KÖŞE YAZILARI VE MAKALE etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
KÖŞE YAZILARI VE MAKALE etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Kasım 2011 Pazartesi

Nuray Mert Mesaj Alındı Ama Gereğini Yapmayacağım

Nuray Mert Mesaj Alındı Ama Gereğini Yapmayacağım, Nuray Mert Yeni Akit Gazetesi Ve Habervakti com Tarafından KCK Tutuklusu Prof. Dr. Büşra Ersanlı Arasında Geçen Telefon Konuşmasını Yayınlayarak Hedef Gösterilmesine Mesaj Alındı Ama Gereğini Yapmayacağım Dedi

Nuray Mert: Mesaj alındı 
Milliyet gazetesi yazarı Nuray Mert, Yeni Akit tarafından hakkında yapılan haberle verilmek istenen mesaja uymasının, yani susmasının mümkün olmadığını söyledi.

Yeni Akit gazetesi ve Habervakti com tarafından KCK tutuklusu Prof. Dr. Büşra Ersanlı'yla yaptığı bir telefon görüşmesinin kayıtları yayınlanan ve hedef gösterilen Nuray Mert, Milliyet gazetesinde yayınlanan yazısında 'Mesaj alındı ama gereğini yapmayacağım!.Bir günbaşıma bir şey gelirse mazeret mucitleri adımı ağzına almasınlar' diye yazdı..

Nuray Mert'in yazısı şöyle:

"Başıma geçen sene İstanbul-Van yolculuğunda olduğu gibi tuhaf şeyler geliyor, bu işleri bilenler 'uyarı' diyorlar, 'mesaj' diyorlar. En son olarak,KCK davasından gözaltına alınan arkadaşım Büşra Ersanlı ile temmuz ayında yaptığım bir telefon görüşmesi basına sızmış, heveslileri 'Nuray Mert, KCK'ya takıldı' başlığı ile âleme duyurma işine koyulmuş durumda. Mesaj alındı! Ama gereğini yapamayacağım.

HEPİMİZİN DOĞRULARI FARKLI
Telefonlarımızın dinlendiğini zaten tahmin ediyoruz, ama daha önemlisi, ben zaten söyleyeceklerimi açıkça yazıp altına imza atıyorum. Açıkladıklarımın dışında gizli fikir ve emellerim olmayacağını akıl ve vicdan sahibi herkes tahmin edebilir. Ama maksat başka ise, her söylenen, her yapılan olmadık yerlere çekilebilir, o konuda yapılacak bir şey yok. Bu ülkede yaşayan herkes için en doğru olduğuna inandığım şeyleri söylüyorum. Tabii ki benim doğrularımı herkesin kabul etmesi, herkesin benim gibi düşünmesini beklemiyorum. Ama hepsi bu. Yani hepimizin doğruları farklı. Bu gerçeği kabul etmek başka, uyarılar gereği (eğer buysa), doğru bildiklerimi söylemekten imtina etmek başka şey.

İKİYÜZLÜLÜĞE TANIK OLDUK
Birçok kez yazdım, dünyanın en cesur insanı değilim, kahramanlık gibi hayallerim hiç olmadı, ama doğru bildiklerimi söylemekten vazgeçersem kendime saygım kalmaz, öylesi bir yaşam sürmek mümkün değil. Sadece bu nedenle, tüm olanlar uyarı ise, gereğini yapmak elimden gelmez. İnsanın iktidardayken veya görüşleri iktidardayken doğru bildiğini yapmasının maliyeti yok, ama güçsüz pozisyonda iken doğru bildiğini yapmasının maliyeti ağır olabiliyor. Allah beterinden saklasın, ama dua etmekten başka bir şey yapamam.

En çok gücüme giden, bugünlere gelinene de kadar, demokrasiden uzaklaşma konusunda 'mazeret mucitliği' yapanların, işer bu noktaya geldikten sonra, demokratik çıkış yapma, insaniyet gösterme çabaları. Büşra'nın gözaltına alınmasından sonra bu ikiyüzlülüğe bolca tanık olduk. O nedenle, şimdiden söyleyeyim, ilerde ne olur bilinmez. Tatsız şeyler olursa, bu mazeret mucitleri lütfen adımı ağızlarına almasınlar, sahte demokratlık ve insaniyet gösterilerine girişmesinler.

ZAMANINDA DUYURULAMAZSA...
İktidarlar her zaman demokratik yollardan uzaklaşabilirler, bir memleketin aydını, demokratı zamanında sesini duyurmazsa, bu konuda ortaklaşmak yerine birbirine çamur atma, mahkûm etme, yaftalama ve dolayısı ile iktidar ilahlarının önüne 'kurban' atma derdine düşerse gerisi böyle gelir. Ben büyük sorumluluğu, iktidardan önce onlarda görüyorum. Bundan sonra ikiyüzlülüğün âlemi yok, bu kez 'iki bayram' yaşasınlar, yollarını döşedikleri 'Kurban' Bayramı da hepsine kutlu olsun!"

24 Eylül 2011 Cumartesi

PKK’nın intihar eylemi/Can Dündar Ada

PKK’nın intihar eylemi/Can Dündar Ada
Bir MİT müsteşarı zamanında “yazılmamak kaydıyla” şöyle demişti bana:
“PKK’ya terör örgütü demek zor... Arkasında bu kadar halk desteği olan bir yapıya terör örgütü deyip geçemeyiz.”
PKK, yıllar yılı dünyanın en büyük ordularından biri karşısında tutunabildiyse bunu büyük oranda bölgeden aldığı halk desteğine borçluydu.
Beslendiği iki itici güç vardı:
Devletin asırlık yanlış politikaları ve dış destek...
Devlet yıllar yılı adeta PKK’ya çalıştı:
Diyarbakır Cezaevi’nde vahşice zulmederek, bölgede halka dışkısını yedirerek, hizmeti esirgeyerek, seçtikleri temsilcilere Meclis izni vermeyerek, örgütün gücüne güç kattı.
PKK, sahneye çıkarken meşruiyetine kanıt bulmakta hiç zorlanmadı.
Her gün askere kurşun sıksa da, polise pusu kursa da, sık sık sivil can kayıplarına yol açsa da Avrupa’da ve bölgede bulduğu destek, zaman içinde azalmadı, tersine arttı.
Çünkü ”devletin yok saydığı bir halkın sesi” rolündeydi.
* * *
Ama bu sefer iş farklı...
Çünkü devlet, asırlık hatasını nihayet fark etti; çözüm arayışına girdi.
Savaş lobisi teşhir edildi.
Temsil kabiliyeti yüksek bir Meclis’te anayasal eşitlik hazırlığı başgösterdi.
Savaşın bitirilebilmesi için İmralı ile diyaloga girildi.
Çatışma haberlerinden yorgun düşmüş kitleler, eskiden olsa kıyamet koparacak bu diyaloga tepki vermedi.
Tam bu aşamada hükümet yalpalamaya başlayıp yönünü yeniden askeri çözüme çevirince PKK, “Öyleyse yakarım ortalığı” politikasına kilitlendi.
Kumrular Sokak patlamasında can veren siviller, Siirt pususunda arabanın içinde katledilen genç kızlar, örgütün yeni politikasının en son kurbanları oldu.
* * *
Bu yöntemle hükümeti yeniden diyaloga çekmek mümkün mü?
Kesinlikle değil...
Hatta tersine, bu noktadan sonra kamuoyunun hükümet üzerinde “Görüşmeyin” baskısı artacaktır.
Hükümet bu işi yine silahla çözmeye karar verdiyse, PKK ona isteyip bulamadığı bahaneyi sunmuş olacaktır.
Ve tıpkı 1970’lerin sonunda bir süpermarketi bombalayıp 21 masum insanı katlettikten sonra İspanyol halkını sokağa döken ETA gibi, PKK da karşısında sadece askeri, polisi değil, halkı ve uluslararası camiayı bulacaktır.
Önceki gün Siirt’teki taziye çadırında BDP heyetinin terslenişi ve Uluslararası Af Örgütü’nün kınama bildirisi, bunun ilk sinyalleri olarak görülmelidir.
* * *
PKK sadece yanlış hesap değil, tarihi bir hata yapıyor.
30 yıl devletin uğraştığı şeyi kendi eliyle yapıp “siyasi bir aktör” pozisyonundan “terör örgütü” pozisyonuna çekiliyor.
Şiddete karşı şiddeti savunan şahinlerin ekmeğine yağ sürüyor, barış çabalarını bombalıyor, nefreti büyütüyor.
Ama unutmamalı ki, nasıl bir dönem devletin uyguladığı vahşet PKK’ya taban yarattıysa, PKK’nın bugünkü kör şiddeti de dehşete düşen kitleleri devlet safında toplamaktan başka sonuç vermez.
Bütün Türkiye bombalansa da halk, bu kanlı taktiğe boyun eğmez.
BDP, acilen Meclis’te siyaseti devreye sokmalıdır.milliyet

23 Eylül 2011 Cuma

Erdoğan Ve Gül Rekabetinde Son Tango Ya Da AKP Şahini Ve Güvercini

Erdoğan ve Gül rekabetinde son tango! Ya da AKP şahini ve güvercini (!) 
Milli Görüş’ün iki önemli ismi Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan bugün Türkiye’nin en etkili iki makamında. Uzun yıllar marjinal bir siyasal akım olarak görünen bu hareket, esasen tarihin akışına uyum sağlayarak, başka bir deyişle küresel iklime uyarak iktidar olmayı başardı. Benim gibi düşünen pek çok kimse Milli Görüş gömleğini çıkaran bu siyasilerin aslında hiç de bir değişim geçirmediklerini, sadece iktidar olabilmek ve kalıcı olmak adına sabır gösterdiklerini düşünüyoruz.

Geçen zaman iktidar duygusu ve nimetlerinin nasıl sonuçlar verdiğine tanıklık etmemizi sağladı. Karşımızdaki siyasi hareket kapitalizmle uzlaştıktan ve hatta ciddi katkı verdikten sonra gözle görünür varlıklar edindi. Köklerini devlet aygıtının derinlerine saldı. Dilediği biçimi verdi. Kendi medyasını kurdu, iktidarına uygun bir hukuk oluşturdu ve şimdi başkanlık sistemi dahil her türlü isteğini dile getiriyor ve muhtemelen de başaracak güce sahip. Gelgelelim bugüne dek omuz omuza yürünen yolun sonuna gelindi. Artık mesele muhaliflerle değil kendi içlerinde.

TAYYİP ERDOĞAN PARTİSİ

Erbakan’dan tarihsel kopuşun en önemli aktörü Erdoğan elbet! Yenilikçi kanat diye tarif edilen oluşumun lideridir o. Ancak çok önemli dava arkadaşlarıyla birlikte koptu hocasından. Abdüllatif Şener, Bülent Arınç ve Abdullah Gül… ortak kurulan parti dengeli bir dağılımla biçimlenmişti. Her kişinin bir tabanı ve gücü vardı. Ama Erdoğan özellikle bu son meclis ekibiyle AKP’yi tek adamın partisi yaptı. Gül’e yakın neredeyse hiçbir isim mecliste yok.

Erdoğan belli ki cumhurbaşkanlığını kaptırdığı Gül’ün koltuğuna çok daha güçlü oturmak istiyor. Başkanlık sistemi tartışması biraz da bunun ürünü! Tek adam olmayı seviyor ve başardı büyük oranda. Gül siyasi yaşamının doruk noktasına genç ulaştı ama ülkeyi yönetme olanağı bir türlü gelmedi önüne. Başbakan oldu ama kalkmak zorunda kaldı koltuktan. Cumhurbaşkanı oldu ama sadece bir noter gibi davranmak zorunda kaldı. Erdoğan bu süreçte dediğim dedik, çaldığım düdük misali dünyanın dört yanında top koşturdu. Dünya lideri olduğuna da inandı üstelik.

KARİYER PLANLAMA

Abdullah Gül gibi bir siyasetçinin genç yaşında emekli olmasını beklemek aptalca olur. Kariyer planlaması ve halkla ilişkiler işini son derece iyi yapan biri. Hiçbir zaman kavgacı izlenimi vermedi. En zor günlerde bile ılımlı, uzlaşmacı tavrını korudu. Esasen Batı’nın tam istediği bir ılımlı İslam lideri portresi çizdi. Gerginlik yaratmak yerine konuşmayı yeğlediği vurgusunu yaptı sıkça. Tüm bunlar iyi planlanmış, belli.

Son günlerde hem yurt içi, hem yurt dışı gezilerde sıkça görüyoruz Gül’ü. Twitter, facebook gibi yeni medyayı iyi kullanmasıyla dikkat çekiyor. Bir kitap yapıldı hakkında, çıplak ayakla balık tutarken görüntüleri var. Cadillac’la gezerken de görüyoruz bazı bazı. Halkın arasına daha çok giriyor. Tüm tutumu bize yeni bir siyasi kariyer hazırlığı içinde olduğunu gösteriyor.

Romantik, demokrat, değişimden yana, evrensel değerleri bağlı ve çağı takip eden bir lider algısı yaratmak istiyor. Erdoğan’ın aldığı riskler ve küresel konumu her an bambaşka bir süreç doğurabilir ve yepyeni bir lidere gereksinim duyulabilir. Bunu en iyi Gül ölçüyor…

ZİRVE VE DÜŞÜŞ

Erdoğan artık fikri eksenini gizlemiyor. İsrail’e karşı İslam’ın önderi olmayı istiyor. Üstelik bu kavgada kendi halkını da, Arap halklarını da yanına aldığını sanıyor. Batı’ya daha uzak, ABD hariç kimseye karşı da korkak değil. Bir liderin tüm psikolojik karmaşıklığı yüzünden okunuyor. Bencil, yorgun, dediğim dedik, kararlı, iddialı, başarılı ve inatçı. Tabii aynı anda riskli bir yolda yürüyor. Küresel denklem değişirse liderliği de tartışılır, bunu iyice biliyor. Artık önünde tek bir engel var, o da parlamenter sistem. ABD türü bir başkanlık için hazır. Eh bu tabloda Gül’e de yer yok…

Görünen o ki alttan alta filizlenen gerilimi önümüzdeki günlerde izleyeceğiz. Gül gibi bir ismi siyasi denklemin dışında sanmak, hatta bunu ummak aptalca olur.

Erdoğan’ın ilk hatası, serinkanlı Gül hamlesi bambaşka bir süreci doğurabilir.
Kayna:Enver Aysever/birgun.net
enveraysever@birgun.net 


7 Eylül 2011 Çarşamba

Biji Bratiya Rengan Yaşasın Renklerin Kardeşliği

Biji bratiya rengan 

Kim ne derse desin, ne yazarsa yazsın bu ülkenin kara çocukları öldürülür ve öldükleriyle kalırlar. Kimsenin de aklına gelmez bu hesabı sormak. Hiçbir başbakan bu anne babayı aramaz, hiçbir devlet büyüğü kara çocukların cenazesine gelmez, hiçbir yetkili o mezarların başında bir Fatiha eksiltmez. Bu ülkenin sahipsiz kara çocukları kendiliğinden doğar bir başkasının elinden ölürler. Yaşamaya ant içtikleri o zehirli coğrafyanın güya kaderidir bu. Ve büyük büyük dinlerin, büyük büyük ilahları da sevmez bu çocukları. Sevmediğinden her savaşı bunlara verir, her derdi bunlara musallat eder, sinir eder, dinden imandan çıkartır sonra da yakar bütün ilahlar, bu kara çocukları…

Biz de isterdik bir mabedin dinginliğiyle bir ilaha huzur ile teslim etmek tüm hayatımızı...

Ama hep düşümüzde öldürülenleri gördük. Gözlerimizi kapatıp bir resul aradık ama Engin Ceber’i soktular gözümüze. Gözlerimizi kapattık bir mürşit aradık ama daha on yedisinde Erdal geldi çöktü gözlerimizin önüne, bildiğiniz “son bakış” ile. Bir kilisenin diriliş hikayesi de olabilirdi bu. Belki yalınayak çarmıha gerilmenin, çivilerle bu dünyadan arş-ı alaya yükselmenin, o mucizevi ölümün ve doğumun hayranlığında kendimizi bulmak isterdik ama olmadı. Düşlerimize beyaz atlılar yerine beyaz Renault arabalar girdi. Biz de yeşili sadece doğanın bir rengi olarak hatırlamak isterdik ama “Yeşil” denince tüyleri diken diken olan bir halkın çocuğuyduk. Olmadı...

Metin Alataş

Azadiya Welat gazetesinde dağıtımcı olarak çalışıyordu. -Sahi Metin deyince kaçımızın aklına “Tekin” kaçımızın aklına “Göktepe” geliyor?- Daha önce tehdit edilmiş, darp edilmiş ama vazgeçmemişti yaptığı işten. Ve bir gün cesedi bir portakal ağacına asılı olarak bulundu. Portakal ağacının yapraklarının yeşili, cesedinin moruna değiyordu bulduklarında. Renkler hayat gibi ortada dururken yanlış bir zamanda yanlış bir ülkede olmanın bedelini ödüyordu Metin. Demek ki artık portakal yememizi de istemiyor bazı bilinmeyenler. Ve o ağaca astıkları gencin bedeni midemizi bulandırmıyor artık. Turuncu bir ölümle de tanıştık ya artık. Onu bir turuncu öldürdü…

Musa Anter

20 Eylül 1992. Yer: Diyarbakır. Kahverengi surların, kapkara gecede yok olduğu, hiçbir şeyin hiç kimseyi koruyamadığı, her yaşayanın ölü hesap edildiği yılların ortasında bir gece beyaz bir otomobil ile geldi ölüm. O yıllarda o coğrafyada herkesin ismini bildiği yüzünü görenlerin bir daha başka bir yüz göremedikleri, bol ajanlı Hollywood filmlerindeki alışılmış güya insanüstü özellikleri olan o adamın eliyle geldi ölüm. Sarı yüzlü bir ihanetçinin sapsarı bir ihanetin yardımıyla bir gece götürdüler Ape Musa’yı ölüme. 21 Eylül sabahı Ape Musa’sız bir dünyaya uyandı Diyarbekir. Bundan sonrası malumunuz zaten. Ve hala o malumun içinde yaşıyor Diyarbekir’in tüm renkleri. Karpuzun içi kırmızı mıdır hala bilmem ama Diyarbekir’in dört bir yanı hala “Yeşil”. Onu bir yeşil öldürdü…

Metin Göktepe

Metin'in kafasında bir darp var

Polis karakolundan morga kadar

Mosmor

Bir darbe var yüreğimizde beynimizde

Soruyor bir işaret fişeği

Biz ölerek mi yaşamayı öğreneceğiz hâlâ...

Can Yücel böyle tarif etmiş Metin Göktepe’nin ölümünü. 8 Ocak 1996 tarihinde öldürülen iki tutuklunun cenazelerini izleyip haber yapmak için gittiği yerde 1000 kişi ile birlikte gözaltına alındı. Ya onlar o kadar çoktu, ya T.C. onları sığdıramadı da bir yerlere Eyüp Kapalı Spor Salonu’na götürüldü gözaltına alınanlar. Yerlerde karın beyazı henüz tutmuşken, gök gri bulutlara kendini teslim etmişken rap rap asker adımlarıyla geldi mavili adamlar. Ve mavili adamlar “ah ki Metin’in eline verdiler emeğini…” Ruhu çıkana kadar, bedeni cansız kalana kadar, feryadı arşa vurana kadar dövdüler, “hiç gözlüksüzdü…” Onu bir mavi öldürdü.

Halil Uysal

Ertürk Yöndem’i bilir misiniz? Bir zamanlar o davudi sesiyle TRT ekranlarından evimize misafir olan o adamı? Ağzını doldura doldura “beyni yıkanmış teröristler!” diye haykırıyordu ekrandan nefretini yüzümüze kusarak. İşte o beyni yıkanmış, kandırılmış “teröristlerden” biriydi Halil Uysal. Ama gerçek, Halil Uysal’ın gerçeği devlet yalanlarına hiç benzemiyordu. Dağ yaşamını görüntülemek için, belgeselini yapmak için çıktığı dağlarda aşık oldu gerilla yaşamına, ve adının arkasına oranın adını vererek orada yaşamayı seçti Halil Uysal yeni adıyla Halil Dağ. Gerilla yaşamı üzerine filmler çekti, belgeseller yaptı, haberler yaptı. Başka dünyalarda, başka coğrafyalarda çok steril hayatlar süren meslektaşlarının aksine kamerasını silahıyla korumak zorundaydı. Bir omzunda kamerası, diğerinde silahıyla hem hayat verdi dağlara, hem hayatını ortaya koydu. En sonunda Besta’da bir çatışmada vuruldu. Düştü dağların koynuna. Asker değildi. Asker doğmuş bir milletin çocuğu da değildi. O bir yönetmen, bir sanatçıydı. Karşısına dikilen profesyonel askerlere hiç benzemiyordu yanındakilere de belki benzemiyordu. Ve en sonunda çok profesyonel orduların çok profesyonel bordo bereli askerleri tarafından vuruldu. Ölürken bu topraklar tekrar kara yazgısını gördü… Onu bir bordo öldürdü…

Karayazı

İnsanların denize girdikleri sahillerden, balık tuttukları kıyılardan, güneşe karşı oturdukları deniz kenarlarından tam 2450 m yüksekte bir küçük ilçe, adıyla müsemma Karayazı. Kuş diye bildikleri karga, güneş diye gördükleri hafif sıcaklık. Sert bir iklimin sert evlatları. Serhat illerinin yüz akı. Milliyetçi muhafazakâr bir ilin yegane güneşli bayrağını taşıyan onurlu evlatları. Ama yokluk çok. Cepte çay içecek para yok. Hadi o parayı bulsa bir kardeşine, arkadaşına ısmarlayacak parası yok. Adı gibi kara bir yazının ortasında kimseden dilenmeden, kendine yeten bir küçük onurlu şehir. Birgün bu ülkede birşeyler değişecek en çok onlar için değişecek. Ve onlara o gün bugünlerin borcunu ödemeliyiz. Çünkü çok yokluk çok ölüm gördü de hiç onurunu yere düşürmedi. Onları bir kara öldürdü…

Sarımız yasak, kırmızımız yasak, yeşilimiz hem kabus hem yasak. Mavi gökyüzü, zaten tel örgülerin arkasında. Ve o sıcacık turuncu da yasak. Bordo ise katilimizin adı. Rengimizi silmek için her şeyi yapıyor bazı bilinmeyenler. Ve sonra tinerci çocuklar gibi acıları ciğerlerimize çeke çeke kapkara oluyoruz. Esmerlik kaderimiz de bundan. Bundan hepimiz karayız. Bundan negro negro… Daye negri negri…

Yaşasın renklerin kardeşliği

Büyük şehirlerde, küçük kentlerde, varoşlarda, taşralarda renkli renkli atkılar takabilir istediğiniz sloganı haykırabilir, yeri gelirse devlete kafa tutabilirsiniz. Sarı-kırmızı, sarı-lacivert, siyah-beyaz, bordo-mavi bu renklerin en bilinenleri. Bunun gibi çeşitli renklerle dolaşabilir, hatta bazı şehirlerde bu renklerden dolayı imtiyaz sahibi bile olabilirsiniz. Bursa’nın yeşil-beyazı, Ankara’nın sarı-laciverti gibi renkler size toplumda statü bile kazandırabilir.

Öte yandan büyük futbol kulüpleri, söz konusu çıkarları olunca yaşasın renklerin kardeşliği gibi fair-play vurguları ile ortalıkta dolanırken, trafik ışıkları Kürdistan'da devlet eliyle değiştirilir, sarı, kırmızı, mavi oluverir.

Sarının yanına kırmızı yakışır da yeşil eklendi mi bombalar yağıverir ters lalenin kırmızısına Zap suyunun dibinde.

Siyah ile beyaz bir tek Çarşı grubuna serbesttir bu ülkede. Aynı siyah ile beyazdan anarşist bir bayrak devşirdiniz mi ahlaksız, imansız bir terörist damgası yemeniz an meselesidir.

Bizi öldüren renkler, sizin elinizde bir çıkar malzemesidir.

Bizi öldüren renkler, sizi semirtir.

Bizi öldüren renkler, cesetlerimizin size armağanıdır.

Hani siz hep diyorsunuz ya ağzınızı yaya yaya, samimiyetsizce o koca koca stüdyolarda "Yaşasın Renklerin Kardeşliği" diye... Evet biz de öyle diyoruz: "Biji Bratiya rengan!..."

SERKAN AYDIN
Kaynak: birgun.net

4 Eylül 2011 Pazar

AKP'den İsrail'e Yaptırım Yerseniz

AKP'den İsrail'e yaptırım... Yerseniz!
New York Times, İsrail'in Mavi Marmara saldırısıyla ilgili BM Raporu'nu ABD basınına sızdırdı. İddia edilen içerik, Türkiye’nin taleplerini karşılamaktan uzak. AKP hükümetinin büyük bir tantanayla ilan ettiği yaptırımlar ise İsrail üzerinde bir basınç oluşturmaktan uzak

28 Ağustos 2011 Pazar

Fenerbahçe Cumhuriyeti Türkiye Cumuriyeti'nden Kopuyor

FB Cumhuriyeti Türkiye Cumhuriyeti'nden kopuyor! 
Fenerbahçelilik giderek daha çalımlı bir kimliğe dönüşmekte Türkiye'de. Eskiden rakipleri sinirlendiren 'Bir Gün Herkes Fenerbahçeli Olacak' diye kibirli bir sloganı vardı. Şapkalara ısrarla bu slogan yazılıyordu. Neden Fenerbahçe'yi kafaya taktınız denen rakip taraftarlar bu sloganın rahatsız ediciliğini işaret ediyorlardı. O sloganda, meşhur Fenerbahçe Cumhuriyeti, Türkiye Cumhuriyeti'nin üzerine oturma tehdidi savuruyordu. Buradaki tek hakim biz olacağız, tek büyük biz olacağız, tek başımıza bütün cumhuriyeti temsil edeceğiz tehdidiydi bu. Zaman zaman rakiplerinden kopma sinyalleri de vererek iyice bu tehdidin gerginliğini arttırıyordu. Amatör branşlardaki mutlak üstünlük, futbol takımının sık sık bir seri yakalasa diğerlerinden kopacakmış izlenimi veren istikrarlı başa oynama adeti, 3-0'dan geri dönülen efsanevi Galatasaray ve Gaziantep maçlarını anımsatacak şekilde Denizli faciası gibi facialardan geri dönebilme becerisi hatta bu tür başka hiçbir takımın başına gelmeyen, gelmemiş, muhtemelen de gelmeyecek bir hadisenin tekrarıyla dahi başa çıkabilme ve dağılmama geleneği, rakiplerin Fenerbahçe'ye karşı dayanışma yapması fikrinin giderek normalleşmesi ve buna tenezzül etmemesi beklenecek takımları dahi kapsayabilmesi, ezeli rakibe karşı istisnasız üstünlüğün bir gelenek halini alması ve kırılamaması, 'Bir Gün Herkes Fenerbahçeli Olacak' tehdidinin nesnel karşılıklarını oluşturuyordu. Diğerlerinden kopma yetisini yedekte tutma duygusunun gururu, mağrurluğu, alıştırdığı yukardan bakma tutumu zor direnilen bir cazibe sunmakla birlikte bu sloganda hayli itici bir yan da bulunuyordu. Halbuki Fenerbahçe boşuna Fenerbahçe Cumhuriyeti adını almamıştı. O Türkiye cumhuriyeti içinde ayrı bir cumhuriyetti. Ve Türkiye Cumhuriyetini içerden 'işgal' etmeye ve yurttaşlarını asimile etmeye niyetlenmesi hiç de vaatkâr görünmüyordu. Ki zaten 'tek' olma arzusu son derece problemli bir seri olduğu bilinen 'tek devlet, tek millet, tek din, tek ırk' serisine 'tek takım'ı eklemeye meyyal bir arzuydu. İşte bu 'tekçi' eğilimden hoşlanmayan Fenerbahçeliler için hayırlı bir gelişme yaşanıyor şu günlerde (ya da bir süredir): Fenerbahçe Cumhuriyeti Türkiye Cumhuriyeti'nden kopuyor! FC vs TC (FC TC'ye Karşı) davası olarak yaşıyor Fenerbahçeliler bu davayı. Artık 'Bir Gün Herkes Fenerbahçeli Olacak' şapkaları üretilmesin. Bunlara bir son verilsin. Fenerbahçeliler artık bunu istemiyor. Bu eğilim çok şükür Fenerbahçe içinden düştü. Yerine ne geldi peki? Bakalım.

23 Ağustos 2011 Salı

Can Baba Size Ne Derdi / Enver Aysever

Can Baba size ne derdi? 
Mihri Belli’nin vefatının ardından yazılan sözde eleştirel metinlere bakınca artık insan olmanın ötesinde, tuhaf bir mahluk olduğumuzun belgelendiğini görüyorum. Kuşkusuz Belli gibi tarihi bir kişilik için iyi düşünen de, kötü söyleyen de olacaktır. Dostları gibi düşmanları da boldur böyle lider kişilerin. Sokaktaki insanın bile ölüm ardından gösterdiği nezaketi, hayırla anma anlayışını kavrayamayanların elindeki kalemin nasıl silah olduğunu görünce, hırs, ihtiras ne boyutlarda iyice kavramış oluyorum.

21 Ağustos 2011 Pazar

Aydınlık Baskını Haber Değil Mi / Can Dündar

Aydınlık Baskını Haber Değil Mi / Can Dündar
Aydınlık baskını haber değil mi?
Önceki sabah polis Beyoğlu’nda Aydınlık gazetesi, Ulusal Kanal ve İşçi Partisi’ni bastı. Arama yaptı. Bilgisayar kayıtlarını kopyaladı, belgelere el koydu. 10 kişiyi gözaltına aldı.

15 Ağustos 2011 Pazartesi

Ekşi Sözlüğü Başar Başaran Yazdı

Façaların Bozulduğu Yer Ekşi Sözlük, Ekşi Sözlüğü Başar Başaran Yazdı, Başar başaran Yazdı Façaların Bozulduğu Yer Ekşi Sözlük, Ekşi Sözlük Muhaliflerin Sesi, Ekşi Sözlük Kral Çıplak Diyenlerin Mekanı.
FAÇALARIN BOZULDUĞU YER: EKŞİ SÖZLÜK.
‘Bu ekşi sözlük de çok oluyor artık…İsimlerini gizleyerek konuşan yeni yetme ‘looser’lar…Erkekseniz buraya gelin ödlekler! ’ Kontrol altına alamadıkları muhalefetten çok rahatsız olan bir grup ayrıcalıklı insanın kendilerini eleştiren ekşi sözlük kullanıcıları için ne zamandır böyle canhıraş feryatlarını dinliyoruz.

12 Ağustos 2011 Cuma

Kısa şortlar, Yaşanmamış Hayatlar ve Memlekete Dair /Bilge Seçkin Çetinkaya


Kısa şortlar, Yaşanmamış Hayatlar ve Memlekete Dair /Bilge Seçkin Çetinkaya
Diyelim ki bir komşunuz var. Gıcıksınız bu komşuya. İki de bir de bu mahalleden bıktığını gideceğini söylüyor. Sizin onayınız olmadan mahalleden ayrılmak? Allah Allah! Azdı bu komşular! Hem sizin canınız sıkılıyor ara sıra mesela evin reisi olarak. Televizyon, tavla falan da kesmiyor sıkıntıyı. Girin dövün canım komşunuzu. Aman! Demeyin. Ertesi gün de girin dövün. Ertesi gün de. Sonra geçmedi mi sinir? Bir de oğlunuz varmış sizin. O oğlunuzu da tam bir erkek olarak yetiştirmişsiniz maaşşallah. Ramazan ramazan sevaptır hem, siniri geçer.

Polisteki Yapısal Değişimin Amacı Ne / Mehmet Yiğittürk

POLİSTEKİ YAPISAL DEĞİŞİMİN AMACI NE

AKP hükümetinin bugüne kadar terörle mücadele söylemi şuydu:
“Bölücü terörle silahlı mücadele 30 yıldır bir sonuç vermemiştir. Bu sorun diyalog ve toplumsal uzlaşma yoluyla çözülmelidir. Bundan sonra analar ağlamasın, silahlar sussun.”

11 Ağustos 2011 Perşembe

Türkiyeli Kemal Burkay'ı Dinlerken /İbrahim Kaboğlu


Türkiyeli Kemal Burkay'ı dinlerken 
“Şiddet yoluyla değil, barışçıl çözüm”, “yaşam hakkı temeldir”, “şiddete başvurulmasaydı, demokratikleşme yine sağlanırdı, hatta daha çok”, “federal çözümü savunuyorum”.  Bunlar, Burkay’ın Kürt sorunu ve çözüm önerileri üzerine sözleri (Ahmet Hakan, Tarafsız Bölge, CNN Türk, 5 Ağustos).

8 Ağustos 2011 Pazartesi

Yeni Şafak Yazarı Hayrettin Karaman Bizden olmayanlara Özel Bölgeler Yapılmalı


Bizden olmayanlara gettolar yapılsın
Yeni Şafak yazarı Prof. Dr. Hayrettin Karaman'ın yazdığı yazı İlahiyat profesörleri tarafından eleştirildi. Yeni Şafak gazetesi yazarı Prof.Dr. Hayrettin Karaman'ın dün yazdığı “Tahammül mü hoş görmek mi'' başlıklı yazısı İslami kesim tarafından eleştirilmişti.Karaman, yazısında “Müslüman gibi yaşamayanlar için özel bölgeler yapılmasından” söz etti”.
Karaman'ın bu yazısına gelen tepkiler ise şöyle:

6 Ağustos 2011 Cumartesi

Marksist Olmak / Tülin Öngen

Marksist Olmak?      
Marx'ın siyasal olaylarla ekonomik çıkarlar arasındaki ilişkiyi ortaya koymak üzere kaleme aldığı  ünlü yapıtı 'Louis Bonaparte'ın 18 Brumaire'i'nde  "Nasıl özel yaşamda bir adamın kendisi hakkında düşündükleri ve söyledikleri ile gerçekte ne olduğu ve ne yaptığı birbirinden ayrılırsa, ......." diye başlayan bir cümle yer alır.

2 Ağustos 2011 Salı

Can Dündar Yazdı Org. Necdet Özel'in Bildiği

Org. Özel’in bildiği... 
Harp Akademisi’nden bir sınıf arkadaşı, yeni Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Özel’i şöyle tanımlıyor:
“Çalışkan, yurdunu seven, akıllı, dürüst bir kişidir. Bir önderin sahip olması gereken bütün vasıflara sahiptir. Üç yüz kişilik Bulgar taburunun üç bin kişilik Türk tümenini Çatalca’ya kadar kovalamasının ardındaki nedenleri bilir.”
İlginç bir ayrıntı değil mi?

20 Haziran 2011 Pazartesi

Cemaatlerin seçim serüveni / Nevzat Çiçek

Cemaatlerin seçim serüveni
Türkiye’de etkin olan cemaatlere baktığımızda Nakşi ve Kadiri ve Halveti ve Rufai tarikatlarının ciddi anlamda baskın olduğunu görebiliyoruz. Bunun yanında mezhepsel olarak da kendisini cemaat olarak nitelendiremeyen Caferilik, Mevleviler gibi yapıların da burada aynı kategoride alınması zorunluluğu ortaya çıkıyor. Bunun yanında tarikat bağlantısı olmayan Hizb-ut Tahrir, Hizbullah, Tebliğ Cemaati gibi yapıların yanında, Selefi ekolünün de cemaat kavramı içerisinde değerlendirilmesi gerekiyor.

19 Haziran 2011 Pazar

Gülen Cemaati Politikleşmiş Bir Cemaattir /Burhan Sönmez

Gülen Cemaati Politikleşmiş Bir Cemaattir /Burhan Sönmez
Gülen Hareketi 'politikleşmiş bir cemaat'
Seçim sonuçlarını ve cemaatlerin tutumlarını değerlendiren Burhan Sönmez, “Türkiye’de muhafazakârlık ve dini vurgu, her zaman birbirinden beslenmiştir, ama AKP ile ortaya çıkan durum, Milli Görüş geleneğinin, merkez sağın söylemini de bünyesine almasıdır. Bu sayede, merkez de eskisine nazaran dinselleşmiştir” yorumunu yapıyor.

17 Haziran 2011 Cuma

Din Halkın Afyonu Mu

Özellikle HAS Parti'nin kurulmasıyla birlikte Marx'ın din hakkındaki düşünceleri tartışılmaya başlandı. Bunda HAS Parti içinde sosyalist kimliğiyle tanınan insanların da yer alması önemli oldu. Marx ve din yan yana anılınca akla çok bilinen "Din halkın afyonudur" sözüyle başlamak geldi nedense. Sosyalistlere bu söz soruldu.

14 Haziran 2011 Salı

Zülfü Livaneli Mehmet Haberal CHP'den Ayrılarak Demokrat Parti Grubunu Kuracak


Haberal hakkında bomba iddia !
Vatan Gazetesi yazarı Zülfü Livaneli'den bomba iddia. 
Vatan Gazetesi yazarı Zülfü Livaneli, Mehmet Haberal başkanlığında bir grup milletvekilinin CHP'den ayrılarak Demokrat Parti'ye geçeceklerini ya da yeni parti kuracaklarını iddia etti. Pazar günü yapılan seçimlerin üzerinden henüz 2 gün geçmesine rağmen Meclis'teki yeni oluşumlarla ilgili yeni bir iddia gündeme geldi.