14 Kasım 2011 Pazartesi

İslam Ekonomisinin Özellikleri İslam Ekonomisi Gerçekten adaletli Midir /Barış İnce


İslam ekonomisi gerçekten adaletli midir? 
Fethullah Gülen’in İslam ekonomisinin sosyal adalete yeterince önem verdiği ve sosyalizmin mutlak devletçiliğinin İslam’a uygun olmadığı tezi sonrası İslam ekonomisinin ne olduğu sorusu akıllara gelmektedir. Pek çoklarına göre İslam ekonomisi diye bir şey olmasa da özellikle dinci kesimin İslam’ın tüm yaşam alanlarını düzenlediği tezinden hareketle İslam’ın ekonomik bir yönünün de olduğu iddiası İslam ekonomisi diye bir şeyi ortaya çıkarmıştır.

Peki, nedir bu İslam ekonomisi? Kavram olarak İslam ekonomisi, Karen Pfeifer’a göre “Son on yıllarda Müslüman ülkelerde karşılaşılan ekonomik sorunları açıklamak ve çözmek için ortaya çıkan düşünceler bütünüdür.” İslam yorumcularına göre ise İslam ekonomisi denilirken İslam’ın ekonomik doktrini kastedilmektedir.

Dediğimiz gibi özellikle İslamcılara göre buradaki temel anlayış, İslam’ın sosyal bir din olduğu yani tevhit ilkesi gereği siyasetten cinselliğe hayatın her alanını düzenlediğidir. Bu nedenle İslami ekonomiden, İslami siyasal sistemden vb. bahsedilmektedir. Bu bakış açısı, İslam yorumlarında önemli bir yer tutmuş ve iktisadi faaliyetin de İslami normlara göre düzenlenmesini savunan önemli bir çevre var olagelmiştir. Örneğin köktenci yorumların öncüsü sayılan Gazali, dini ve ahlaki hayatın gerçekleşmesinin şartı olarak gördüğü iktisadi faaliyeti, farz-ı kifayeler, yani sosyal görevler arasında saymıştır. Bunun sonucu olarak ana amaçla uyumlu hale getirmek üzere iktisadi faaliyet için hukuki ve ahlaki diye nitelediğimiz prensipler ileri sürmüştür.

Bu perspektifle yorum yapan İslam yorumcularına göre, “İslam'ın nasıl bir hukuk yönü varsa aynı şekilde bir iktisat yönü de vardır. Bu hususta teorik olarak İslam’ın ekonomik modellerini Kuran'a ve sünnete dayanarak ortaya koymak yeterlidir.”

Tarihsel olarak İslam ekonomisi kavramının çıkışı tartışmalıdır. Kimi kaynaklara göre İslam ekonomisi kavramı yeni bir kavram olup Hindistan’daki Müslümanların ortaya çıkardığı bir kavramdır. 1970’lerde Prof. Muhammed Hamidullah tarafından diğer İslam ülkelerine bu arada Türkiye’ye aktarılıp geliştirilmiştir. Timur Kuran ise kavramın kaynağını daha eskilere dayandırır. Kuran’a göre “İslam ekonomisi kavramı, İslam’ı tam bir yaşam biçimine dönüştürmeye çalışan Pakistanlı düşünür Seyyid Ebu’l-A’la Mevdudi’nin (1903-79) eserlerine dayanmaktadır.”

Kavramın kaynaklarından olarak gösterilen Mevdudi, ‘İslam ve Muasır Nizamlara Göre İktisat Prensipleri’ adlı kitabında İslam ekonomisini ana hatlarıyla anlatır. Mevdudi, kitabı boyunca kapitalizmin de komünizmin de aslında ne kadar büyük kötülüklere yol açtığını söyler, İslam ekonomisinin ise serbest ekonomiyi belli kurallar ve sınırlara bağlayarak en mükemmel ekonomik işleyişi sağlayacağına inanır.

ANA HATLARIYLA İSLAM EKONOMİSİ
İslami ekonomiyi ana hatlarıyla incelediğimizde girişimciliğin, üretimin, kazanmanın kutsandığı, ancak kazancın zekat vs. yöntemlerle sosyal adalete yönlendirildiği ve işlerin İslami etik değerlere bağlı yapıldığı söylenebilir. Yani bir çeşit sınırlandırılmış ve ahlaki normlara bağlanmış kapitalizm. Mevdudi, “İslam da diğer içtimai ve medeni milletlerin hür iktisada koyduğu hudut ve kayıtlar gibi kayıtlar ve hudutlar koyar. Böylece İslam, hür iktisatta kapitalizmin haksız, kötü hususiyetlerini, izlerini ve neticelerini doğuran bütün yolları kapar” der.

Bu açıklamadan da görüldüğü gibi İslam ekonomisinde kapitalist üretim biçimi ve tasarrufta bir beis görülmez ancak bir yere kadar sınırlayarak onu ahlaki bir norma çekmeye çalışır. İrfan Ul-Haq, “İslam ekonomik girişimi ve üretimi toplum için gerekli ve yararlı bulur. Öte yandan çalışmayı ve ailesini geçindirmeyi önemseyen İslam tasarrufu da öğütler” demiştir.

İslam mali işlerde bireylere ihtiyaçlarından fazla biriktirmeye, başkasına ödünç vermeye, ticarette sanayide ve diğer sanat kollarında kendisi veya kâr-zarar müşterek olmak üzere başkasıyla ortaklaşa çalıştırmaya müsaade eder. Fakat eğer mal biriktirirse yüzde 2.5 zekat adı altında vermesi gerekir. Eğer başkasına ödünç verirse de verdiği malın ana sermayesini alır, asla faiz alamaz.

KÂR-ZARAR ORTAKLIĞI
İslam ekonomisi kâr-zarar ortaklığı mekanizmasına çok büyük önem atfeder. İslam her sözleşmede akit taraflarının kâra olduğu kadar zarara da iştiraklerini talep eder. İslam’ın ilk dönemlerinde kullanılmış olan ve klasik İslam hukukunda yeri olan iki kâr-zarar ortaklığı tekniği özellikle ilgi çekmiştir, ki bunlar ‘müdarebe’ ve ‘müşarakadır’. Bu kavramlar İslam ekonomisi içindeki finans enstrümanlarıdır. Müşaraka, sermayedarın ve emek sahibinin bir işi gerçekleştirmek üzere birlikte emek ve sermayelerini koymalarıyla girdikleri ortaklık şekli olarak bilinmektedir. Müdarebe ise 1. ortaklardan bir kısmının sermaye vermesi, bir kısmının da iş yapmayı üzerine alması üzerine anlaşma yapılarak kurulan ortaklık olarak bilinir. Müdarebede bir yatırımcı ya da bir yatırımcı grubu sermayesini bir girişimciye emanet eder. Girişimci bu sermayeyi üretimde ya da ticarette kullanır; sonuç olarak da elde kalan paranın önceden belirlenen bir bölümü yatırımcılara, kalan bölümü de harcadığı emek karşılığında girişimciye kalır. Bunların dışında bir de murabaha vardır. Murabaha ise finansör kurumun, kredi sağladığı şirket adına mal alıp, vadeli olarak o kuruluşa belli bir kâr marjıyla malı satması olarak bilinir. Özellikle murabahanın faizciliği çağrıştırdığına yönelik eleştiriler vardır. Gerek müdarebe gerekse müşaraka gelişmiş ekonomilerdeki risk sermayesi (venture capital) sektörlerinin kullanıldığı finans tekniklerine benzemektedir.

İSLAM EKONOMİSİNİN KAPTİLAZİMDEN FARKI VAR MI?
İslam ekonomisi kavramına yönelik pek çok eleştiri de sunulmaktadır. Bunlar; İslam ekonomisinin bilimsel ve rasyonel olmadığı, İslam ekonomisi kavramının özünde kapitalist ancak bazı sosyal vurgularla revizyona uğratılmış çorba bir sistem olduğu, İslam ekonomisi kavramının siyasi gerekçelerle uydurulmuş olduğu gibi eleştirilerdir.

İslam ekonomisi kavramının bilimsel olmadığı tezi Muhammed Bakır Sadr gibi bazı İslam yorumcuları tarafından da paylaşılmaktadır: “Biz İslam ekonomisi kelimesini kullanırken direkt olarak ekonomi ilmini kastetmiyoruz. Çünkü bu ilmin doğuşu henüz yenidir. İslam dini bir davet dinidir. Bir hayat programıdır. Dolayısıyla da ilmi araştırmalara girişmek bu dinin asli görevlerinden değildir. Biz İslam ekonomisi derken İslam’ın ekonomik doktrinini kastediyoruz.”

Fred Halliday’e göre de bu kavram bilimsel olmadığı gibi irrasyoneldir de. Halliday’a göre, “İslami bankacılık, İslami havacılık veya İslami matematik gibi bir şey olmadığı gibi, İslami iktisat diye de bir şey yoktur.”

Bilimsel olmadığı söylenen ve irrasyonel bulunan bu kavrama yöneltilen diğer bir eleştiri, İslam ekonomisinin özünde kapitalist bir model olduğudur. Gerçekten de diğer tek tanrılı dinler gibi İslam’ın da kapitalist ekonomik sistemle bir sorunu olmadığı, hatta kazanç uğruna pek çok kuralının esneyebildiği bir gerçektir.

Örneğin Maxime Rodinson’a göre “Dinsel bir öğretinin taraftarlarının ekonomik davranışı üzerinde önemli bir etkisi olduğunu dolaylı olarak ya da açıkça öne süren tezler şayet gerçek olsaydı, İslam’ın bir konuda çok etkili olmasını beklemek gerekirdi. İslam, yoksullara adil davranılmasını, insanların acılarına şefkatle eğilmeyi buyurduğuna göre Müslüman kapitalistlerin ücretli işçilerini aşırı çalıştırmamaları, onları büyük yoksulluk içinde bırakmamaları gerekirdi. Fakat bu kapitalistlerin işçilerine insanca davrandığını öne sürmeye kimsenin kalkışmamış olması anlamlıdır.”

Halliday’e göre de “Güney Asya da dâhil olmak üzere Müslüman toplumların ekonomik davranışının tarihi, yerel norm ve ihtiyaçlara uyum gösterme ve mümkün olduğunda uluslararası finans mekanizmalarına aktif olarak katılma tarihidir.”

Gerçekten de İslamcıların ekonomik davranışlarının mevcut ekonomik sistemlerden çok da farklılaştığını söylemek zor. Örneğin faizsiz kazanç ürünü olan ‘murabaha’, uygulamada, Batı’daki finans şirketlerinin faize dayalı mali uygulamalarından yalnızca görünüşte ayrılır. Timur Kuran’a göre “Pakistan’da bankacıların müşterilerine sürekli olarak murabahayla faize dayalı kredi işlemleri arasında fark olmadığını söylemeleri hiç de şaşırtıcı gelmemelidir.”

Bu eleştiriler sonrası yapılan son eleştiri, aslında diğer eleştirileri de içinde barındırır. O eleştiri de Timur Kuran’ın sıkça bahsettiği İslam ekonomisinin özünde siyasal bir olgu olduğudur. Yani İslam’ın siyasal hegemonyasının çeşitli nedenlerle yükseldiği durumlarda İslam ekonomisine ilgi de artmaktadır.

Avrupa tarihinin geldiği nokta, geçirdiği siyasi devrimler, ‘Hıristiyan ekonomisi’ gibi bir kavramı gereksiz kılmış olabilir. Ancak İslam coğrafyası için dinin siyasallaşmasıyla paralel olarak ekonominin de dinselleştirilmeye çalışıldığı gibi bir gerçek de var. Bu da özünde dinselden çok politik bir gerekçedir.

Kapitalist sistemdeki devlet-piyasa ilişkileri ile İslam ekonomisindeki devlet-piyasa ilişkileri bazı farklarla da olsa benzer özellikler taşır. Özel mülkiyeti kollayan, piyasa ilişkilerini geliştirip yurttaşların güvenliğini sağlamak dışında bir konumdadır. Kapitalist sistemde özel mülkiyetin olmadığı bir sistem, piyasa ekonomisi sistemi değildir. Piyasa düzeninin işleyişinde zorlamanın yeri yoktur. Devletin görevi de bu piyasadaki faaliyetlere müdahale etmek değil onu korumak ve düzgün işlemesine zararlı eylemleri önlemektir. Özünde İslam ekonomisi de bundan çok da farklı şeyler söylemez. İslam ekonomisi özel mülkiyetin gelişimine büyük önem verir. Fert ve cemiyete zararlı görüldüğü haller hariç İslam mülkiyeti hiçbir ayrım yapmadan herkes için bir hak olarak görür.

Muhammed Bakır Sadr, “Ekonomi alanında özel mülkiyetin ortaya çıkmasına müsaade etmek önemli bir prensiptir” demiştir. Mevdudi de “Ferdin düşüncesinde, çalışmasında hür olmaksızın şahsiyetinin gelişmesi, feyizli bereketli olması mümkün değildir” diye belirtir. Rodinson’a göre de “Ekonomik faaliyeti, kazanç peşinde koşmayı ve son olarak pazar için üretimi hem Kuran hem de gelenek makul karşılamıştır.”

Yani İslam ekonomisinde devletin rolü, serbest ticaretin en geniş ve rahat şekilde uygulanabileceği bir ortamı yaratmaktır. İslam ekonomisinin piyasa düzenine karşı olduğu tezini kanıtlayabilecek pek az örnek bulunabilir. Timur Kuran’a göre İslam’a dayalı ekonomik yapılarda ahlaka büyük önem verildiği düşünülürse devletin yetki alanı ve merkezi planlamanın yararları konusunda fikir birliği sağlanmış olması beklenebilir. Ancak bu amaca ulaşılamamıştır. İslam ekonomisi yazınında devlet mülkiyeti ve merkezi planlama yerine çeşitli savlar bulunduğu gibi, özel mülkiyet ve piyasa mekanizması lehine de birçok sav bulunmakta, bunların hepsi de Kuran ayetleri ve hadislerle desteklenmektedir.

İslam ekonomisi belki de en net kuralını bölüşüm üzerine getirmiştir. İslam’ın beş şartından birisi olan zekat kavramı, bölüşümde adaletin sağlanması için getirilmiş bir kaidedir. İslam ekonomistleri, zekatın kapitalizmdeki vergiden daha üstün olduğunu düşünür. Çünkü onlara göre vergi kaçırmak mümkün olsa da dinsel kaygılarla zekat kaçırmak mümkün değildir. Zekatta bir zorunluluk olmakla beraber gönüllülük de vardır. Ancak vergide bu yoktur. Sonuç itibariyle vergi ile zekat arasında derin farklar olmamakla birlikte, İslam ekonomisi zekatı dinsel bir gereklilik olarak göstererek, vergi sistemini kolaylaştırma yoluna gitmiştir. Dolayısıyla burada da mutlak bir sosyal adaletçilikten söz edilemez.

İslam ekonomisinin zenginliğe önem vermediği söylemi de kanıtlanabilir değildir. Hamidullah’ın anlattığı şu anekdot ilgi çekicidir: “Bir gün Hz. Peygamber, ashabından birisini acınacak bir halde gördü. Sebebini sorunca zat şöyle cevap verdi: ‘Ya Resulallah ben hiç de fakir değilim. Yalnız servetimi kendi nefsim için harcamaktansa fakirler için harcamayı tercih ediyorum.’ Bunun üzerine peygamber efendimiz, ‘Hayır, Allah kullarına ihsan ettiği nimetleri onların üzerinde görmek ister’ buyurdu.”

Özetle İslam ekonomisi kapitalizmin özüyle uyumlu ancak iş yapış şekillerinde ve kazancın değerlendirilmesi konusunda farklılıklara sahiptir. İslam ekonomisi yazınının özünde liberal ideolojiyle ne kadar uyumlu olduğu yine Hamidullah’ın, “İslam’a göre esas önem ferttedir, toplumda değildir. Cemaatte değildir, ümmette değildir. Fert, cemaat için değildir. Bilakis cemaat, fert içindir” sözüyle de anlaşılabilir. Yani İslam ekonomisinin adaletçi olduğu ya da İslam ekonomisi varken sosyalizm gibi başka sistemlere gerek olmadığı gibi öne sürülen İslamcı ya da bu dalgaya kapılmış tezler gerçekçi değildir.

***
Fethullah Gülen: İslâm sosyalizmi diye bir şey var mı?
İslâm sosyalizmi bir fantezi olarak bazı İslâm müellifleri tarafından bir süre üzerinde durulan bir konu oldu. Her şeyden evvel hemen şunu ifade edeyim ki, bu konuyla alâkalı bir iltibas ve karıştırma söz konusu.

Sosyalizm, sosyalleşme ameliyesini esas olarak ele alma, her şeyin temeline bu görüşü yerleştirme, ondan sonra da dinden güzel sanatlara kadar hayata ait her şeyi buna bağlama düşüncesi demektir. Bu mânâda İslâm ile sosyalizmin hiç mi hiç alâkası yoktur. Ancak İslâm’a bir sosyalizm ilâve etmek isteyen kimseler, bizim içtimaî dediğimiz yönü nazara vermek istiyorlarsa tabiî ki İslâm’ın da engin bir içtimaî yönü vardır. Ama İslâm, bütün mekanizmalarıyla içtimaîliğin emrinde değildir ve sosyalizmin İslâmî yapının temeli şeklinde algılanması da yanlıştır. İslâmî yapının temelinde, imanın erkânı ve İslâm’ın şartları olan on bir temel rükün vardır. Bu itibarla da İslâm, iman ve islâmın şartları üzerine müessestir.

Bunlardan zekât gibi çok mühim bir müessese İslâm’ın içtimaî yapısını çok yakından alâkadar eder. Zekât müessesesi ve sair teberruat konuları bu hususun önemli bir çizgisini teşkil etmektedir. Her şeyden evvel bilinmelidir ki, İslâm’ın temel on bir rüknünden sadece bazıları bu meseleye bakmaktadır. O bakımdan da İslâm’da, komünistlerin ve sosyalistlerin iddia ettikleri gibi her şeyin temelinde iktisat ve ekonomik yapı esas değildir. Nasıl olur ki, bu anlayışta bir bakıma dini de güzel sanatları da ve toplum üzerinde müessir olan daha başka faktörleri de inkâr vardır. Bir kere Marksist felsefede her şeyin cebrî determinizmaya bağlanması söz konusudur. Bu büyük bir yanlışlıktır ve tenakuzları da ortadadır. Bu düşünce sistemini batıda ve doğuda binlerce münekkit tenkit etmiş ve Marksizmin tutarsızlığını ortaya koymuşlardır. Bu mânâda İslâm ile sosyalizm arasında çok azim ve ciddî bir fark söz konusudur.

Burada bir noktaya daha dikkatinizi istirham etmek istiyorum. Türkiye’de yetişmiş herkesin, kendilerini sevip saydığı –tabiî ki sevmeyenler de olabilir– iki mühim ilim adamı vardı. Bunlardan biri hakikaten velud bir dimağ, şark ve garp düşüncesini yerinde değerlendirebilmiş ve felsefenin özüne bihakkın vâkıf, hususiyle de Bergson mektebine çok saygılı, Anadolu’nun yetiştirdiği nadide simalardandı. Diğeri de memleketimizde köksüzlükle, nesebi gayr-i sahih fantezilerle mücadele etmede kararlı ve millî bünyede mahutlar yarasına ilk defa neşteri vuran oldukça yetişkin bir entelektüeldi. Her ikisi de çeşitli gazete ve mecmualarda konuyla ilgili yazılarıyla tanınıyorlardı.

Bu iki müellif de yazılarında sosyalizm çeşitlerinden bahsederek “İslâm sosyalizmi”ne imada bulunmuşlardı. Aslında batılı müellifler de bu mevzuda pek çok sosyalizm çeşidinden bahsederler. Ama bana öyle geliyor ki İslâm sosyalizmi derken, İslâm’ın içtimaî yönü vurgulanarak o her şeymiş ve İslâm ondan ibaretmiş gibi gösteriliyordu. Hâlbuki böyle deneceğine, Merhum Kutup’un “el-Adâletü’l-içtimaiyyetü fi’l-İslâm – İslâm’da içtimaî (sosyal) adalet” kitabında dediği gibi, sosyal adaletin İslâm’daki öneminin vurgulandığı hatırlatılabilirdi; zira İslâm’da bunun yanında daha yüz fakülte vardır. Bunların da kendilerine göre fonksiyonu, tesiri, icrası söz konusudur. Bu itibarla içtimaînin de ayrı bir müessiriyeti ve yeri vardır denebilirdi.

Allah indinde hak din ancak İslâm’dır. Mesele böyleyken Karl Marks ve emsalinden kalma nesebi gayr-i sahih bir düşünceyi İslâm’da esasmış gibi kabul edip temel taşı sayma, İslâm adına ciddî bir yanlış anlamadır. Cenâb-ı Hak bizi iltibaslardan muhafaza buyursun!

* * *
Bu meselede bir kavram karmaşıklığı ve mefhum keşmekeşliği de söz konusudur. Frenkçe bir ifade olan sosyalizm kelimesi yer yer Müslümanlıktaki içtimaînin karşılığında kullanılmıştır. İçtimaînin Müslümanların hayatında çok büyük yeri vardır. Evet, İslâmiyet’te fertten, kabilelerin refah ve saadetinden, kapitalist ve feodalist sistemin getirdiği şeylerden daha ziyade topyekün toplumun huzur ve saadetini esas alma esprisi söz konusudur. Bu yönüyle İslâm, çok müesseselerinin yanı başında içtimaî hayata bakan yönüyle bir faikiyet arz etmektedir.

Her şeyden evvel dünyada en modern beşerî sistemlerde hedef olarak insan ele alınmaktadır. Onlara göre, bir devlet mutlaka lâzım ama ne bir zümre diğer zümreyi ne de bazı fertler diğer fertleri istismar etsinler. Devletin fertlere baskısı olmasın; fert, kazanma, yeme, içme, gezme hürriyet ve serbestiyetine sahip olsun. Keza düşünceye baskı yapılmasın; insanlar, istediği gibi konuşabilsin ve istediği gibi yazabilsin. Kanaatimce medenî olmak da ancak bu istikamette teşekkül etmiş bir toplumda gerçekleşebilir. Zira insanın huzur ve saadetini hedef almayan şeyler medeniyete de zıttır.

Esasen her medeniyette bir kısım açıklar, eksik ve gedikler bulmak mümkündür. Ne var ki bugüne kadar arkasından koşulan ve ideal sistem diye insanlığa dayatılan ve bir gün tahakkuk edecektir diye bugünden rüyaları görülen, hülyalarının arkasına düşülen sistemlerin eksiği gediği sayılmayacak kadar çoktur.

İslâm ise meseleyi hiçbir kişi ve zümreyi incitmeden, tabiat-ı beşere ve kâinata uygun şekilde tahakkuk ettirmiştir. Başka sistemlerde baskıyla tahakkuk ettirilen bu içtimaî sistem, İslâm’da gönül rızasıyla tahakkuk ettirilmiştir. Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), “Komşusu aç iken kendisi tok yatan bizden değildir”, “Müslüman’ın derdiyle dertlenmeyen bizden değildir” buyurmuştur ki bunun yansımalarından oluşan pek çok misal pratik hayatta yaşanmıştır. Meselâ birisi kendisi evinde aç durmuş ama mü’min kardeşini doyurmuştur. Hicretten sonra ensar, muhacirlere kapılarını ve gönüllerini ardına kadar açarak onlarla her şeylerini paylaşmışlardır. Konu bu zaviyeden ele alındığında ne İskandinavya ne Rusya ne de Çin sosyalizminin henüz bu meselenin topuğuna dahi ulaşamadığı görülecektir. Bu hüviyetiyle İslâm, ilâhî ve rabbânî olduğu kadar içtimaî bir dindir. O, akidevî, amelî ve muamelevî fakülteleri içinde içtimaî alana da ciddî bir yer ve ağırlık vermiştir.

Günümüzde pek çok İslâm yazarları, biraz ona dayalı olarak içtimaîyi, sosyalizm istikametinde bir yorumla kullanmışlardır. Bundan ötürü burada bir mefhum karmaşıklığı meydana gelmektedir. İçtimaî, İslâm’ın çeşitli yönlerinden sadece bir yönüdür. Ondan evvel ve sonra gerekli olan daha bir sürü şey vardır ve o, bu şeylerden sadece bir tanesidir. “İslâm, sosyalist bir idaredir.” denildiğinde bütün fakültelerin kapılarına kilit vurulmakta ve sosyalizm âdeta baytarlık mertebesine yükseltilerek sadece beden ve cismaniyete bakan tarafa mahkûm gösterilmektedir. Oysaki bunun yerine şöyle denilebilir: İslâm’ın içtimaî yapısı, sosyalizmin çok önünde insana bir şeyler vaad etmekte ve bunları tahakkuk ettirirken de hiçbir zümreye baskı uygulamamaktadır. Çünkü mü’min bu mevzuda hasbilik ve fedakârlık yaparken Allah’tan O’nun hoşnutluğunu ve Cennet’i beklemektedir. Sahabe-i kiram, “Kim Allah’a karz-ı hasen verirse kat kat karşılığını alır.” (Bakara sûresi, 2/245) âyetini duyduklarında hemen bağlarını, bahçelerini, mallarını fukaraya vakfedivermişlerdi. Evet, milletine ve fakir fukaraya hizmet, muhtaçların imdadına koşma karşılığında Rabbin rızasını kazanma suretiyle Cennet’e girme vardır.

Peyami Safa bir kitabında, 150-160 çeşit sosyalizm sayarak bunlardan bir tanesinin de İslâm sosyalizmi olduğunu söylemiştir. İbadet ü taatte aşk ve şevkinin yanı başında önemli bir mütefekkir olan Nurettin Topçu da İslâm sosyalizmi tezi üzerinde durmuştur. İslâm’ı bu tür müesseselere bağlama, onun içinde mütalaa etme İslâm’ın ilâhî vahye dayanmasını hafife alma anlamına geleceğinden biz o mülâhazalardan uzak duruyoruz.

Hâsılı, İslâm, içtimaî yönü itibarıyla sosyalizmin çok önünde ve ilerisinde olarak, topyekün insanlığın huzur ve saadetini, devletin otoritesini, askerî yapının sağlamlığını tekeffül etmiş bir dindir. Bu hususiyetin, İslâm sosyalizmi olarak tavsif edilmesi ise kesinlikle doğru değildir. birgun.net/BARIŞ İNCE 20.10.2011