Torba Yasa İle İlgili Çalışma Bakanlığı'nın İddiaları Gerçek Dışıdır!
Tüm illerden binlerce emekçinin "Ankara Yürüyüşü" dünyanın gözü önünde gaz bombaları, biber gazı ve tazyikli su ile engellenmiştir. Bu açık hukuksuzluğun kamuoyunda tepki ile karşılandığı saatlerde Ostim’de sabah ve akşam saatlerinde iki patlama meydana gelmiş, onlarca emekçi yaşamını yitirmiş ve yaralanmıştır.
Bu
patlama, iş sağlığı ve güvenliğindeki insanı değil sermayeyi esas alan
anlayışın, denetimsizliğin ve kayıt dışılığın patlamasıdır. Sorumlusu
ise yapılan uyarıları ve eleştirileri dikkate almayan, kamuda da aynı
sorunların yaşanmasına yol açacak düzenlemeleri torba yasaya koyan,
bakanlığı işverenlerin bürosu gibi kullanan Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanıdır. Ancak suçüstü yakalanan Hükümet ve Bakanlık her zamanki gibi
dikkatleri başka yöne çevirmenin ve konuyu çarpıtmanın arayışına
girmektedir.
TORBA YASA İLE İLGİLİ ÇALIŞMA BAKANLIĞI’NIN İDDİALARI
GERÇEK DIŞIDIR!
Tüm
illerden binlerce emekçinin “Ankara Yürüyüşü” dünyanın gözü önünde gaz
bombaları, biber gazı ve tazyikli su ile engellenmiştir. Bu açık
hukuksuzluğun kamuoyunda tepki ile karşılandığı saatlerde Ostim’de sabah
ve akşam saatlerinde iki patlama oldu ve maalesef emekçiler yaşamını
yitirdi, yaralandı. Bu patlama, iş sağlığı ve güvenliğindeki insanı
değil sermayeyi esas alan anlayışın, denetimsizliğin ve kayıt dışılığın
patlamasıydı. Sorumlusu ise yapılan uyarıları ve eleştirileri dikkate
almayan, kamuda da aynı sorunların yaşanmasına yol açacak düzenlemeleri
torba yasaya koyan, bakanlığı işverenlerin bürosu gibi kullanan Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanıdır. Ancak suçüstü yakalanan Hükümet ve
Bakanlık her zamanki gibi dikkatleri başka yöne çevirmenin ve konuyu
çarpıtmanın arayışına girmektedir.
Çalışma
Bakanlığı, Torba Yasayla eleştirilerimizi ve taleplerimizi dikkate
almadığı gibi “gerçek dışı” olarak niteleyerek kamuoyu tepkisini yanlış
yönlendirmeye çalışmıştır.
Şöyle ki:
Çalışma Bakanlığı’nın iddiası; İşsizlik Sigortası Fonu'nun amaçları dışında kullanılması söz konusu değildir. Aksine yapılan
düzenlemelerle işsizlik sigortası fonundan çalışanların yararlanmaları
kolaylaştırılmakta, kısmi süreli çalışanların dahi işsizlik ödeneğinden
yararlanmalarına imkânı sağlanmaktadır. Aktif
istihdam programları ile işgücü piyasası araştırma ve planlama
çalışmaları yapmak üzere fondan ayrılacak payın daha etkin ve verimli
bir şekilde kullanılması ve mevcut kullanım alanlarına ilave olarak,
işgücünün İstihdam edilebilirliğini artırmak, istihdamı artırıcı ve
koruyucu tedbirler alma ve uygulama amacıyla kullanmaya yönelik
düzenleme yapılmaktadır.
Ülkemizin
öncelikli sorunu işsizlik olduğuna göre fonun işgücünün istihdam
edilebilirliğini artırmak, istihdamı artırıcı ve koruyucu tedbirler alma
ve uygulama amacıyla kullanılması doğal bir gerekliliktir.
GERÇEK: İşsizlik
sigortası fonunun en temel amacı, kendi istek ve iradesi dışında işini
kaybedenlerin, yeni bir iş ararken, prim ödeme durumuna göre 6 ay, 8 ay
ya da 10 aya kadar işsizlik ödeneğinden yararlanabilmelerini
sağlamaktır. Ancak Mayıs 2008’de 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Fonu
Kurulmasına Dair Kanuna iki geçici madde eklenmiş ve fonda biriken
kaynakların amacı dışında kullanılmasının önü açılmıştır. O dönem Fonun
mevcut nema gelirlerinden 1.3 milyar TL'lik kısmının bütçeye gelir
kaydedileceği ve kaydedilen bu gelirin, Güneydoğu Anadolu Projesi
kapsamındaki yatırımlara öncelik vermek kaydıyla ekonomik kalkınma ve
sosyal gelişmeye yönelik yatırımlarda kullanılacağı belirtilmiştir.
4447
sayılı Kanuna eklenen geçici 7. maddeyle de; 18 yaşından büyük ve 29
yaşından küçük olanlar ile yaş şartı aranmaksızın 18 yaşından büyük
kadınların, maddede belirtilen koşullarda fiilen istihdam edilmeleri
halinde, hesaplanan sigorta primine ait işveren hisselerinin; birinci
yıl için yüzde yüzü, ikinci yıl için yüzde sekseni, üçüncü yıl için
yüzde altmışı, dördüncü yıl için yüzde kırkı, beşinci yıl için yüzde
yirmisinin İşsizlik Sigortası Fonundan karşılanacağı hükme bağlanmıştır.
Fondan bu geçici madde kapsamında aktarılan kaynakların Fona iade
edileceğine ilişkin ise bir düzenleme bulunmamaktadır. Esasen Hazine
tarafından karşılanması gereken bu teşvik tutarları doğrudan fona gider
yazılarak fondan karşılanmaktadır.
Fonun
amacı dışında kullanımının yolu 5763 sayılı kanunla 4447 sayılı kanuna
eklenen geçici madde 6 ve 7 ile bu şekilde açıldıktan sonra, 5291 sayılı
Kanunla 4447 sayılı kanuna yeni bir geçici madde daha eklenmiştir.
Eklenen bu geçici 9 uncu maddede, 2009 yılının Nisan ayına ait prim ve
hizmet belgelerinde bildirilen sigortalı sayısına ilave olarak,
31.12.2009 tarihine kadar, işe alınma tarihinden önceki üç aylık dönem
içinde Sosyal Güvenlik Kurumuna verilen prim ve hizmet belgelerinde
kayıtlı sigortalılar dışındaki kişilerden olmak kaydıyla işe alınan ve
fiilen çalıştırılanlar için; prime esas kazanç alt sınırı üzerinden
hesaplanan sigorta primlerinin işveren hisseleri, altı ay boyunca
İşsizlik Sigortası Fonundan karşılanacaktır.
Torba
kanun ile 4447 sayılı Kanuna eklenmesi öngörülen geçici 10 uncu madde,
2015 yılına kadar uzayan ve Bakanlar Kurulu Kararı ile 2020 yılına kadar
uzatılabilecek olan yeni ve öncekilerden daha kapsamlı bir teşvik
düzenlemesini içermekte ve işsizler için kullanılması gereken fon
kaynaklarının bir kez daha patronlar için kullanılmasının önünü
açmaktadır.
Bugüne
kadar 47 milyar TL biriken İşsizlik Sigortası Fonu’ndan işsizler için
(meslek edindirme kursları dahil) toplam 3,75 milyar TL harcanırken;
sadece son iki yılda GAP ve karayolları için harcanan miktar 8,5 milyar
TL’dir. Sırf bu rakamlar bile İşsizlik Sigortası Fonu’nun hükümet ve
patronlar tarafından nasıl yağmalandığını göstermektedir.
Çalışma Bakanlığı’nın iddiası; Mahalli
idarelerde istihdam edilen ihtiyaç fazlası işçilerin kanunda belirtilen
kamu kanunlarına aktarılmaları işçilerimizin lehine olan bir
uygulamadır.
Bilindiği
üzere adrese dayalı nüfus kayıt sistemine geçilmesi üzerine bazı
belediyelerin nüfusu büyük oranda azalmıştır. Bu belediyelerin merkezi
idareden aldıkları pay da nüfusa paralel olarak azalmış personeli norm
kadronun üzerinde olan belediyeler personel maaşlarım ödeme güçlüğüne
düşmüşlerdir. Halen mahalli idarelerde 122.343 işçi norm kadrosu bulunmasına karşın 174.644 işçi çalışmakta, norm kadro fazlası 52.301 personel bulunmaktadır. Bu
işçilerimiz de bir kısmı aylarca ücretlerini alamamakta aileleri ile
birlikte geçim sıkıntısı yaşamaktadırlar. Bu durumun düzeltilmesi için
sürekli olarak ilgili mercilere talepte bulunmaktadırlar.
Diğer
yandan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca yürütülen toplum
yararına çalışma programına en yoğun başvuru yapılan alanlardan biri de
okulların temizlik hizmetlerinin yapılması olmuştur. Yapılan düzenleme
belediyelerde uzun süredir mali imkânsızlıklardan dolayı maaşlarını
alamayan işçilerin ihtiyaç duyulan ve maddede belirtilen kamu
kurumlarına aktarılmasından ibarettir.
Böylece
mahalli idarelerdeki ihtiyaç fazlası işçilerimiz kanunda gösterilen
kamu kurum ve kuruluşlarına aktarılarak aylık ücretlerini, kıdem
tazminatlarını ve diğer sosyal haklarını düzenli bir şekilde
alabilmelerine imkân sağlanmaktadır.
Bu
düzenleme ile belediyelerde hizmet alımı yolu ile taşeronlaşmanın
yaygınlaşacağı yönündeki iddianın da hiçbir dayanağı bulunmamaktadır.
Zira aktarılacak işçiler zaten mahalli idarelerdeki ihtiyaç fazlası
işçiler olup, yerlerine işçi alınmayacağı gibi bu ayrılacak işçiler
gerekçe gösterilerek ilave hizmet alımı yapılmasına müsaade
edilmeyecektir.
GERÇEK: Bu
düzenleme ile İl özel idareleri ile belediyelerde (bağlı kuruluşları
hariç) çalışan sürekli işçi kadrolarında çalışan “ihtiyaç fazlası”
işçilerin Karayolları, Milli Eğitim Bakanlığı ve Emniyet Genel
Müdürlüğünün taşra teşkilatındaki sürekli işçi kadrolarına atanması
amaçlanmaktadır. Resmi verilere göre mahalli idarelerde 122.343 işçi
norm kadrosu bulunmakta fakat, 174.644 işçi çalışmaktadır. Aradaki 52
bin kişilik fark “ihtiyaç fazlası” olarak belirlenmiş ve söz konusu
“fazla”nın tasfiyesi için bu düzenleme yapılmıştır.
Düzenleme
“İl özel idarelerinin sürekli işçi kadrolarında çalışan ihtiyaç fazlası
işçiler, Karayolları Genel Müdürlüğünün taşra teşkilatındaki sürekli
işçi kadrolarına, belediyelerin (bağlı kuruluşları hariç) sürekli işçi
kadrolarında çalışan ihtiyaç fazlası işçiler, Milli Eğitim Bakanlığı ve
Emniyet Genel Müdürlüğünün taşra teşkilatındaki sürekli işçi kadroları
ile sürekli işçi norm kadro dâhilinde olmak üzere ihtiyacı bulunan
mahalli idarelere atanır.” denilerek merkez illerdeki il özel idaresi
işçileri karayollarının taşra teşkilatına, belediye işçileri ise Milli
Eğitim Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nün taşra teşkilatına
“yardımcı hizmetli” olarak sürgün edilmek istenmektedir.
Bu
düzenleme ile ayrıca ihtiyaç fazlası işçilerin tespitini yapmak üzere
vali veya görevlendireceği vali yardımcısının başkanlığında, il emniyet
müdürü, defterdar, il milli eğitim müdürü, Türkiye İş Kurumu il müdürü,
Karayolları Genel Müdürlüğü bölge müdürü, il mahalli idareler müdürü ve
işçi devreden işyerinde toplu iş sözleşmesi yapmaya yetkili işçi
sendikası temsilcisinden oluşan bir komisyon kurulacağı belirtilerek,
kimin ihtiyaç fazlası olacağında belediyelerin değil, AKP Hükümetinin
belirleyici olacağı anlaşılmaktadır.
Çalışma Bakanlığı’nın iddiası; Memurların kurumlar arasında 6 aya
kadar kamu yararı ve hizmet gerekleri gibi gerekçelerle geçici
görevlendirileceği, memurların ve işçilerin başka kurumlara ödünç
verileceği iddiaları da tamamen gerçek dışıdır.
Zira
memurların geçici görevlendirilmelerini düzenleyen maddede bu geçici
görevlendirmelerde memurun muvafakatinin aranacağı açıkça belirtilmiş,
istisnai durumlar için kamu yararı ve hizmet gerekleri gözetilerek
üstelik Devlet Personel Başkanlığının görüşü alınmak suretiyle geçici
görevlendirme yapılabileceği belirtilmiştir.
Tasarıda
norm kadrosu fazlası memurların ihtiyaç fazlası personel olarak 4/C
statüsüne geçirilmesine yönelik bir düzenleme olmadığı gibi böyle bir
niyette yoktur.
GERÇEK: Bu
düzenleme hükümetin gerçek niyetini gözler önüne sermektedir. İş
kanunundaki “ödünç işçilik” düzenlemesi ile paralel olarak hayata
geçirilmek istenen bu düzenleme ile “ödünç memurluk” dönemi
başlamaktadır. Devlet memurlarının kurumlar arası geçici
görevlendirmesini düzenleyen maddede bir taraftan memurun onayı
alınacağı belirtilirken diğer taraftan idareye “kamu yararı ve hizmet
gerekleri” gibi son derece geniş anlamlar taşıyan bir ifadeyle memurun
onayı dışında geçici görevlendirilmesinin, yani sürgüne gönderilmesinin
önü açılmaktadır. Siyasi iktidar tarafından istenmeyen memurların sürgün
edilmesine yol açacak bu düzenleme bir anlamda sürgünlerin yasal hale
getirilmesi anlamına gelmektedir.
“Geçici
süreli görevlendirmenin, memurların göreviyle ilgili olması şarttır.”
İfadesi bulunmasına karşın bugüne kadar kadın öğretmenler ve
hemşirelerin geçici görevlendirme ile cezaevlerinde “kadın gardiyan”
olarak çalıştırıldığı bilinmektedir. Madde düzenlemesi kendi içinde
ciddi çelişkiler taşımaktadır. 657 ile ilgili düzenlemeler içinde en
tehlikeli madde olarak dikkat çeken bu düzenleme ile hakkını arayan,
Hükümetin işaret ettiği sendikaya üye olmayan kamu emekçilerine resmen
gözdağı verilmek istenmektedir.
Çalışma Bakanlığı’nın iddiası; Kanun
tasarısı ile evden çalışma uzaktan çalışma ve çağrı üzerine çalışma
biçiminde esnek çalışma modelleri getirilerek iş yaşamının esnek ve
kuralsız hale getirildiği bu şekilde çalışanların eksik çalışmalarına
ilişkin primlerini ceplerinden Ödeyecekleri, sağlık sigortasından
yararlanamayacakları, asla emekli olamayacakları, gelirinin %12 si
oranında prim ödemeyenlerin sağlık hizmetlerinden yararlanamayacakları,
kadın emeğinin sömürüleceği yönündeki iddialar da kamuoyunu yanlış ve
yanlı bilgilendirmeye yönelik tamamen gerçeklerden uzak iddialardır.
“Çağrı
üzerine çalışma” yeni getirilen bir çalışma modeli değil halen İş
Kanununda mevcut olan bir çalışma şeklidir. Çağrı üzerine çalışmanın
yeni getiriliyormuş belirtilmesi dahi ortaya atılan iddiaların
asılsızlığının ve önyargılığın bir göstergesidir.
Bütün dünyada
olduğu gibi ülkemizde de gelişen teknolojik imkânlar ve çalışma
hayatındaki yemlikler nedeniyle ortaya çıkan evden çalışma ve uzaktan
çalışma olarak tâbir edilen çalışma şekillerine yönelik şu anda her
hangi bir düzenleme olmadığından bu şekilde çalışanlar bu gün kayıt dışı
çalışmakta dolayısıyla sosyal güvenceden ve İş Kanunundan kaynaklanan
güvencelerinden yoksun bulunmaktadırlar.
Yapılan
düzenleme ile hali hazırda evden çalışma ve uzaktan çalışma yöntemine
göre çalışanlar hukuki güvence ve kayıt altına alınmakta, İş Kanunundan
ve sosyal güvenlik mevzuatından kaynaklanan bütün haklardan
yararlanabilmelerine imkân tanınmaktadır.
Kısmi
çalışanların çalışmadıkları günlere ilişkin sigorta primlerini
yatırmalarına imkân sağlanarak iddiaların aksine zamanında emekli
olabilmelerine imkân sağlanmaktadır. Bugün
ayda 16 gün çalışan kısmi süreli çalışan bir işçinin emeldi olabilmesi
için 60 yıl çalışması gerekmektedir. Yapılan düzenleme ile kısmi süreli
çalışanlara da tam sureli çalışanlarla aynı süre ve şartlarda emekli
olma imkânı getirilmektedir.
GERÇEK: İş Kanununda yer alan ve esnek çalışma modellerinden olan çağrı üzerine çalışmaya ek olarak “evden çalışma” ve
“uzaktan çalışma” adı altında yeni esnek çalışma biçimleri
eklenmektedir. Bu düzenleme ile amaçlanan insan onuruna yaraşır
nitelikli ve güvenceli işler yaratmak yerine, çalışma sürelerinin
esnekleştirilmesi ve mekânsal esneklik uygulamaları ile yeni esnek
çalışma biçimlerinin önünün açılmasıdır.
4857
sayılı İş Kanunumuzda çalışma süreleri, fazla çalışma, fazla sürelerle
çalışma, zamlı ücret yerine serbest zaman uygulaması seçeneği,
denkleştirme yöntemiyle yoğunlaştırılmış iş haftası uygulaması, telafi
çalışması ve kısa çalışma gibi çok sayıda esnek çalışma yöntemi vardır.
Kısmi süreli çalışmaların düzenli ve güvenceli çalışmalara göre
işçilerin aleyhine olduğu herkes tarafından bilinen bir gerçektir.
4857
sayılı İş Kanununda (İK); işçinin normal haftalık çalışma süresinin,
tam süreli iş sözleşmesiyle çalışan emsal işçiye göre önemli ölçüde daha
az belirlenmesi durumunda sözleşmenin kısmî süreli iş sözleşmesi
olacağı (İK.m.13); kısmî süreli iş sözleşmesi ile çalıştırılan işçinin,
ayırımı haklı kılan bir neden olmadıkça, salt iş sözleşmesinin kısmî
süreli olmasından dolayı tam süreli emsal işçiye göre farklı işleme tâbi
tutulamayacağı (İK.m.5/2 ve 13/2), kısmî süreli çalışan işçinin ücret
ve paraya ilişkin bölünebilir menfaatlerinin, tam süreli emsal işçiye
göre çalıştığı süreyle orantılı olarak ödeneceği (İK.m.13/2); emsal
işçinin, işyerinde aynı veya benzeri işte tam süreli çalıştırılan işçi
olacağı, işyerinde böyle bir işçi bulunmadığı takdirde, o işkolunda
şartlara uygun işyerinde aynı veya benzer işi üstlenen tam süreli iş
sözleşmesiyle çalıştırılan işçinin esas alınacağı (İK.m.13/3); işyerinde
çalışan işçilerin, niteliklerine uygun açık yer bulunduğunda kısmî
süreliden tam süreliye veya tam süreliden kısmî süreliye geçirilme
isteklerinin işverence dikkate alınacağı ve boş yerlerin zamanında
işçilere duyurulacağı belirtilmektedir.
Bu
düzenlemeye göre tam süreli işçiye uygulanan İş Kanunu hükümleri kısmi
süreli çalışanlara da uygulanacaktır. Ancak ayrım yapmayı haklı kılan
nedenlerin olması halinde farklı uygulamaya tabi olabilmeleri
kaçınılmazdır. Bu durumda çağrı üzerine, uzaktan ya da evden çalışan
işçiler; özellikle ücret, tazminat, ikramiye vb. ödemelerden çalıştığı
süreyle ilgili olarak orantılı bir şekilde daha az yararlanacaklardır.
Çalışma Bakanlığı’nın iddiası; Tasarının
genelinde kadınlarımız için getirilen düzenlemelerin göz ardı edilerek
kadın emeğinin sömürüleceği iddialarında bulunmak en hafif tabirle
insafsızlıktır. Evlerinden firmalara parça başı vb. iş yapan
kadınlarımız tasarı ile kayıt altına alınmakta, sosyal güvenceye ve iş
kanunundan kaynaklanan diğer bütün bak ve güvencelere
kavuşturulmaktadır. Ayrıca
kadın istihdamına yönelik teşvikler getirilmekte, bu çerçevede
kadınlarımızın sigorta işveren prim payı 54 aya kadar süreyle devlet
tarafından karşılanmaktadır. Ayrıca, erken doğum (prematüre) yapan
kadınlarımıza doğum öncesi izinlerini doğum sonrası kullanma imkânı
verilmektedir. Kamuda çalışan kadınların emzirme izinleri ilk 6 ay için
günde 3 saate sonraki 6 ay için günde 1,5 saate çıkarılmaktadır.
GERÇEK: Çalışma
Bakanlığı kendi alanındaki işgücü verilerinden haberdar değildir.
Türkiye’de kadınların işgücüne katılma oranı yüzde 26’dır. Türkiye’deki
işgücünün sadece yüzde 29’u kadındır ve bu kadınların yüzde 60’ı kayıt
dışı çalışmaktadır. OECD’nin verilerine göre Türkiye’de çalışan
kadınların yaklaşık yüzde 20’si kısmi süreli çalışmakta, dolayısıyla
ücretinden sosyal haklarına kadar her haktan “yarım” yararlanmaktadır.
Kadınların esnek, kuralsız ve güvencesiz çalıştırılmasını “kadın
istihdamını arttırmak” olarak değerlendirmek ancak bugünkü iktidar
zihniyetinin aklına gelebilecek orijinallikte bir fikirdir. Erken doğum
yapan kadınların doğum öncesi izinlerinin daha önce kullandırılmamış
olması ise kadınların değil, bu alanda bugüne kadar düzenleme yapmamış
olan AKP hükümetinin ayıbıdır.
Çalışma Bakanlığı’nın iddiası; Meslek
lisesi Öğrencileri, meslek yüksek okulu öğrencileri ve çıraklık okulu
öğrencilerinin aynı kategori içine sokulacağı stajyerlik uygulamasıyla
bunların mağdur edileceği yönündeki iddialarda tamamen gerçeklerden
uzaktır.
Tasarıda
çırakların mevcut durumunu değiştiren hiç bir düzenleme yer
almamaktadır. Hali hazırda mesleki öğrenim gören öğrencilerin staj
imkânı hemen hemen hiç yokken, staj yapanlara doğru dürüst ücret
ödenmezken hatta staj yapabilmek için öğrenciler işyeri bulamazken staj
imkânının geliştirilebilmesi için 10 personel çalıştıran işyerlerinde de
öğrencilerin staj yapabilmelerine imkan tanınmaktadır. Ayrıca, meslek
yüksek okullarının öğrencilerine ve mesleki teknik eğirim veren yüksek
okulların Öğrencilerine de staj imkanı getirilmekledir. Mesleki eğitim
veren okullarda staj eğitim eğitimin bir parçası olup kapsamın
genişletilmemesi halinde gerekli biçimde eğitim almaları mümkün
olmayacaktır.
GERÇEK: Mesleki
eğitim yaptıracak işletme sayısının yetersizliği öne sürülerek, 20 ve
daha fazla personel çalıştıran işletmeler için var olan staj yaptırma
yükümlülüğünün daha az personel çalıştıran işyerlerini de kapsayacak
şekilde genişletilmesi sağlanmıştır. Bu düzenleme,
kapsam dışına çıkmak isteyen işletmeleri kayıt dışı istihdama
yönlendirecektir. Komisyon aşamasında dile getirilen eleştiriler
üzerine, önceden belirlenen 5 rakamının 10’a çekilmesi ve gerektiğinde
bu sayının 5’e düşürülmesi konusunda Bakanlar Kuruluna yetki
verilmiştir. Hükümet meslek liseleri öğrencilerinin staj yapma
olanaklarını arttırdığını iddia etse de, diğer maddelerde yapılan
değişikliklerle özellikle staj ücreti bakımından şu anda brüt asgari
ücretin üçte ikisi ödeniyorken, yapılan değişiklikle stajyerlerin asgari
ücretin net tutarının üçte biri kadar ücret almaları öngörülmüştür.
Meslek
liselerinde öğrenciler son sınıfta iki gün okula, üç gün ise
alanlarındaki işletmelerde staja gitmektedirler. Kanun yasalaştığı
takdirde patronlar stajyerleri daha fazla ve daha ucuza çalıştırma
imkânına sahip olacaklardır. Sermaye açısından ucuz iş gücü olarak
görülen gençler, işçilerin yerine kendi alanları olmayan konularda uzun
saatler çalıştırılacak ve artık, eskiye kıyasla daha çok işyerinde ucuz
emek sömürüsü yaşanacaktır.
Çalışma Bakanlığı’nın iddiası; Deneme
süresinin 2 aydan dört aya çıkarılması işçilerin bu süredeki
ücretlerine, izin haklarına, ihbar tazminatına hiçbir etkisi
bulunmamaktadır.
Kaldı
ki bu düzenleme hali hazırdaki kanunda da mevcut olup toplu iş
sözleşmesi ile bütün işçiler için dört aya kadar arttırılabilmesine
yönelik hüküm bulunmaktadır. Tasarı ile bu husus ilk defa işe girenler
içinde dört ay olabilecek şekilde düzenlenmektedir, tik defa işe
girecekler için deneyimin nedenli önemli olduğu açıktır. İşverenler işe
alacakları işçilerin deneyim sahibi olmalarını tercih etmektedir-
Nitekim genç işsizliği oranı ortalama işsizlik oranının oldukça
üzerindedir. Böylece ilk defa İşe girecek olanların istihdamı
kolaylaştırılmaktadır.
GERÇEK: İş
Kanununun 15 inci maddesi, taraflarca iş sözleşmesine bir deneme kaydı
konulduğunda, bunun süresinin en çok iki ay olabileceğini, toplu iş
sözleşmeleriyle dört aya kadar uzatılabileceğini hükme bağlanmıştır.
Meclis Genel Kurulundaki metin deneme süresinin ilk defa işe girenler
için en çok dört ay olabileceğini öngörmektedir. İş hukukunda yer alan
deneme süreli iş sözleşmesi; işverenin işçinin bilgi, yetenek ve
kişiliğini tanımaya; işçinin de çalışma koşullarının kendisine uygun
olup olmadığını öğrenmeye olan ihtiyacından doğmuştur. Bu açıdan
bakıldığında, 2003 yılında İş Kanunu yasalaşırken iki aylık deneme
süresinin bu amaçları karşılamaya yeteceği, gerekirse toplu iş
sözleşmesi ile bu sürenin dört aya kadar uzatılabileceği kabul
edilmiştir.
Tasarı
ile fazla çalışma ücreti ödenmeyecek biçimde denkleştirme döneminin
turizm sektörü için iki aydan dört aya çıkarılması, bu maddedeki deneme
süresinin uzatılması ile birlikte değerlendirildiğinde, turizm sektörüne
ciddi bir işgücü kıyağı yapıldığı anlaşılmaktadır.
Çalışma Bakanlığı’nın iddiası; İşçi
şikâyetlerinin müfettişler eliyle değil de Belge müdürlüğü memurları
eliyle İncelenmesinin denetimsizliği arttıracağı işçinin temel
haklarının bağımsız iş müfettişlerinden alınarak bakanlık personeline
verilmesinin denetimsizliği arttıracağı yönündeki iddialarda tamamen
gerçeklerden uzaktır.
5521
sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 10 uncu maddesinde yer alan hükme
istinaden vuku bulan işçi şikâyetleri hâlihazırda Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığı iş müfettişleri tarafından incelenmekte ve
sonuçlandırılmaktadır. İşçi şikâyetleri çok çeşitli konularda
olabilmektedir. İşyeri ve çalışma şartlarına, iş şartlarına, iş sağlığı
ve güvenliği önlemlerine, sigorta işlemlerine ilişkin şikâyetler olduğu
gibi, İşçilerin mali haklarına ilişkin şikâyetler de yoğun bir şekilde
Bakanlığa intikal etmektedir.
Özellikle
ekonomik kriz dönemlerinde, işyerlerinin kapanması ya da istihdamda
daralmaya gidilmesi sonucu, işten çıkarılan işçilerin, işverenleri ile
aralarında çıkan iş uyuşmazlıklarının idari yönden çözümü için bakanlık
bölge müdürlüklerine çok yoğun başvuru olmaktadır.
Asli
görevleri işyeri denetimi olan iş müfettişlerince iş sözleşmesi sona
ermiş işçilerin iş sözleşmesinden kaynaklanan kişisel alacaklarına
ilişkin şikâyetlerinin incelenmesi, bu incelemenin işyeri denetimini
gerektirmemesi, belgeye dayalı incelemeler olması nedeniyle tam
anlamıyla bir teftiş ve denetim faaliyeti olmayıp, bu şikâyetlerin
sonuçlandın İmaya çalışılması, bugünkü haliyle hem uzun zaman almakta
hem de iş müfettişlerinin asli görevleri olan işyeri denetimlerinden
geri kalmalarına neden olmaktadır.
Öte
yandan çalışma hayatında emeğin karşılığı ve tek gelir kaynağı olan
ücreti ile geçinen işçilerin, iş sözleşmesinden kaynaklanan bireysel
alacakları ile ilgili şikâyetlerinin en kısa zamanda çözülmesi veya en
azından yol gösterilmesi bu kişiler açısından da büyük önem arz
etmektedir. Nitekim 2009 yılında işçi şikayetleri bölge müdürlükleri
aracılığıyla çözümlenmesine yönelik düzenleme yapılmış ve 40.000
civarındaki işçi şikayeti kısa sürede sonuçlandırılmış ve işçi
şikayetlerini sonuçlandırma süresi 15 güne kadar düşürülmüş ancak yasal
boşluk nedeniyle bu sürecin kesintiye uğraması bu düzenlemeyi zorunlu
kılmıştır.
Yapılan
düzenleme ile iş sözleşmesi fiilen sona eren işçilerin Kanundan, iş ve
toplu iş sözleşmesinden doğan bireysel alacaklarına ilişkin işçi
şikâyetlerinin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bölge
müdürlüklerince incelenebilmesine imkân tanınarak iş müfettişlerinin
asli görevleri olan işyerlerinin teftiş ve denetimine yoğunlaşmaları,
öte yandan işçi şikâyetlerinin hızlı bir şekilde sonuçlandırılması
amaçlanmaktadır.
Görüleceği
üzere bütün bu İddialar asılsız, mesnetsiz, önyargılı mülahazalarla
ortaya atılmış, yanlış, yanlı, iyi niyetten yoksun iddialar olup, bazı
kesimlerin şimdiye kadar yaptıkları gibi vatandaşlarımız için yapılmış
ve yapılması düşünülen bütün iyileştirmelere karşı çıkmayı refleks
haline getirmiş olmalarının bir sonucudur.
GERÇEK: Çalışma Bakanlığı
bu iddiası ile tam bir demağoji örneği sergilemektedir. “İşçi
şikâyetlerinin iş müfettişlerinden alınarak düz memurlara inceletilmesi”
ile ilgili madde hem anayasaya hem de Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO)
Sözleşmelerine aykırıdır. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer
Dinçer bu düzenlemeyi daha önce bir yazıyla yapmaya çalışmış, ancak
uygulama Danıştay tarafından iptal edilmiştir.
Çalışma
Bakanlığı işçi şikâyetlerinin giderek yoğunlaşması karşısında iş
müfettişlerinin çalışma olanaklarını iyileştirmek yerine, 2009/10 sayılı
genelge ile İş Yasası’na aykırı olarak “iş sözleşmesi sona eren”
işçilerin şikâyetlerini, iş hukuku konusunda hiçbir bilgisi olmayan
memurlara inceletmeye başlamıştır. Genelgenin uygulandığı dönemde
memurların bütün yaptığı iş; işverenin işçi alacağını kabul etmemesi
halinde işçiye iş mahkemesine başvurması gerektiğini bildirmek olmuştur.
81
No’lu ILO sözleşmesine göre işçiler ya da sendikalar tarafından yapılan
şikâyetlerin; işçinin iş sözleşmesi sona ermiş olsa da, işçi halen
işyerinde çalışıyor olsa da, iş denetim birimi, yani iş müfettişleri
tarafından inceleneceği belirtilmektedir. Yine hatırlanacağı gibi
Anayasanın 90. maddesine göre, “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş
milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir.” Tasarı maddesi bu haliyle
81 No’lu ILO Sözleşmesi’ne ve anayasanın 90. maddesine aykırıdır,
kanunlaşsa bile iç hukukta uygulanma olanağı yoktur. Çalışma Bakanlığı
açıkça Anayasaya aykırı bir düzenlemeyi savunarak suç işlemektedir.
SONUÇ OLARAK: Yukarıda
ifade edildiği gibi kamuoyunu asıl yanlış bilgilendireni, işçi ve
emekçileri gözlerinin içine baka baka kandıran sendika ve
konfederasyonlar değil, bizzat Çalışma Bakanlığı’dır.
Kamuoyuna saygı ile duyurulur
KESK YÖNETİM KURULU