31 Temmuz 2012 Salı

Şükriye Tuğ'u Normal Doğum Israrı Mı Öldürdü


Normal doğum ısrarı mı öldürdü?
Zeytinburnu Semiha Şakir Doğumevi’nde doğum sırasında rahatsızlanan 40 yaşındaki Şükrüye Tuğ, hayatını kaybetti. 
2 çocuk annesi Şükrüye Tuğ Semiha Şakir Doğumevi'ndeki doğum sırasında durumu kötüye gitti ve hayatını kaybetti. Tuğ'un ölümüne doktorun normal doğumda ısrar etmesinin yol açtığını ileri süren ailesinin anlattığına göre olay şöyle gelişti.

40 yaşındaki Şükrüye Tuğ'un sancıları tutunca Başakşehir Devlet Hastanesi'ne götürüldü. Burada bebeğin anne karnında zehirlendiği söylendi, Halkalı Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ne sevk edildi. Bu hastaneden de yer olmadığı gerekçesiyle Zeytinburnu Semiha Şakir Doğumevi'ne sevk gerçekleşti.. Burada anne ve çocuğun sağlık durumunun iyi olduğu söylenerek dün saat 22.00 sıralarında doğuma alındı.

Her şeyin normal olduğunu düşündüklerini söyleyen Tuğ'un görümcesi Zeynep Tuğ yaşadıklarını şöyle anlattı:

'Hastamız buraya sevk edildiğinde bebeğin anne karnında zehirlendiği söylenmişti. Burada annenin ve bebeğin sağlık durumunun çok iyi olduğunu ve normal doğumun gerçekleştirileceğini söylediler. Dün saat 22.00 sıralarında normal doğuma alındı. Söylendiğine göre anne orada iki defa bayılıyor. Yüksek tansiyonu varmış. Buna rağmen normal doğumda ısrar ediyorlar. Üçüncü kez bayıldığında anneyi mecburen sezeryana alıyorlar. Ameliyat bittiğinde yoğun bakıma alıyorlar ve bugün sabah saatlerinde bize öldüğünü söylediler. Bebek bayılma esnasında anne karnında oksijensiz kaldığı için yoğun bakıma alınıyor. Şuan halen yoğun bakımda" dedi.

Ameliyat boyunca annenin sürekli kanaması olduğunu ve kendilerinden kan istendiğini belirten Zeynep Tuğ, 'Saatlerce kan aradık. En son kan bulundu. Kan bulunduktan sonra ameliyattan çıkartıldı, kanamanın durdurulduğu söylendi. Yoğun bakıma alındı yoğun bakımda 1 saat durduktan sonra anne hayatını kaybetti. Olayın içeriğini tam net olarak bilmiyoruz. Hukuki süreç başladı. Savcılığa suç duyurusunda bulunuldu. İncelemeler yapılacak gereken yapılacak. Sezeryan başta yapılabilirdi. Biz öyle düşünüyoruz. Baştan itibaren sezeryana alınabilseydi böyle olmayabilirdi" şeklinde konuştu.

"BİZE AÇIKLAMA YAPILMADI, ŞİKAYETÇİ OLDUM"

Savcılığa suç duyurusunda bulunan Şükrüye Tuğ'un eşi Ziya Tuğ, "Normal doğum olacağı ve hiçbir problem olmadığı söylendi. Başbakanımız sezeryana karşı olduğunu söylemişti. Ama işte sezeryan olmadığı için eşimi kaybettim. Bebeğim yoğun bakımda. Onun da hayati tehlikesi var. Ben gereken mercilere dilekçemi verdim. Şikayette bulundum. Ben kimseyi suçlamıyorum. Ama kusuru olanlar bulunsun, bunu istiyorum" dedi.

Savcılığın başlattığı soruşturma nedeniyle Tuğ'un cesedi otopsi için Adli Tıp Kurumu morguna kaldırıldı. Bu sırada Tuğ'un hastane önünde bekleyen yakınları gözyaşlarına boğuldu. Polis, hastane önünde taşkınlık yaşanmaması için güvenlik önlemi aldı.

30 Temmuz 2012 Pazartesi

CHP Merkez Yönetim Kurulu Üyeleri Listesi Açıklandı

CHP Merkez Yönetim Kurulu Üyeleri Listesi Açıklandı

CHP Merkez Yönetim Kurulu (MYK) listesi  Genel başkan Kemal Kılıçdaroğlu tarafından açıklandı. CHP'nin 2 numarası ismi, Örgütten Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Adnan Keskin oldu.

CHP Merkez Yönetim Kurulu Üyeleri
AR-GE Bilim, Yönetim ve Kültür Platformu – Sencer AYATA
Bilgi ve İletişim Teknolojileri – Emrehan HALICI
Dış İlişkiler ve Yurtdışı Örgütlenmeler – Faruk LOĞOĞLU
Doğa Hakları ve Sosyal Politikalar – Şafak PAVEY
Ekonomi Politikaları – Faik ÖZTRAK
Halkla İlişkiler – Gülseren ONANÇ
İdari ve Mali İşler – Umut ORAN
İletişim, Tanıtım ve Medya ile İlişkiler – Gürsel TEKİN
İnsan Hakları – Sezgin TANRIKULU
İşçi ve Memur Sendikaları, Emekliler ve Emek Büroları – Yakup AKKAYA
İşveren Sendikaları ve Meslek Kuruluşları (TİSK, TOBB, TÜSİAD, TESK - Erdoğan TOPRAK
Kamu Politikaları ve Parti Sözcüsü – Haluk KOÇ
Parti İçi Eğitim – Perihan SARI
Parti Örgütü ve Örgüt Yönetimleri – Adnan KESKİN
Sivil Toplum Örgütleri ve Diğer Meslek Kuruluşları (TMMOB, TTB, TBB, ÇYDD vb.) - Nihat MATKAP
Seçim ve Hukuk İşleri – Bülent TEZCAN
Yerel Yönetimler – Gökhan GÜNAYDIN
Genel Sekreterlik – Bihlun TAMAYLIGİL

29 Temmuz 2012 Pazar

CHP'nin 34. Kurultayı'nda Seçilen 60 Kişilik Parti Meclisi İlk Toplantısını Yaptı


CHP 34. Kurultay Sonrası İlk Parti Meclisi Toplantısı Yapıldı
Kurultay’da seçilen PM üyelerinin ilk toplantısı Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun, “Yokuşta akmayan ter inişte gözyaşına dönüşür” uyarısıyla başladı. 

CHP Lideri Kılıçdaroğlu, “Önümüzde 3 seçim var. Anadolu’yu karış karış gezmek sadece benim görevim değil, PM üyelerinin, Milletvekillerinin İl, ilçe başkanlarımızın, yani hepimizin görevi” dedi.

-“Yargıç eğer hükümetin sopası görevini üstleniyorsa o kişiye yargıç denmez. Yargıç elinde hükümetin sopası olan kişi değildir. Yargıç elinde adalet terazisi olan kişi demektir.”

-“Çocukları ileride babalarının yargıç olduğunu söylemekten utanacaklardır. Böyle bir mirası, bir baba çocuklarına bırakamaz. Çocuklar babalarının yargıç olmadığını söylesinler, onlar hükümetin görevlisiydi desinler, Sayın Başbakan talimat verdi onlarda talimatı yerine getirdi desinler”

-“Milli iradeye en büyük darbe, mahkeme kılıklı hükümet sopası olmuştur.”


-“Milli irade diyeceksiniz, milletvekillerini hapse atacaksınız. İnsanları telle boğanları serbest bırakacaksınız, halkın iradesiyle seçilen, mahkum olmamış kişileri hapiste tutacaksınız.”

-“ Dış politikada ülkemizin çıkarları ağır darbe almıştır. Bu çapsız kadronun bırakınız derin, ya da sığ, asgari bir stratejik plana bile sahip olmadığını gördük.”

-“Sayın Davutoğlu ve Sayın Başbakan’a sormak isterim. Suriye politikanızın sonucunda Suriye’nin parçalanabileceğini öngörmüş müydünüz? Eğer bütün dünyanın tahmin edebildiği bu gelişmeyi öngörmeydiyseniz siz bir stratejik körlük içindesiniz. Bunun bir diğer anlamı da Suriye haritasını yeniden dizayn etmek için egemen güçlerin size tapu kadastro memurluğu görevini vermeleridir.”

-“Diplomasiyi rafa kaldırarak yerine talimatlı, taşeron dış politikayı ikame etmek ülkeyi savaşın eşiğine getirmek kabul edilemez bir gelişmedir. Sözde oyun kurucuyduk bu bölgede oyuncak olduk.”

-“Geldiğimiz noktada AKP iktidarı beline kadar değil, boynuna kadar bataklığa saplanmış durumda.”

-“Bugün gazetelere yansıyan bir başka olay; İktidar partisinden bir milletvekilinin oğlunun polisleri sıraya dizip sorgulaması. Sanki onlar suçluymuş gibi. Kabul edilebilir bir tablo değildir bu. Bizim milletvekillerine biber gazı sıkacaksınız hiçbir şey olmayacak beyefendinin oğluna bir şey oldu bütün polisleri sıraya dizeceksiniz.”

CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu Kurultay’dan sonra seçilen ilk Parti Meclisi’ne başkanlık etti ve açış konuşmasında şunları söyledi;


“Parti Meclisimizin değerli üyeleri, 34. Olağan kurultayımızı yaptık. Güzel bir kurultaydı. Bu kurultayımızın en temel özelliği ilk kez 500’e yakın Parti Meclisi üyesi adayının çıkmış olmasıydı. Bu demokrasi için çok güzel bir rakam. Ve ikinci büyük özelliği bu kurultayımızın 500’e yakın adayımız çıktı ama hiç kavga çıkmadı.

Salona girdiğimde duvarlarda afişler vardı, pankartlar vardı. Öğrencilik yıllarımı hatırladım. Öğrenci temsilciliği seçimlerini hatırladım. Yüzlerce afiş, pankart vardı biz gider bir öğrenci için oyumuzu kullanırdık. Burada da güzel bir tablo oldu. Çarşaf listeyi uyguladık. Anahtar listeler çıktı birden fazla. Bunlarda demokrasinin güzelliklerinden bir başkası.

Parti Meclisimizin yapısıyla ilgili kısaca bilgi sunmak istiyorum sizlere. Ortalama yaşımız 52. 22 ilden temsilcimiz var Parti Meclisinde. Parti Meclisimizin %58’ini milletvekilleri, %42’sini milletvekili olmayan arkadaşlarımız oluşturuyor. 20 farklı meslekten ve 7 ayrı coğrafyadan Parti Meclisimiz üyelerini bünyesinde barındırıyor. %33 cinsiyet kotasını uyguladık. Kadınların en yoğun olduğu ilk Parti Meclisimiz bu. Umuyorum önümüzdeki süreç içinde bu yoğunluk artarak devam eder. Yine gençlik kotası uygulandı %10. Sağımda ve solumda iki genç arkadaşımız var. Onlarla hepimiz gurur duyuyoruz. Onlarında sayılarının artmasını bekliyoruz.

Kuşkusuz Parti Meclisimiz açısından sadece benim değil, halkında, Cumhuriyet Halk Partililerinde büyük beklentileri var. Bu beklentileri gerçeğe dönüştürmek hepimizin görevi. Önümüzde 3 seçim var. Yerel seçimler var, genel seçimler var, Cumhurbaşkanlığı seçimi var. Bizim bu süreç içinde yoğun bir çalışma yapmamız gerekiyor. Hepimizin temel görevi bu. Anadolu’yu karış karış gezmek sadece benim görevim değil. Bütün Parti Meclisi üyelerinin görevi. Sadece Parti Meclisi üyelerinin de görevi değil. Bütün milletvekillerinin görevi. Sadece bütün milletvekillerinin de değil. Bütün il ve ilçe başkanlarının da görevi. Yeni bir örgütsel yapılanmaya gidiyoruz. İl başkanlarımıza bu konuda bilgi verdim. Önümüzdeki süreç içinde il başkanlarımızı ve ilçe başkanlarımızı toplayacağız. Sandık bazında yeni bir örgütlenme yapıyoruz. Ayrıca Parti Meclisi üyelerimiz illerden sorumlu olacaklar. Hangi Parti Meclisi üyemiz hangi illerden sorumlu onu da önümüzdeki süreç içinde sizlere sunacağız.

Unutmayacağımız bir kural var. Yokuşta akmayan ter inişte gözyaşına dönüşebilir diyor arkadaşlarımız. Öyledir. Ter dökeceğiz ki başarıyı hep beraber kucaklamış olalım.

Kısaca mesajlarım bunlar Parti Meclisi üyelerimiz için.

Kuşkusuz Türkiye’nin çok önemli sorunları var. Zor bir süreçten geçiyor Türkiye. Türkiye açıkça söyleyeyim yönetilemiyor. Bu görkemli ülke, bu dinamik ülke, bu ulusal kurtuluş savaşını verip bağımsızlığını kazanan ülke maalesef sağlıklı yönetilemiyor. Belleklerimizde unutabiliriz ama kalsın diye bir iki noktaya kısaca değinmek isterim.

16 Haziran 2005 tarihinde gazetelerde şöyle bir haber var. İzin verirseniz onu okuyum. Sayın Erdoğan’ın bir konuşması. Erdoğan dönemin ABD Başkanı Sayın Bush’a şunları söylüyor.

“Beşar Esad Suriye’de liderlik yapabilme kapasitesine sahip en iyi isim. Ancak Suriye’de sorun adamda değil sistemde. Türkiye’de Beşar Esad’a yardımcı olup sistemi geliştirmek ve değiştirmek hem bölge, hem de dünya için çok doğru bir yol. Suriye’yi karıştırarak çözemezsiniz. Suriye’yi Esad’a yardımcı olarak demokratik ve barışçı bir ülke haline getirebiliriz. Başka her türlü yol bölgede sıkıntıyı ve tansiyonu artırır”. Sayın Erdoğan’ın 16 Haziran 2005 tarihinde gazetelere yansıyan ve Sayın Bush’a söylediği sözler bunlar. Bu sözlerin altına sadece ben değil, bu ülkedeki bütün yurttaşlarımızın imza atacağını düşünüyorum.

Bir yıl sonra bu tabloda kısmen bir değişim oluyor. 6 Temmuz 2006 ABD’nin o dönem Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice şu açıklamayı yapıyor. Başbakan Erdoğan’ın Başdanışmanı Ahmet Davutoğlu’nu Şam’a İsrail ve ABD’nin isteği üzerine gönderdiğini açıklayarak Türkiye’nin bu girişimine teşekkür ederiz diyor.

Değerli arkadaşlarım, buradan nereye geldik. Bir muhalefet partisinin en temel görevi hükümetin uyguladığı politikaların yanlışlığını ortaya koymak ve gerektiğinde alternatif politikalar önermektir. Sadece yanlışlığını ortaya koyarsak alternatif politikalar üretmezsek ve onları da söylemezsek muhalefet sadece eleştiriyor, öneri getirmiyor algısını toplumda yerleştirmiş oluruz. Ama biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak neyi eleştirdiysek arkasından çözümümüzü de ifade ettik. Özellikle dış politikada Cumhuriyet Halk Partisi uyarı görevini yapmazsa tarihe karşı sorumlu olur. O vebalin altından kendisini kurtaramaz. Çünkü dış politika iç politika gibi değildir. Uyarı görevini yapmak, iktidarı uyarmak Ana Muhalefet Partisinin temel görevlerinden birisidir. İç politikadaki hataları şu veya bu şekilde giderebilirsiniz. Halkın gönlünü alabilirsiniz. Ama dış politikada yaptığınız bir yanlışın bedelini doğrudan halka, doğrudan topluma ödetirsiniz. Ve bunun sorumluluğu çok daha ağırdır.

Dış politikada hepimizin bildiği bir gerçek var. Her ülke dış politikasını kendi ülkesinin çıkarları üzerine oturtur. Ulusal çıkarlar o açıdan çok çok önemlidir. Dış politikada duygusallık, bağnazlık ve inatla politika yapmak yoktur. Dış politikada başka bir ülkenin taşeronluğunu yapmak yoktur. Dış politikada tepki dürtüsüyle yola çıkmak yoktur. Blöfle dış politika yapılmaz, ideolojik körlükle dış politika yapılmaz. Onun içindir ki dış politikanız tarihi birikime ve deneyime ve akla dayalı olmak zorundadır. Partiler üstü olmak zorundadır. Milli olmak zorundadır. Sağlam ve mantıklı bütünlükle yapılmak zorundadır. Gerçekçilikle dış politika yapılmak zorundadır. Aklı selim, sağduyu, serinkanlılık ve uzak görüşlülükle dış politika yapılmak zorundadır. Ve çok daha önemlisi dış politika sözün yerinde ve zamanında kullanılmasıyla yapılacak olan bir politikadır.

Dış politikamızda bu temel ilkelere uyuluyor mu? Hayır. Üzülerek söylüyorum hayır. Bu politikalardan vazgeçtiğiniz içindir ki bugün Türkiye dış politikada tarihinin en büyük kırılganlıklarından birisini yaşıyor. Dış politikada Ana Muhalefet Partisi lideri olarak hep doğruları söyledik ve hep haklı çıktık demek benim ağırıma gidiyor. Çünkü Ana Muhalefet Partisi eleştirilerine karşın haklı çıktık diye bir tablo ortaya çıkıyorsa ve gerçekten haklı çıkıyorsa o zaman dış politikada Türkiye ağır bedeller ödeyen bir sürecin içine girmiş demektir. Geldiğimiz budur değerli arkadaşlarım. Dış politikada ülkemizin çıkarları ağır darbe almıştır.

Değerli arkadaşlarım, bu çapsız kadronun bırakınız derin ya da sığ asgari bir stratejik plana bile sahip olmadığını gördük. Türkiye basiretsiz, beceriksiz, liyakatsiz bir kadro tarafından stratejik derinlik masallarıyla uyutularak derin bir çukura itildi. Yüzlerce defadır söylediğim bir gerçeği bir kez daha size aktarmak isterim. Suriye’nin etnik ve mezhep çatışmasına doğru sürüklenmesini bütün bölgede yeni bölünmelerin, yeni yapılanmaların ve sonu gelmez bir kaosun yolunu açacaktır dedik. Bu sürecin sonunda en çok zarar gören ülkelerin başında yer alacak ülkenin adının da Türkiye olduğunu defalarca dile getirdik. Şu soruyu sormamız gerekiyor kendimize. Dış politikada da aynı soru sorulur. Bugün geldiğimiz noktada kim karlı çıktı? Türkiye mi karlı çıktı? Dönüp bakalım. Bir uçağımız Akdeniz’in derin sularında. İki pilotumuzu şehit verdik. Tırlarımız yağmalandı, yakıldı, sınırlarımız kapatıldı. Ekonomik olarak en azından bölge esnafı zor duruma düştü ve Suriye dostumuzdu düşmanımız oldu.

Peki dönüp Suriye’ye bakalım. Suriye bu olaydan karlı çıktı mı? Kan gönlüne döndü. Her gün onlarca kişi yaşamını yitiriyor. Adeta bir savaş var. Ciddi ve yakın bir bölünme tehlikesiyle karşı karşıya. Suriye mi karlı çıktı? Hayır. O zaman her yurttaşımın kendisine şu soruyu sormasını isterim. Bu süreçte hangi ülke ya da ülkeler karlı çıktı? Türkiye’nin ve Suriye’nin kaybettiği bu süreçte kimler karlı çıktı? Dış politikayı başka ülkelerin karlı çıkacağı bir sürecin üzerine oturtursanız bir batağa saplanırsınız.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Davutoğlu ve Sayın Başbakana bir başka soruyu daha bu vesileyle sormak isterim. Suriye politikanızın sonucunda Suriye’nin parçalanabileceğini öngörmüş müydünüz? Eğer bütün dünyanın tahmin edebildiği bu gelişmeyi öngörmeydiyseniz siz bir stratejik körlük içindesiniz. Bunun bir diğer anlamı da Suriye haritasını yeniden dizayn etmek için egemen güçlerin size tapu kadastro memurluğu görevini vermeleridir. Çünkü siz dereyi görmeden paçaları sıvadınız.

Savaş olmasın diye icat edilen bir sanat olan aynı zamanda diplomasiyi rafa kaldırarak yerine talimatlı, taşeron dış politikayı ikame etmek ülkeyi savaşın eşiğine getirmek kabul edilemez bir gelişmedir. Sözde oyun kurucuyduk bu bölgede oyuncak olduk.

Türkiye’nin sağduyusuna, entelektüel birikimine bu iktidar hiçbir zaman önem vermedi. Yalnızca ulusal çıkarlar perspektifinden eleştiri yapan, dikkati çekmek isteyen bizlere en ağır suçlamalar, en ağır hakaretler yapıldı. Suriye’de bir mezhep çatışmasının bölgede yaratabileceği sorunlara dikkat çekildi yine biz suçlandık. Suriye’de yapılacak dışarıdan bir müdahalenin Türkiye’ye sıçrayabileceğini, Türkiye’nin başına bela açabileceğini söyledik yine bizler sürüklendik.

Geldiğimiz noktada AKP iktidarı beline kadar değil boynuna kadar bataklığa saplanmış durumda. Elin taşıyla elin kuşunu vurmaya çalıştık ve bize bunu yaptırmaya çalıştılar. Bunlar bizi güçlerin elinde farklı bir rüzgara kapılmamıza yol açtı. Türkiye tam anlamıyla başı belaya giren bir ülke konumuna düştü.

Ben gerçekten şunu öğrenmek isterim. Hala bütün bu gelişmelerden sonra hükümet acaba aklını başına almayı düşünüyor mu? Bugün halkta derin bir endişe var, derin bir kaygı var. Eğer bu endişe ve kaygı dış politikadan kaynaklanıyorsa ki gerçek budur o zaman bunun sorumlusunun mutlaka bulunması ve sorgulanması gerekiyor.

Değerli arkadaşlar, Türkiye’nin hem irfanına hem sağduyusuna bir kez daha seslenmek isteriz. Türkiye gerçekten büyük bir ülke. Taşeron ülke olmayı hak etmeyecek kadar büyük bir ülke. Büyük bir tarihi deneyimi var Türkiye’nin. Büyük bir entelektüel birikimi var. İnsan zenginliği var. Bütün bunlar Türkiye’nin stratejik üstünlüklerini, avantajlarını oluşturuyor. Yapmamız gereken toplumsal sağduyumuzu, kolektif aklımızı harekete geçirerek mobilize etmektir. Bunun için gerçekten konuşan bir Türkiye’yi yaratmamız gerekiyor. Tartışan bir Türkiye’yi yaratmamız gerekiyor. Sorunlara çözüm arayan bir Türkiye’yi yaratmamız gerekiyor. Bir barış toplumu, bir diyalog toplumu yaratmamız gerekiyor. Eğer bunu yapabilirsek gerçekten de bu bölgede sırtımız yere gelmez ve biz bunları yapabilirsek emin olun sadece bölgemizde değil bütün dünyada asıl o zaman model ülke konumuna gelmiş oluruz. Cazibesiyle bütün bölgeyi dönüştürme yeteneğine sahip görkemli bir ülke olabiliriz.

Bunun koşulu, bunun yolu demokrasiden geçmektedir. İktidarın mutlaka muhalefetin söylemlerine kulak kabartması gerekmektedir. Her dediğim doğrudur, muhalefetin her dediği de yanlıştır yanlışından iktidarın kendisini kurtarması gerekmektedir.

CHP Türkiye’de sağduyuyu temsil eden bir partidir. Ülkesinin çıkarlarını her şeyin üstünde tutan bir partidir. Tarihiyle, birikimiyle, geçmişiyle CHP her zaman her ortamda milli duruşunu sergilemiştir ve sergilemeye de devam edecektir. Biz bu görevimizi ne kadar eleştiri gelirse gelsin yılmadan yerine getireceğiz. Biz batının çıkarları doğrultusunda halkımızın bedel ödemesini istemiyoruz. Biz Türkiye’nin Ortadoğu bataklığına sürüklenmesini istemiyoruz. Özetle biz savaş istemiyoruz. Bütün renkleriyle, bütün zenginlikleriyle, keyfiyle üreten, insanca paylaşan demokratik, özgür bir Türkiye istiyoruz. Komşularıyla barış içinde yaşayan, onlarla dost olan, ekonomik ilişkileri, sosyal ilişkileri, diplomatik ilişkileri sürekli gelişen bir Türkiye istiyoruz.

Bizim ayrımız gayrımız olamaz. Aylardır söylüyorum yine de söyleyeceğim; en temel konularımızı, sorunlarımızı bile bir araya gelip konuşmamamızın izahı yok. Bir araya gelip konuşmalıyız. En meşru zemini, en sağlıklı zemini hedef gösterdik. TBMM’de bir araya gelelim, ülkemizin temel sorunlarını en meşru zeminlerde çözelim. Orada tartışalım. Orada konuşalım. Orada çözümlerimizi dile getirelim.

Ama biz bunları söyledik, beklediğimiz yankı henüz alınmış değil. Kendi sorunlarımızı çözemezsek birileri bizim sorunlarımızı dış mahfillere taşır. Bizim sorunlarımız bu coğrafyanın, bu bölgenin sorunları hiçbir zaman uluslararası alana taşınmamalıdır, buna gerekli özeni göstermeliyiz.

Değerli arkadaşlarım, TBMM diyalog için en meşru zemindir denmiştik siyasetçiler açısından. İllegal bir biçimde altını çizerek bir kez daha söylüyorum illegal bir biçimde milletin iradesinin tecrit edildiği yaralanmış bir meclis vardır.

Değerli arkadaşlarım, milli iradeye en büyük darbeyi mahkeme kılıklı hükümet sopası olmuştur. Nasıl oluyor da halkın oylarıyla seçilen milletvekilleri bir iki yargıcın iradesiyle parlamentoda yasama görevini yapamıyorlar. Demokrasilerde bunu kabul etmek mümkün değildir. Yargıç, yargıç cübbesini giydiği zaman yargıç olunmaz. Yargıç karar verdiği zaman yargıç olunmaz. Yargıç eğer hükümetin sopasını görevini üstleniyorsa o kişiye yargıç denmez. Yargıç elinde hükümetin sopası olan kişi değildir. Yargıç elinde adalet terazisi olan kişi demektir. Yargıç karar vermekle yargıç olmaz. Yargıcın kararı toplumun vicdanında kabul edilmek zorundadır. Toplumun vicdanında kabul edilmeyen bir karar yargıcın kararı değildir. Hükümetten talimat alıp onun görüşleri doğrultusunda karar veren kişi yargıç değildir. Yargıçların yüzkarasıdır o kişiler.

Silivri toplama kampında insanları toplayacaksınız, neyle yargılandıkları belli olmayacak, bir kaosun içine sürükleyeceksiniz, bütün dünyanın gözü önünde Türkiye’nin itibarını sıfırlayacaksınız. Türkiye’nin itibarını sıfırlayan, adaleti yok eden, adalet terazisinin dengesini bozan kişilere yargıç denmez. İktidarın sopasını eline alıp yargıçlık taslayan kişilere biz yargıç demeyiz. Onlar çocuklarına çok ağır bir miras bıraktılar. Çocukları ileride babalarının yargıç olduğunu söylemekten utanacaklardır. Böyle bir mirası bir baba çocuklarına bırakamaz. Böyle bir mirası bırakıyorsa o kişi yargıç değildir. Çocuklar babalarının yargıç olmadığını söylesinler, onlar hükümetin görevlisiydi desinler, Sayın Başbakan talimat verdi onlarda talimatı yerine getirdi desinler.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye’de geldiğimiz nokta bu açıdan kabul edilen bir nokta değildir. Hepimizin sorumlulukları var. Her yurttaşın sorumlulukları var. Milli irade diyeceksiniz, milletvekillerini hapse atacaksınız. İnsanları telle boğanları serbest bırakacaksınız, halkın iradesiyle seçilen, mahkum olmamış kişileri hapiste tutacaksınız. Bir Allah’ın kulu çıkıp bana bunun mantıklı gerekçesini açıklasın.

Anayasanın 90. maddesi orada duruyor. Uluslararası sözleşmeler orada duruyor. Türkiye’yi çağdışı bir devlet göstermeye yetkisi hiçbir yargıçta yoktur. Hem demokrasi diyeceğiz hem özgürlük diyeceğiz bazı yargıçların keyfi üzerine demokrasiyi ve özgürlüğü rafa kaldıracağız. Bunu kabul etmiyoruz.

Bugün gazetelere yansıyan bir başka olay; bir milletvekili, iktidar partisinden bir milletvekilinin oğlunun polisleri sıraya dizip sorgulaması. Sanki onlar suçluymuş gibi. Kabul edilebilir bir tablo değildir bu. Bizim milletvekillerine biber gazı sıkacaksınız hiçbir şey olmayacak beyefendinin oğluna bir şey oldu bütün polisleri sıraya dizeceksiniz.

Böyle iktidar olmaz. Böyle yönetim olmaz. Böyle adalet dağıtılmaz. Onun için altını çizerek söylüyorum. CHP Türkiye Cumhuriyetinin sağduyulu sesidir. CHP Türkiye Cumhuriyetinin en güvenli kurumudur. CHP dış politikamızın temelidir. CHP bu ülkenin güvencesidir. Bütün yurttaşlarıma söylüyorum. Asla karamsarlığa kapılmayın. Hiçbir zaman hiçbir ortamda karamsarlığa kapılmayın. Bize güvenin, biz bu ülkeye demokrasiyi getireceğiz, bu ülkeye özgürlükleri getireceğiz, bu ülkede düşünce özgürlüğü olacak, bu ülkede herkes düşüncesini özgürce ifade edebilecek, herkes inancını özgürce yapabilecek, önlerindeki bütün engelleri kaldıracağız, çağdaş, demokratik, insan haklarına saygılı bir Türkiye’yi beraber kuracağız. Yola çıktık, kurultayımızı yaptık. Görkemli bir kurultay yaptık. O kurultayımızın bütün yurttaşlarıma güven verdiğini biliyorum. Yeni CHP’yi göreceksiniz. İçinde kavgası olmayan, halkı düşünen, halkın sorunlarını düşünen, halkın sorunlarına kilitlenen, çözüm üreten, bütün komşularımızla barış içinde yaşamayı hedef edinen, ilke edinen, yurtta barışı, dünyada barışı hedef edinen bir CHP var. Hiçbir vatandaşımızı ötekileştirmeyeceğiz. Hiçbir vatandaşımızı bana niye oy vermedin diye suçlamayacağız. Bizim bir milletvekilimizin çocuğuna bir polis şunu yaptı diye bütün polisleri sıraya dizmeyeceğiz. Adaleti, hukuku bütün vatandaşlarımıza götüreceğiz. Yargıç kimliğinde olup iktidarın sopası niteliğini taşıyan ya da o sopayı elinde tutan kişileri yargıçlık mesleğinde tutmayacağız. Yargıç halka güven verecek. Halkın vicdanı olacak. Adalet dağıtacak. Çözülmeyen bütün sorunları çözeceğiz. Bütün faili meçhullerin üzerine gideceğiz.

Yeni CHP özgürlük ve demokrasi demektir. Bütün yurttaşlarımın bunu bilmesini isterim. Hepinize teşekkür ediyorum arkadaşlarım.chp.org