14 Kasım 2011 Pazartesi

Van Depreminde Hayatını Kaybeden Muhabirler Cem Emir Tuncel'de Sebahattin Yılmaz Erzurum’da Toprağa Verildi


Ölen arkadaşlar gibi sessiz sitemsiz… 
Meslek yaşamlarında hafızalara kazınan haberlere imza atan, ödüller kazanan meslektaşlarımız Sebahattin Yılmaz Erzurum’da, Cem Emir de Tunceli’de toprağa verildi. Yılmaz dün öğleyin Erzurum Gürcükapı Camisi’nde kılınan namazın ardından Eski Asri Mezarlık’ta defnedildi. Emir için de Tunceli Cemevi’nde cenaze namazı kılındıktan sonra cenazesi Hozat ilçesine bağlı Çığırlı Köyü’nde toprağa verildi.

EMİR DERSİM’DE UĞURLANDI
Cem Emir için ilk tören DHA Tunceli temsilciliği önünde düzenlendi. Cem Emir için son görevini yerine getirmek isteyen binlerce kişi tören alanını doldurdu. Törende arkadaşları ve sevenleri Cem hakkındaki düşüncelerini ve hatıralarını anlatırken duygusal anlar yaşandı. Emir'in cenazesi daha sonra alkışlar eşliğinde cenaze aracına götürüldü.

YILMAZ ERZURUM'DA TOPRAĞA VERİLDİ
Sebahattin Yılmaz, Erzurum'da toprağa verildi. Gürcükapı Camisi'nde öğle vakti kılınan cenaze namazına, Sebahattin Yılmaz'ın ailesi, yakınları ile DHA Genel Müdürü Uğur Cebeci, Erzurum Valisi Sebahattin Öztürk, Erzurum Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Küçükler, Anadolu Ajansı Genel Müdürü ve Yönetim Kurulu Başkanı Kemal Öztürk ile meslektaşları katıldı. AA Genel Müdürü ve Yönetim Kurulu Başkanı Kemal Öztürk, cenaze namazı sonrasında, DHA Genel Müdürü Uğur Cebeci ve Yılmaz'ın ailesine başsağlığı diledi. Daha sonra Yılmaz'ın cenazesi, asri mezarlığa götürülerek burada toprağa verildi. Gürcükapı Camisi'ndeki cenaze namazı sırasında ve Yılmaz'ın cenazesinin defninde ailesi ve yakınları güçlükle ayakta durdu.

Meslektaşlarının ardından neler yazdılar?
Yılmaz Özdil: ‘Profesyonel serseriler’ öldü, Mehveş Evin: Onlara şehit demeyin, Kanat Atkaya: Unutursak, ölecekler unutmayalım, Fikret Bila: Muhabirin canı cebindedir, Nazım Alpman: Ölmek var, dönmek yok Alper Birdal: Deprem değil, ihmal ve sorumsuzluk öldürdü.

DHA muhabirleri Cem Emir ve Sebahattin Yılmaz'ın Van'daki ikinci depremde yıkılan otelin enkazından sağ kurtulamamalarının ardından, pek çok köşe yazarı da Cem ve Sebahattin'in ardından yazdı. Gazetecilik mesleği ve özellikle de bu mesleğin özü olan muhabirlik hakkında bizi yeniden düşünmeye sevk eden bu yazılardan özet bir seçki sunuyoruz:

ÖZDİL: BASIN’IZ SAĞ OLSUN
Yılmaz Özdil (Hürriyet): Gazeteci çocuklar öldü. Basın’ız sağ olsun. 30’unda da 50’sinde de 70’inde de olsa, gazeteci çocuktur onlar... Nüfus kâğıtlarında ne yazarsa yazsın, egoları büyümez, heyecanları yaşlanmaz. Profesyonel serseri’dirler. (…)
Kadın gazetecileri tenzih ediyorum; hakikaten “en zor meslek”tir gazeteci eşi olmak... Okulu yoktur. Maceranın bizatihi kendisidir. Çocuğunun doğumuna bile yetişemez çoğu... Kendi düğününe geç kalanı biliyorum. Kayalara çarpa çarpa, fırtınalarda boğuşa boğuşa öğrenilir. (…)
En baba gazetede çalışan gazeteci çocuklar, depreme mepreme gittiklerinde, kahvaltı, öğle, akşam yemeği, günlük 60 lira harcırah alır. Küçük tirajlı gazeteler, 30 lirayı öpsün başına koysun. E her yer, yerle bir... Fiş alamaz. Dönünce maaşından kesilir. Güya harcırah’tır, olur sana kişisel harcama! Anlatamazsın, hayatı plaza’lardan ibaret sanan muhasebe elemanına. (…)
Neyse, büyük gazetelerin ekipleri otomobil kiralar. Bi yerden bi yere gitmek için filan değil, sığınıp, uyumak için... Küçük gazetelerin ekipleri, ya birleşip ortak kiralar, ya da mecburen kriz merkezinin çadırında, sandalyede uyuklar. (…)
Ölüm siner üstüne... Leş gibi kokarsın. Yıkanmak zaten yok da... Tuvalet yok asıl... Erkek muhabirsen, dağa bayıra gidersin. Kadın muhabirsen, hayatında felaket bölgesinde görev yapmadığı için, felaket bölgesine kadın muhabir gönderen, tepeden inme kazma yöneticilerin kurbanı olursun. (Yürekli kızlardır ama... Ha yıkıldı ha yıkılacak diye titreyerek, tavanlara baka baka, hasarlı binaların tuvaletlerine girmek zorunda kalırlar.)
Dünyanın en kısa ömürlü ürünüdür gazete... Piyasaya çıkar, yarım saat sonra bayatlar. Hemen yenisini bulmak zorundasındır. Haber müdürleri ise, dünyanın en iştahlı insanlarıdır. En lezzetli haberi bul, biraz sonra arar, “başka ne var?” diye sorar. İki dakka gecik, fırça yersin. Bu arada, depremzededen de dayak yersin... Kadının biri çıktı mesela, abuk sabuk laflar söyledi ekrandan, o televizyonun muhabirinin burnunu kırdılar. Kırık burunla çalıştı.
Ve, insanüstü çalışırlar ama, neticede insandırlar. Sokaklarda yatmaktan dirençleri düşer. Sağlam denilen ilk otele kapağı atarlar. Otel çöker. Müdür arar. Ulaşamaz. Nerde bu diye hayıflanır. Halbuki, haber’dedir gazeteci çocuk... Haberin tam içindedir. Basın’ız sağ olsun.

EVİN: YAŞAMA HAKKI İSTİYORUZ!
Mehveş Evin (Milliyet): (…) Ne Cem’i ne de Sebahattin’i bizzat tanıyorum... Ancak acıyı hissetmem için tanımam gerekmiyor. Birçok kez gittiğim Doğu ve Güneydoğu’da, yerelde çalışan pek çok muhabirle tanıştım. Koşullarını az çok bilirim...
(…) Diyarbakır DHA’da görevli Cem’in, Van’da bulunma sebebi bundandır... Van’daki muhabir sayısı kısıtlı olduğundan, takviye gücü olarak. Büyük ihtimalle, kendi isteğiyle. Kaldı ki bu çocuklar, sadece grubun gazeteleri için değil, televizyon kanalları ve internet siteleri için de devamlı haber yenilemek, geçmek zorundadır. Sıcak haberde onları takip etmeye bile yüreğiniz dayanmaz. Anlayacağınız hem muhabir, hem kameraman, hem fotoğrafçıdır yerel muhabir.

Güneydoğu’da gazetecilik yapmak, ‘bölge’de her yerdekinden zordur. Muhabir, elindeki değneğin iki ucuna ağırlık bağlı, dengesini her an korumak zorunda olan bir ip cambazına benzer. Bazen devletin, bazen terör örgütünün baskısı altında çalışırlar. ‘Uygunsuz’ bir haber, kelle götürebilir. Hiç beklenmedik yerden dava açılabilir, coplanabilir, gözaltına alınabilir. Üstelik saatlerce kovaladığı, gecelerce beklediği haber, çoğunlukla imzası bile atılmadan kullanılır! Kazandıkları üç kuruş paraya lanet ettirir bu meslek. Yine de severek yaparlar işlerini. Hem de İstanbul’daki, Ankara’daki büyük abilerinden çok daha büyük bir tutkuyla.

(…) Lütfen kimse, ‘son bir jest’ yapmak için onlara şehit demesin. Cem ve Sebahattin, aynı otelde kalan Japon yardım gönüllüsü doktor ve onlarca masum insan gibi, korkunç bir ihmalin kurbanıdır.
Artık şehit istemiyoruz, yaşama hakkı istiyoruz! Çok mu? 5,6’lık cinayette yakınlarını kaybeden herkesin, bölgedeki meslektaşlarımın başı sağ olsun.

ATKAYA: YAS DOLAYISIYLA KAPALI
Kanat Atkaya (Hürriyet): (…) 5.6’lık bir depreme yalan bir otelde yakalanan iki haber kahramanını yaptıkları haberlerle anlatmak istedim, boğaza dizilen düğümler çözülmedi, sesim çıkamadı.
“Bu gazetecilik mesleğinin tek gerçek kahramanları onlardır. En büyük ödülleri ‘tek sütuna bile olsa’ yayınlanacak haberlerindeki imzalarını görmektir” diyerek başlamak istedim, gerçek acıya ilaç olmayacağını anladım kelimelerin.
Sebahattin Yılmaz ve Cem Emir’in o enkazdan çıkacaklarına içten içe o kadar inanmıştım ki; son haberler gelince yerimde kaldım, kıpırdayamadım.

Sadece Uğur Ağabey’e bir mesaj, kaybettiğimiz kardeşlerimiz, gözbebeklerimiz içinde bir dua yolladım.
Cem Emir ve Sebahattin Yılmaz.
Unutursak ölecekler, unutmayalım.
Ailelerine, en zor şartlarda haber peşinde ömür törpüleyen tüm gazeteci arkadaşlarıma sabır ve kuvvet dilerim.
Bugün yas dolayısıyla kapalıyım.
Başka ne desem kendime sinir olacağım...

BİLA: ONLAR CANI CEBİNDE ÇALIŞIR
Fikret Bila (Milliyet): (…) “Muhabir” tam da Gurbet’in tarif ettiği “Cem’dir” bizim meslekte...
Haberi geçmeden ne yemek yiyebilir ne çay içebilir ne uyuyabilir. Boğazından geçmez. Ancak haberi haber merkezine geçtikten ve bunu teyit ettikten sonra çayın tadını, yemeğin lezzetini alabilir, ancak ondan sonra uyuyabilir.
Canı cebinde yaşar muhabir. (…)
Tehdit alır. Yolu kesilir. Dayak yer.
Bazen suikasta kurban gider bazen bir kör kurşuna...
Bazen bir kare fotoğraf için kafasını çarpar ölür, bazen dayaktan; bazen çatışma içinde, bazen ateş altında kalır, bazen enkaz altında... (…)

Bu genç meslektaşlarımızın gördüğü kötü muamele de işin cabasıdır.
Kamu hizmeti gören, halk için canı cebinde çalışan onlardır ama konvoyda en arkaya onlar konulur. En kötü arabalar onlara ayrılır. En kötü kalacak yer otomatik onlarındır. Azarı da onlar işitir...
Ama onlar yine de canları ceplerinde çalışırlar...
Cem gibi, Sebahattin gibi...

ALPMAN: MESLEK DEĞİL RUH HALİ
Nazım Alpman (BirGün): Eminim Van’da deprem haberi geldiğinde Doğan Haber Ajansı’nın Diyarbakır’ın Ofis semtindeki bürosunda küçük bir “meydan savaşı” yaşanmıştır.
-Van’a kim gidecek?

Cem, depreme giderek bir ödül daha almış gibi hissetmiştir kendisini…
(…) Gazetecilerin ölümüne bağlı kaldıkları bu mesleğin sihri nedir? Üstelik son 25 yılda ücret merdivenlerinin muhabirler açısından “kölelik” koşullarına denk getirilmesine karşın?
Gazetecilik meslekten öte, bir “ruh hali” olabilir mi?
Elbette bu ruhun “sağlıklı” olduğundan söz edemeyiz. Çekilen bunca çileye karşın, ölümü göze alarak gönüllü bir coşkuyla çalışma arzusu başka türlü açıklanabilir mi?
Bu aşk gazetecilik mesleğinin bittiği konusundaki karamsar yorumlara karşı esaslı bir karşı çıkış olarak okunmalıdır:
-Ölmek var dönmek yok!

BİRDAL: SOL YOKSA UNUTULUR
Alper Birdal (soL): Çok klişe olacak belki, ancak ne yazık ki tam yerine oturduğu için bunu yazmakla kendimi sorumlu hissediyorum: Onları deprem değil, ihmal ve sorumsuzluk öldürdü. (…)
Yine çıkacaklar ve “olanlar üzerinden rant toplamak isteyenler var” diyecekler. Üç hafta önce gerçekleşen 7,2'lik depremde yıkılan binaların daha dumanı dağılmadan “kentsel dönüşümden” söz etmeye başlayanlar kendileri değilmiş gibi... (…)
(…) Yine çıkacaklar ve “bunlar siyasi iktidarı yıpratmak için her fırsatı kullanır” diyecekler. 7,2'lik depreminin üzerinden üç hafta geçmesine rağmen hangi binanın ne durumda olduğunu dahi söyleyememelerinin, hastanelerin dahi halen güvenli kılınımadığının hesabını soranlara, sormak isteyenlere “provokatör” damgasını vuracaklar. “Gazetecinin nesi yıpranıyor” diye soran o bakan koltuğuna daha da sıkı yapışacak.
(…) Cenazeler mağrur bir biçimde, derin bir iç sızısıyla ve belki tepki de gösterilerek kaldırılacak... Ama üç hafta önce yaşananlar nasıl unutulduysa, cinayete kurban giden gazeteciler de öyle unutulacak. Gazeteciler unutularak, unutturularak bir kez daha ve esas bu şekilde öldürülecek.
Çünkü sol yoksa, halkın hafızasını yaratan ve vicdanına akan değer ırmakları kurumuşsa, kurutulmuşsa unutulur. Gazeteciler ölür, öldürülür.

Doğan'ın üzülmeye hakkı var mı?
Ülkemizde basın emekçilerinin sendikasız, iş güvenliğinden yoksun çalıştırılmasının baş müsebbiplerinden olan Aydın Doğan, DHA muhabirleri Emir ve Yılmaz’ın enkaz altında yaşamını yitirmesinden ötürü büyük üzüntü duyduğunu söyledi!

DHA muhabirleri Cem Emir ve Sebahattin Yılmaz’ın enkaz altında kalarak yaşamlarını yitirmesinin ardından bir “taziye mesajı” da medya patronu Aydın Doğan’dan geldi. Doğan Medya mesajı, onursal başkanlarının büyük üzüntü duyduğunu belirterek yayınladı. Aydın Doğan mesajında "Grubumuzun bu iki değerli gazetecisi, bir deprem felaketini çok zor koşullarda, büyük bir özveriyle izlerken ikinci bir deprem dalgasının kurbanı oldu. Onlar, üstün bir görev aşkı ve heyecanla haber peşinde koşarken aramızdan ayrılarak, görevleri başında hayatlarını veren basın şehitlerimizin arasına katıldılar” dedi.

SENDİKASIZLAŞTIRMANIN ÖNCÜSÜ
Doğan’ın Emir ve Yılmaz’ın yaşamını yitirmesi nedeniyle büyük üzüntü duyduğunu belirtmesi, kendisinin Türkiye basınında sendikasızlaştırma dalgasını başlatan isim olduğu düşünüldüğünde inandırıcılığını yitiriyor. Gazeteciler Doğan’ın iddia ettiğinin aksine “ikinci bir deprem dalgası”nın değil, güvenceden yoksun çalışmaya mahkum edilmenin, ihmalkarlığın, tedbirsizliğin, insana değer vermeyen zihniyetin kurbanı oldu. Emir ve Yılmaz’ı ölüme götüren bu zihniyet Türkiye basınında ilk yansısını Aydın Doğan’ın sendikasızlaştırma hamlesiyle bulmuştu.

1990 yılında Milliyet Gazetesi’nde imzalanan toplu sözleşme Aydın Doğan’a “ağır” gelmişti. Doğan sözleşmenin kendisine yük getirdiğini, bundan sonra toplu sözleşme yapılmasını istemediğini belirtmiş ve çalışanları baskıyla sendikadan uzaklaştırmıştı. Sendikadan istifa etmeyi kabul etmeyen çalışanları ise işten atmıştı. 1994 yılında Erol Simavi’den Hürriyet Gazetesi’ni satın alan Doğan, bu süreçte Simavi’ye gazetenin sendikasızlaştırılmasını şart koşmuştu. Sendikadan istifa etmeyi kabul etmeyenlerin sonu yine işten atılmak olmuştu.

PATRONLAR VE İKTİDAR ÖLÜME TERK ETTİ
Aydın Doğan’ın sendikasızlaştırma hamleleriyle basın emekçilerinin geleceği medya patronlarının iki dudağı arasına sıkıştırıldı. İş güvencesi ortadan kalktı. Deprem bölgesinde görev yapan muhabirlere sağlanması gereken ihtiyaçların hiçbirinin sağlanmaması, 7.2’lik bir depremin ardından iktidarın halka, aymazca hasarlı binalarda oturmayı salık verdiği bir ülkede Cem Emir ve Sebahattin Yılmaz’ı ölüme götürdü.birgun.net