İşçi sınıfının mücadele aracı mı burjuvazinin ideolojik aygıtı mı?
TOPLU İŞ İLİŞKİLERİ KANUN TASARISI -3
İşçi sınıfı hareketi, üzerinden artı değer elde etmek üzere emek gücünü metalaştırıp emekçiyi toplumsal bir varlık olarak kabul etmeyen kapitalist üretim sistemine karşı bir isyandır. Kapitalist üretimin yaygınlaştığı 18. yüzyıldan itibaren milyonlarca emekçi yaşamını sefalet içerisinde sürdürmek zorunda kalmış; işsizliğe, güvencesizliğe, uzun çalışma sürelerine, çocuk çalışmasına, kadınların gece çalıştırılmalarına ve son derece düşük ücretlere karşı emekçi kesimlerden tepkiler yükselmeye başlamıştır. Emekçilerin tüm bu sorunların kaynağı olan kapitalist sisteme ve sermaye sınıfına karşı birey olarak mücadele edebilmesi mümkün değildir, dayanışma içerisinde örgütlü bir mücadele yürütmeleri gerekmektedir. İşte sendikalar işçi sınıfının sermaye sınıfına karşı yürüttüğü bu mücadelenin bir aracı olarak ortaya çıkmıştır.
Kapitalist toplum düzenine ve egemen sınıf olan sermayeye karşı işçi sınıfının mücadele aracı olan sendikalar, ortaya çıkış süreçlerinde -doğal olarak- burjuva (liberal) demokrasi anlayışının gereği olan girişimcilik özgürlüğüne engel olduğu gerekçesiyle yasaklanmıştır. İngiltere ve Fransa başta olmak üzere erken sanayileşen, burjuva devlet/demokrasi anlayışını erken yaşama geçiren ve toplumsal sorunların da erken ortaya çıktığı ülkelerde tüm engellemelere rağmen işçi sınıfı sendikalarıyla örgütlü mücadelesini sürdürmüştür. Ne zaman ki işçi sınıfı hareketinin ve sendikaların baskıyla engellenemeyeceği anlaşılmıştır o zaman sendikalar tanınmak zorunda kalınmıştır. Sermaye ve onun güdümündeki burjuva devlet yönetimleri sendikaları tanırken, onları kapitalizme karşı devrimci bir mücadeleden uzaklaştırıp, kendi denetimleri altına almayı ve uzlaşmanın bir aracı haline getirmeyi hedeflemişlerdir.
Sendikaları denetim altına almanın yolu sendikaların faaliyetlerini yasalar içerisinde düzenlenmekten geçmektedir. Burjuva demokrasi anlayışında yasalar burjuvazinin egemenliğini meşrulaştırma aracı olarak kullandığı parlamento sistemi içerisinde yapılır. İşçi sınıfına seçme ve seçilme hakkı verildikten sonra dahi burjuva parlamenter sisteminde burjuvaziyle uzlaşma içerisinde olmayan ve tehdit olarak görülen partilerin ya faaliyetleri tamamen engellenmiş ya da parlamentoda temsil edilmeleri çeşitli yollarla (seçim barajı vb.) engellenmiştir. Böylece parlamenter rejim içerisinde işçi sınıfı partileri yasama süreçlerinde etkili olacak bir çoğunluğa hiçbir zaman erişememişlerdir. Yani kapitalist toplum düzeninde yasama organı olan parlamento ve o parlamentolardan çıkan yasalar daima burjuvazinin çıkarları doğrultusunda olmuştur. Nadiren işçi sınıfının hak ve çıkarlarını geliştiren yasalar çıkartılmışsa da bu, işçi sınıfının üretim sürecinde ve sokaktaki gücü sayesinde ya da kapitalizmin dönemsel çıkarlarına uygun olduğu için (sosyal devlet uygulamaları vb.) gerçekleşmiştir. Dolayısıyla işçi sınıfının gücünde zayıflama veya kapitalizmin çıkarlarında bir değişim olduğunda işçi sınıfı için olumlu düzenlemeler de ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır.
Yasalara hapsedilen sendikacılık
İşçi sınıfı mücadelesiyle elde edilen sendikal haklar, kolektif hakların temelini oluşturmaktadır. Burjuva demokrasi anlayışının getirdiği girişimci ve mülkiyet sahiplerini korumakla sınırlı bireysel hak ve özgürlüklerin, emekçi kesimler için de geçerli olması ancak kolektif hakların varlığıyla mümkündür. Dolayısıyla geniş emekçi kesimlerin bireysel haklarını kullanabilmesi için sendikal haklar son derece önemlidir. Burjuvazi sendikal hak ve özgürlükleri tanımlarken ve düzenlerken sendikaları sadece üretim sürecinde ekonomik hakları sağlamayı amaçlayan örgütler olarak değil kendisiyle siyasal mücadele yürüten, ideolojisine karşıt örgütler olarak da görür. Bu nedenle burjuvazi çıkarttığı yasalarla sendikaları önce kendisine ideolojik karşıt olmaktan çıkartmayı sonra da kendi ideolojisinin yani kapitalizmin ideolojik aygıtı haline getirmeyi hedefler.
Kapitalist üretim sisteminin sömürüsüne karşı; işçi sınıfının mücadele aracı olarak ortaya çıkan sendikaları, kapitalizmin ideolojik karşıtı olmaktan uzaklaştırmanın yolu önce sendikaları, sınıf düşüncesinden uzaklaştırıp sadece üyeleri adına toplu pazarlık yapan bürokratik örgütlere dönüştürmektir. Bu nedenle işçi sınıfının mücadele geleneklerine bağlı olarak değişmekle birlikte genellikle yasalarda, sendikaların örgütlenme alanı iş kolu ya da işyeri düzeyiyle; faaliyetleri örgütlü oldukları alan içerisindeki işçiler adına yaptıkları toplu pazarlıklarla; toplu pazarlığın konusu ücret ve çalışma koşularının belirlenmesiyle; işçi sınıfının en önemli mücadele silahı olan grev ise toplu pazarlık sürecinde uyuşmazlık halinde başvurulacak bir yol olarak sınırlandırılır. Ayrıca sendikaların faaliyetleri doğrudan ya da dolaylı olarak devlet denetimi altında tutulur. Böylece burjuvaziyle mücadele için ortaya çıkan sendikalar burjuvazinin koyduğu yasaların içine sıkışıp kalır ve giderek işçi sınıfından ve sınıf mücadelesinden uzaklaşır. Buna en açık örnek 19. yüzyılın sonu 20. yüzyılın başlarında II. Enternasyonal’in dağılmasına da neden olan ayrışmanın ardından, sendikal hareketin yasalar içine hapsolmasıyla birlikte sendikaların üye sayısı artarken, işçi sınıfının Marx’ın tarihsel materyalizm içerisinde tanımladığı toplumsal yapıyı değiştirme gücüne sahip, devrimci bir nitelik içeren sınıfsal bilinçten uzaklaşmasıdır. Sendikaların sınıftan uzaklaşması, emek ve sermaye arasındaki çelişkilerin en aza indiği dönem olarak tarif edilen fordist üretim sistemi ve sosyal devlet uygulamalarının geçerli olduğu 1946’dan 1970’lerin başlarına kadar geçen dönemde daha da artmıştır. Özellikle merkez kapitalist ülkelerde, sendikaların sayısal olarak büyümesine olanak veren yasal düzenlemelerle rehavete sürüklenen ve mücadeleden tamamen kopan sendikalar kapitalist sisteme bağımlı örgütler haline gelmiştir.
Kapitalizmin 1970’lerde ortaya çıkan krizinin ardından bir taraftan üretim sistemi yeniden esnekleşirken liberal devlet anlayışı da egemen olmuştur. Yani işçi sınıfı hareketinin ve sendikaların ortaya çıkmasına neden olan 18. ve 19. yüzyıldaki koşullar yeniden geçerli hale gelmeye başlamıştır. Küreselleşmeyle birlikte üretimin işçi sınıfının zayıf olduğu ucuz emek bölgelerine kayması, merkez ülkelerdeki çalışma standartları ve sosyal haklar üzerinde de baskı yaratmıştır. Üye sayıları oldukça yüksek olmasına rağmen sınıfsal perspektifini kaybetmiş ve kapitalizmin güdümüne girmiş olan sendikalar, işçi sınıfının haklarına yönelik saldırılara karşı koyamamıştır.
Kim kim için kime karşı?
20. yüzyılın başından itibaren burjuvazinin yasalarla denetim altına aldığı sendikalar, yüzyılın son çeyreğine gelindiğinde artık kapitalizmin ideolojik karşıtı olmaktan tamamen çıkmıştır. 18. ve 19. yüzyıl sömürü koşullarının yeniden yaşama geçmesine karşı koymayan sendikalar, kapitalist sistemi yeniden üreten ideolojik aygıtlar haline gelmeye başlamıştır. Örneğin kapitalist ülke sendikalarının en büyük üst örgütü olan Dünya Hür Sendikalar Konfederasyonu (ICFTU), 1981 yılında Yeni Delhi Bildirgesi ile küreselleşme sürecinde sınıflar arası uzlaşmayı yani sosyal diyaloğu savunmuştur. Öte yandan Avrupa Sendikalar Birliği (ETUC) de benimsediği sosyal diyalog anlayışı içinde AB düzeyinde “sosyal partner” olarak kabul ettiği işveren temsilcileriyle Avrupa komiteleri ve danışma organlarında yıllardır birlikte çalışmaktadır. Yani sermayeye karşı işçi sınıfının mücadele aracı olan sendikalar, sermayeyle sosyal diyalog içerisine girmekte ve hatta sermayeyle sosyal partner yani “ortak” olabilmektedir.
Peki, sendikaların sermayeyle olan diyaloğu ve partnerliği kime karşıdır?
Kapitalist üretim sisteminin, emeği sömürmeye dayanan temel felsefesinde 18. yüzyıldan bu yana hiçbir değişiklik olmamıştır. Diğer bir söyleyişle işçi sınıfının sermaye ile mücadele için örgütlenmeye yani sendikalara en az 200 yıl öncesi kadar ihtiyaç vardır. Ancak bugün sendikaların, burjuva parlamentolarında çıkartılan yasaların çizdiği sınırlar içerisinde geldikleri yer mücadele için kuruldukları sermaye ile partnerlik (ortaklıktır).
Sendikaların sermaye ile kurduğu bu ortaklığın hedefinde emekçiler ve onların yüzyıllar süren mücadelelerle elde ettiği kazanımlar vardır. Artık sendikaların çok önemli bir bölümü işçi sınıfının mücadele aracı olmak bir tarafa sermaye ile iş birliği içinde emeğin daha fazla sömürülmesine katkıda bulunmaktadır.
Sendikalar deli gömleğinden kurtulmalı
Türkiye’de sendikalar, 1947 yılında çıkartılan 5018 sayılı Yasa’ya kadar engellenmiştir. 1946 yılında sınıf esasına dayalı cemiyet kurma yasağının kalkmasının ardından işçiler hızla örgütlenmiş ve etkili grevler gerçekleştirmiştir. Grev hakkını yasaklayan 5018 sayılı ilk sendikalar yasası burjuva demokrasi anlayışına uygun olarak işçileri ve sendikaları baskılamak üzere çıkartılmıştır. 27 Mayıs 1960 darbesinin ardından dönemin sermaye birikim rejimine uygun olarak çıkartılan 1961 Anayasası ve 1963 tarihli 274 ve 275 sayılı yasalarla grevli sendika hakkı tanımıştır. 1967 yılında kurulan DİSK’in devletin denetimden çıkarak, yürüttüğü mücadeleci sendikacılık anlayışını kırmak için parlamentoda çıkartılan yasalar 15-16 Haziran 1970’te gerçekleştirilen işçi direnişleriyle püskürtülmüştür. 12 Mart 1971 askeri darbesi işçi sınıfı hareketi üzerinde baskı kurmaya çalışmışsa da mücadeleci sendikalar buna da teslim olmamış ve 1970’li yıllar boyunca DİSK öncülüğünde işçi sınıfı hareketi yükselmiştir. Yükselen işçi sınıfıyla baş edemeyen burjuvazi çareyi 12 Eylül 1980’de gerçekleşen yeni bir askeri darbeyle sağlamaya çalışmıştır. Türkiye’nin 1970’lerde başlayan neoliberal dönüşüm sürecine uyumunu amaçlayan 12 Eylül darbesi sendikaları baskı altına almış ve kapitalizme ideolojik karşıt olmaktan çıkartıp kapitalizmin ideolojik aygıtlarına dönüştürmeyi amaçlamıştır. 1983 yılında çıkartılan 2821 ve 2822 Yasalar bu dönüşümün yansımasıdır. 1983 yasalarının yanı sıra ICFTU ve ETUC’da Türkiye’de sendikaların kapitalist sistemle bütünleşmesinde önemli işlevler görmüştür. 2001 yılında AB üyelik sürecine uyumu hedefleyen Ulusal Program sonrasında AB’ye uyum adı altında özellikle ETUC aracılığıyla gerçekleşen iş birliği sonucunda sendikalar sosyal diyalog anlayışı içinde sermaye ile partner (ortak) olma anlayışını benimsemişlerdir. Böylece özellikle 2001 yılından bu tarafa getirilen ve emekçilerin kazanılmış haklarını ortadan kaldırmaya yönelen tüm düzenlemeler sendikalar tarafından sosyal diyalog süreçlerinde meşrulaştırılmıştır.
Toplu İş İlişkileri Kanunu adı altında getirilen yeni sendika yasası, diğer tüm yasalar gibi burjuvazinin sendikalar üzerindeki denetimini arttırmaya ve işçi sınıfının giderek artan sömürü koşullarına karşı mücadele direncini kırmaya yöneliktir. Emekçi kesimler, sermaye ile mücadeleye en fazla ihtiyaç duyduğu bir süreçte mücadelenin aracı olan sendikalara da ihtiyaç duymaktadır. Sendikaların sermayenin ideolojik aygıtı olmaktan çıkıp yeniden işçi sınıfının mücadele araçları haline dönüşmesi için her şeyden önce burjuvazinin sendikaları içine sokmaya çalıştığı deli gömleğinden kurtulup, yeniden sınıfsal bir perspektife kavuşması gerekir. Diğer bir söyleyişle yasalardan medet umarak sendikacılık yapmak yerine emekçilerin gücünü mücadeleye dönüştürecek bir sendikal anlayışa acilen ihtiyaç vardır. Özgür Müftüoğlu (Evrensel)