimdilik bilinen
ilişkisi, yardım yataklığa bu. Kendi kaçmıyor, başka kimseye kaçın
demiyor. Bir tek bana önem veriyor. Demek epeyce önemli biriyim onun ve
tüm bu post modern örgüt için. Bense gelen habere aldırmadan, Ankara,
Antakya, İstanbul, İzmir, Aydın, Sisam, fink atıyorum. Hatta bir ara
Davutlar’da reklam filmi çeken “görevliler” beni de iyice bir
çekiyorlar.
Ben vatani görevini yerine getirmemiş biri olarak 2002 yılında TC
vatandaşlığından çıkarılmışım. Bunu 2004’de öğrendikten sonra İsviçre
vatandaşı oldum. Dolayısıyla İsviçre kimliğimle 14 Eylül’de Sabiha
Gökçen Havaalanından Türkiye’yi “normal şartlar” altında terk ettim.
Beni çoktandır arıyorlardıysa benim TC gümrüğünden geçememe gerekirdi.
Demek ki, beni benim gittiğimden emin olduktan sonra aramaya başladılar.
Kuşadası’ndayken gidip gitmeyeceğime emin olmadıkları için yakın takibe
almışlar ve muhtemelen telefon konuşmalarımdan da Yunanistan’ın Sisam
adasına gidip geri geleceğimi öğrenmişlerdi. O nedenle operasyonu
başlatmadılar. Nasıl olsa bir gün gidecektim. Onu da yine telefon
konuşmalarımdan öğrenmiş olmalılar. Eylül’ün 2’sinde İsviçre biletimi
aldım. Onlar da operasyon hazırlıklarını ona göre yaptılar. 21 Eylülde
benim “kaçtığımın” kesinleşmesiyle birlikte ben geri gelmeden operasyonu
başlattılar. Biliyorlardı ki, ay sonunda geri dönecektim. Bir de basına
sızdırdıkları bilgiler içerisinde “Mahir Sayın’ın kaçtığının
anlaşılması üzerine operasyonun öne alındığı” yalanı var.
Sizce bu davadan devrimciler açısından ne sonuç çıkacak?
Birincisi enternasyonalist sosyalistler bir zaman için paralize
edilmiş oldu. Zaten bir zamandır ki, saldırılar da yoğunlaşmıştı.
Antalya il başkanımız ve yönetim kurulu üyemiz, yine Edirne il yönetim
kurulu üyemiz tutuklanmış, yazı işleri müdürümüz onlarca yıl hapse
mahkum edilmiş, nato eylemleri dolaysıyla birçok arkadaşımıza dava
açılmış, ve nihayet Samsundan dört arkadaşımız da birer yıllık
cezalarını çekmek üzere hapse atılmışlardı. Buna bir de Adana il
örgütümüzün bombalanması eklendi. Halihazırda başta SDP genel başkanı
olmak üzere13 devrimci hala Silivride yatıyor ve mevcut uygulamalara
bakılırsa epey bir zaman daha yatacaklar. Cumhurbaşkanı tutuklamaların
cezaya dönüşmemesi gerektiğini söyledi ama şimdi artık bu kesin bir
uygulama. İşken nadir belki ama, şüphelendiğini at içeri ve o orada
masum olduğunu ispatlayıncaya kadar yatsın. Bu apaçık bir cezalandırma
yöntemi oldu. Tabi bunların hepsi bu suçlamalardan beraat edecekler. Ama
korkarım ki, yazdıkları, söyledikleri şeylerden dolayı yattıkları boşa
gitmesin diye başka türlü mahkûm edilecekler.
Hanefi Avcı’nın cephaneliği bitti mi? Sizce hala konuşacak sözü var mı?
Hanefi Avcı ise sonuna kadar susturulmaya çalışılacak. Çünkü
konuşmaya devam eder, söyledikleri itibar görür ise iş tam Kral çıplak
hikâyesindeki gibi olacak. Herkes biliyor ki, en azından emniyet
Fettullahçılarla doludur. Buna itiraz eden yok. Mesele bu doluluğun bir
işgale tekabül edip etmediğidir. Hanefi Avcı bunun bir işgal olduğunu
anlatıyor. İşte bu durumu ortadan kaldırmak gerekiyor. Bunu için Avcı
üzerinde her şeyi deneyecekler. Ne kadar dayanıklı çıkar, cephaneliğinde
neler var bilemiyorum. Her sonuç mümkün. AKP’yi tepetaklak edecek
sonuçların çıkması ya da Avcının bir kalp krizi geçirmesi bile mümkün
olabilir.
Ama şimdiye kadar gördük ki, ne susurluktan bir şey çıktı, ne de
Ergenekondan. Devlet fazla yediğinde arada bir bağırsaklarını
boşaltıyor. Ama bizler de bu siyasi gerçekleri bıkmadan yığınlara
anlatmaya devam etmeliyiz. Burjuva devletinin ne kirli bir yapılanma
olduğunu bu örnekleri didik didik ederek ortaya koymaktan bıkmamalıyız.
Bunların hepsi bir birikim yaratıyor. Gün gelir, Güney Amerika’yı
dolaşmakta hayalet bizi de bulur. Bu hayaleti erkenden çağırmak böyle
vesileleri ortak mücadele zemini olarak değerlendirmekten de geçiyor. Bu
memleket 60’lı 70’li yılları da yaşadı. Aynı çelişkiler duruyor; Yine
yaşar. Yaşanması için Sosyalistlerin bu olayı iktidara karşı bir koçbaşı
olarak kullanarak ortak mücadele zeminleri oluşturmaları artık epey geç
kalmış bir girişim olacaktır.
Devrimci Karargâh operasyonunda tutuklanan Necdet Kılıç’ı eski bir
Kurtuluşçu olarak tanıyorsunuz. Aynı davada tutuklanan Hanefi Avcı da
Necdet Kılıç’ın işkencecisi. Daha sonra Avcı, Kılıç’tan işkence
nedeniyle özür dilemiş, bu ikisi barışmış, arkadaş olmuş. Hanefi
Avcı’nın, Necdet Kılıç’ın telefonunu kullanması kamuoyunda her ikisi
açısından da biraz tuhaf karşılandı. Zaten Kılıç'ın telefonunu
kullandığını Avcı kitabında yazmıştı. Olayın hem Avcı hem de Kılıçla
ilgili kısmı konusunda neler söylenebilir?
Doğrusu bu ilişkiden hiçbir şekilde haberim yoktu ve bilgim olsaydı
N. Kılıç’ı semtime bile uğratmazdım. Zaten yakın ilişki sürdürdüğüm bir
insan da değildir. İlişkilerini bilmem mümkün olamazdı. Benim için eski
bir Kurtuluşçuydu. Taraf basının işi kurgulamak için ona ihtiyacı
olduğundan öne çıkarılan bir insan oldu. İşin esasına bakılacak olursa
ne bizler için ne de SDP’liler için pek de önemli olduğunu sanmıyorum.
Eskiden aynı topluluğa mensup olanlar geçmişlerinden utanç duyacak hale
gelmemiş iseler birbirlerine hep bir yerlerde rastlarlar.
H. Avcı yaptıklarından gerçekten nadim olur, eski sınıfına ihanet
eder, devrimci saflara katılır, bu durumda kimseyi geçmişiyle suçlama
hakkını kendimde görmem. Ama hala devletin bize karşı faaliyet sürdüren
bir elemanı sırf işkence ettiği bir kısım insandan özür diledi diye olan
biteni unutmak mümkün değildir. Dolaysıyla da “arkadaşlık” ilişkisi
sürdürmek benim muhayyilem dışında bir iş.
Sizi uzun bir süre önce ayrıldığınız ve hiçbir ilişkinizin
olmadığını herkesin bildiği SDP'lilerle birlikte, yine kimseyi
tanımadığınızı söylediğiniz "Devrimci Karargâh”a bağlayan polis, bu
cüreti nereden alıyor? Asıl Karargah Okyanus ötesinde demiştiniz, neyi
kastediyorsunuz?
Olayın esası şu: Her ne kadar son global kriz neoliberalizmin nasıl
bir rezalet olduğun ortaya koymuş olsa da piyasa hala bu prensiplere
göre işlemeye devam etmektedir. Neoliberalizm yığınlar için açlık ve
sefalet, dolaysıyla da isyan demek. Güney Amerika’ya bakın, bunu iyi
görürsünüz. Emperyalizmin darbe dönemi geçti, artık çıkarları
demokraside diyenler gözleri açıp Venezuella’da, Hondurasta, Ekvator’da
yapılan darbelere baksınlar. Onun için de bu politikanın uygulayıcıları
yığınları eleştiri ve ikna metotlarıyla yatıştıramayacağına göre ya açık
diktatörlük ya da parlamenter totaliter yapılar oluşturacaklar.
Askeri diktatörlük şimdilik yapacağını yaptı ve sırasını savdı. Artık
o yeni sistemin işine yaramıyor. Güncellenmesi gerekiyor. Hatta uzak
doğu sporlarında olduğu gibi “ona karşı mücadele etmek üzere”
demokratların ve sosyalistlerin gücünü de kendisine katarak totaliter
bir rejimin meşruiyetine destek sağlıyor.
Şimdi sıra totaliter bir rejimin oturtulmasında. Daha doğrusu varolan
totalitarizmin pekiştirilmesinde. Onun için de tarımın yıkılması ve
kirli savaşın köy boşaltmalarıyla kırlardan taşınıp gelmiş
muhafazakârlık örgütlenip kendisini yeniden üretir hale getirildi.
Yoksulların en büyük kısmı mezheplere dağılmış durumda. Bunlar
içerisinde de Nurcuların bir kolu olan Fettullah cemaati ABD’nin
korumaya en mazhar mezhebi liyakatini kazanmış olmak dolaysıyla
Pensilvanya’da karşı devrimci karargâhını kurmuş durumda. Oradan beri
değişik kurumları ABD ile işbirliği içinde denetim altına almanın ve
toplumu içinden denetlediği gibi üstten de denetlemenin imkanlarını
yaratmaya çalışmaktadır. Bu işte de Emniyeti aşıp diğer kurumlardan
geçerek TSK içerisinde örgütlenmeye giriştiklerini H.Avcı anlatıyor.
H. Avcı’nın bir zamanlar onlara yakın duruyor olmasının nedeni
devletin denetleyici gücünün onlar üzerinde yarattığı üstünlüğe bağlı
“hoşgörü” ve bunun sağladığı imkânlardır. O zamanlar onlar da H.Avcıya
muhtaçtılar. Ne zaman ki H. Avcı’nın sahip olduğunu düşündüğü üstünlük
cemaatin kollarını kurumlar içerisinde yaymasıyla birlikte ortadan
kalktı, Avcı da “imam”dan talimat almaya karşı kitabını çıkardı.
Fettullah Gülen’in en yakın adamı Zaman yazarlarından Hüseyin Gülerce,
H.Avcı - Gülen ilişkisini söyle anlatıyor: “28 Şubat döneminde, Hanefi
Avcı, Hocaefendi'ye ziyarete gelmiş. Ama yüz ifadelerinden anladığım,
öyle tepeden bakan, ders vermeye kalkan, şöyle şöyle yapın diyen, biraz
saygısız bir tavır içindeymiş.”
Belli ki, Gülen’in sırası geldiğinde Avcıyla görülecek bir hesabı varmış. Avcı da bunu herhalde en az Gülen kadar iyi biliyordu.
Devlet içi bu çelişki/çatışma da bize DKÖ operasyonu olarak fatura
edildi. Böylece sosyalist hareketin en enternasyonalist kesimi de
paralize edilmeye çalışıldı. Fena bir ticaret değil oligarşi adına.
Pervasız davranıyorlar zira bu işi mutlaka örtbas etmeleri gerekiyor.
Herkes biliyor ki, emniyet cemaatçi kaynıyor ve içerde müthiş bir
çatışma var. Ve cemaat bu çatışmasın bir tarafı. Diğer tarafı kim
derseniz, Ergenekoncudan, kişisel menfaat peşinde koşandan muhafazakâr
devlet memuruna kadar herkes var. Cemaat kendi varoluşunu “demokrat”
taraftarlar aracılığıyla şöyle meşrulaştırmaya ve durumu sıradanlaştırmaya çalışıyor: “Emniyet Ergenekonun elinde. Ondan
kurtarılıyor”. Hâlbuki son günlerde RTE Ergenekonun artık bittiğini,
eski TSK ile olan çatışmalı günlerin geride kaldığını ve gizli
anayasanın birlikte hazırlanarak, artık irticanın tehlike olmaktan
çıkarıldığını ilan etti. Gerçek darbelerle uğraşan yok ama olmamış
darbeleri bitiren çok. Bunu da demokrasi adına yiyen de az değil.
Susurluktan beri de Emniyette farklı bir yapılanmanın geliştiğini cümle
alem biliyor. birgun.net/SELAMİ İNCE