8 Mayıs 2011 Pazar

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Hezeyanları

Başbakanın hezeyanları
Gelenekçi Türk siyaset anlayışına uygun bir portre çizen Başbakan’ın hezeyanları artık gündemimizde.

Yıllardır iktidarda tek başına olan ve her türlü imkânla donatılan, uluslararası destekle önü açılan bir iktidarın başı olarak bugün başsız dolaşıyor. Kimsenin dile getirmek istemediği hezeyanlarını medya, bir liderlik vasfı olarak allayıp pullayıp önümüze sunuyordu. Ama gerçek eninde sonunda sırıtıyor.

Aynı anda hem milliyetçi, hem demokrat, hem İslamcı, hem liberal olamazsınız ama Başbakan tüm bu sıfatların yaratıcısı gibi konuşuyor ve kendisine dair sunulan danışman reklamları ile pohpohlanıyor. El bebek gül bebek pohpohlanması onu tek şef haline getirdi ve o bu rolü sonuna kadar sahiplenerek yeni bir kimlik oluşturdu.



Popülizmin dibine vurdu. Söylem ile pratiğin arasındaki uçurumda bir gün önce söylediğini ertesi gün intihara sürükledi. Demokrasiye dair söz bırakmadı, muhalefetin tüm söylemlerini elinden alıp har vurup harman savurdu. Milliyetçilerin ellerinde ne varsa aldı. Bozkurt kesildi, Ergenekoncuların söylemlerini seçim alanlarında seslendirdi. Kâh liberallerin liberalliğine tükürdü, kâh demokratların demokratlığına. Tarihi kendisiyle başlatan Kemalist Elitizm’i kopyalayarak siyasetin üstenci küstahlığında boy verdi.



Herkes haddini bilmeliydi. Haddini bilmeyen anasını da alıp gitmeliydi. Bel altı salvoları ile rakiplerine alanlarda nanik yapan düşkünlük hali, kendi namusunu yüce kılma çabası ile birleşince tuhaf bir görünüm kazandı. O görüntü iki bacak arasından bakan “temiz siyaset” anlayışının kendisiydi.



İnsanlar neyi duymak istiyorsa onu söylüyordu. Ama insanlar duyduklarının takipçisi olmaya başlayınca kıyamet koptu. Kimse onu ve icraatlarını sorgulayamaz, kimse onun söylediklerinin üstüne söz koyamazdı. Tüm karşı koyuşları bir tezgâh, bir komplo olarak siyasetine uyarladı. Bir anda hakkını arayan işçiler, emekçiler gizli ellerin kullanıp kışkırttığı zavallılar, öğrenciler provokatör, Aleviler küstah ve Kürtler haddini bilmez terör destekçileri olarak dilindeki yerini aldı.



Halkın karşısına çıkıp tıpkı demagog Pizistratus gibi üstünü başını yırtıp “Bana neler yaptılar bakın!” diyerek mazlum çehresine birkaç damla gözyaşı da koyarak arenaya seslenmesi, siyaset tarihinin en çok gözyaşı döken partilileri unvanını verdi onlara. Başbakan hangi takımı tutuyorsa onlar da o takımı, Başbakan hangi türküyü söylüyorsa onlar da o türküyü söylüyorlardı. Bakanlar görevden alındıklarını telefonla öğreniyor ve Başbakanın aşağılama takdirini “Koltuklar babamızın malı değil, görev yerleridir zamanı gelince gitmeyi bilmek gerekir” diyerek kabul ediyorlardı.



Vaatler hiç bitmedi. Aradan yıllar geçiyor, tek başına iktidar olmanın gücü halk tarafından ellerine veriliyor ve onlar bu gücü muhaliflerini yok etmek, kendi rant tezgahını kurmak, kurumlara yerleşmek için en çirkin mücadele yöntemlerini “İktidar için her şey mubah” anlayışıyla seçiyorlardı.



İktidarda kalmanın her şeyin üstünde olduğunu, eğer kaybederlerse canına okuduklarının canlarına okuyacağı korkusuyla daha çok saldırganlaşıyor ve korkuyu tüm Türkiye’ye yayarak tek ŞEF olmanın planlarını devreye sokuyorlardı. Neyden ve kimden şikâyet ediyorlarsa onlarla benzeştiler.



Şimdi hedefte Kürtler ve Kürt siyasetçiler var. “Benim için Kürt Sorunu bitmiştir” diyerek sorunu askere havale ettiği göndermesini yapan Başbakan, militarizmin bataklığında rahat kulaç atacağını düşünüyor olmalı. Oysa Kürt sorununun çözümü için onlara açılan kapı, şartlar ve imkânlar hiçbir iktidara bu kadar sorunsuz sunulmadı. Kendi beceriksizliklerini Kürtlere mal etmeye çalışan sözde uyanıklığı her kesim artık biliyor. Süreci olabildiğince geniş bir zaman dilimine yayarak bir yandan beklentiye sokmak, diğer yandan Kürt-İslam anlayışını cemaatler eliyle bölgeye angaje etmek ve Kürt hareketini yalnızlaştırmak gibi sığ bir politikadan medet uman anlayışları çuvalladı. Öfkelerinin ve milliyetçi söylemlere sığınmalarının bir nedeni de budur. Hizbullah’ı yeniden sokağa taşıyarak, nokta operasyonları yaparak, çadırlara saldırarak, bölgede faaliyet yürüten Kürt siyasetçileri cezaevlerine doldurarak kuşatma altına alanların şiddetten şikâyetçi olması komiktir. Çünkü o şiddetin şartlarını oluşturan yine kendileridir.



İbrahim’i göğsünden vurarak öldüren polisi koruyup kollayanlar, söz konusu kendi canları olduğunda  “Allahın verdiği canı Allah alır” diyerek kefen edebiyatı yapmaları, kendilerini efsunlu kabul etmeleri nasıl bir üflemedir. İbrahim’in canı can değil miydi? Can alma yetkisi verdiklerinizin yıllardır can aldıkları bu topraklarda neden hiç ağzınızı açmadınız?  Çünkü sizler kendilerinize cennetler, başkalarına kıyametler yazdınız. Cennet tarifini Kuran’dan araklayıp şahsi bahçelerinizi inşa ettiniz. Hayal ettiğiniz öteki dünyayı bekleyemeyecek kadar aç gözlüsünüz ve kendi nefsinizi araba plakalarına takacak kadar doyumsuzsunuz.



Bu halk kefenin ne olduğunu çok iyi biliyor. Yıllardır anneler, babalar çocuklarını kimi zaman kefenle, kimi zaman kefensiz, kimi zaman ölülerini bile hiç görmeden gömdüler. Sizler ise kendi iktidarlarınızın rahatı için bu ülkenin çocuklarını ölmeye ve öldürmeye gönderdiniz.  Başkalarının çocukları üzerinden şahadetle ajite olanlar barışı değil, savaşı kutsarlar. İşte bu yüzden barıştan çok savaşı konuşuyoruz.  Bu kadar hezeyanı bu toplum artık kaldırmıyor.




AKIN OLGUN/birgun.net