Bir acayip ittifak -Alper Erdik
Böyle bir süreçte, yani peş peşe kitlesel hak mitinglerinin yapıldığı, pek çok sol örgütün, solcu bireyin siyasetine, yaşamına yeni şeyler kattığı, 1 Mayıs’a coşku ile gidilen bir dönemde demek istiyorum, seçimlerden bahsetmek, bilmiyorum, doğru mudur? Ben yanlış olduğunu düşünmüyorum. İşin açığı, devrimcilerimizin ısrarla görmezden geldiği tespitin doğruluğundan kaynaklı böyle söylüyorum. Tespit ise, 12 Haziran seçimlerinin, ülkemizin en karanlık dönemini başlatacağı, daha doğrusu, sekiz buçuk yıldır süren bu dönemi, resmileştireceğidir. Bunun yanında, tuhaftır, sanki herkes, bu aymazlıkla beraber, her şeyin farkındadır ve kimsenin buna edecek itirazı yoktur. Topu topu 2 ay kaldı seçimlere, ve fakat, “koskoca” CHP bile, hatta ondan önce AKP bile, seçim çalışmalarına başlamış değil. Peki, nedir bu işin sırrı? Sağından soluna, iktidarından muhalefetine, herkes 12 Haziran’ı umursamıyor ve onun sonrasına mı hazırlanıyor yoksa? Bir tek biz mi telaşlıyız?
Türkiye’de, bazı sol kesimler dışında, sanıyorum ki, çıkıp da, seçimler burjuvaziye hizmet eder, seçimlere giden, oy kullanan reformisttir türünden, anlamsız ve gereksiz söylemler üreten çıkmayacaktır. Bunu, cümlenin yanlışlığından değil, zikredilmesinin marifet sayılmamasından, sayılmaması gerektiğinden not ediyorum. Bu bir yana, seçimler, faydasızlığı kadar da yarar sağlar haldedir. Özellikle, bizimki gibi ülkelerde ve içinde bulunduğumuz zamanlar gibi zamanlarda. Zira, oy ve sandık, politik meşruiyet için, birilerinin düşündüğünden daha fazla önem arz ediyor, halkımızın gözünde. Yine birileri beğenmeyecektir; ancak, 65 yıldır kesintisiz ve eşit biçimde süren oy atma işi, önceki yüz yıla kadar uzanan Meclis geleneğimiz ile birlikte düşünülürse, “demokrasi kültürü”müzün eksikliği, söz konusu edilemez.Böyle bir süreçte, yani peş peşe kitlesel hak mitinglerinin yapıldığı, pek çok sol örgütün, solcu bireyin siyasetine, yaşamına yeni şeyler kattığı, 1 Mayıs’a coşku ile gidilen bir dönemde demek istiyorum, seçimlerden bahsetmek, bilmiyorum, doğru mudur? Ben yanlış olduğunu düşünmüyorum. İşin açığı, devrimcilerimizin ısrarla görmezden geldiği tespitin doğruluğundan kaynaklı böyle söylüyorum. Tespit ise, 12 Haziran seçimlerinin, ülkemizin en karanlık dönemini başlatacağı, daha doğrusu, sekiz buçuk yıldır süren bu dönemi, resmileştireceğidir. Bunun yanında, tuhaftır, sanki herkes, bu aymazlıkla beraber, her şeyin farkındadır ve kimsenin buna edecek itirazı yoktur. Topu topu 2 ay kaldı seçimlere, ve fakat, “koskoca” CHP bile, hatta ondan önce AKP bile, seçim çalışmalarına başlamış değil. Peki, nedir bu işin sırrı? Sağından soluna, iktidarından muhalefetine, herkes 12 Haziran’ı umursamıyor ve onun sonrasına mı hazırlanıyor yoksa? Bir tek biz mi telaşlıyız?
Hal böyle iken, sandıkta yiten yüzde birkaç oy, iktidar için, telafi edilemez bir kayıptır. 2009 yerel seçimlerini hatırlayın, AKP nasıl da “yumuşacık” olmuştu! Eh, bu durumda, sandıktan medet umduğumuzdan değil; ama sandıktan çıkacak sonuçları önemsediğimizden kaynaklı, biz, buna dair konuşmalıyız, konuşacağız. Ek olarak da söyleyeyim, bizim için de önemli olan, 12 Haziran sonrasıdır. Fakat, başta değindiğimiz, yenilgiyi kabul edenlerin 12 Haziran sonrası değil bu; savaşı yeniden başlatacak, mevcut iç savaşı derinleştirecek ve tüm ilerici insanları yan yana getirecek, tarihsel ve büyük cephenin teşkili açısından önemli bir evre olacak 13 Haziran tahayyülü!
Buna dair, genişçe konuşmak, yazmak; bir ihtiyaçtır ve bu da bizim işimizdir. Ancak, şimdilik kısaca değinmek gerekirse, daha önce de söyledik, referandum sonrasındaki ilk yazımızda dile getirdik: “Tüm gücümüzle; emperyalizme, neo-liberalizme, dinciliğe, faşizme karşı aktif mücadele verecek; laiklik konusunda hassasiyeti bulunan Kemalistleri, ulusal haklarını talep eden Kürtleri, ataması yapılmayan öğretmenleri, açlığa mahkûm edilmiş kent yoksullarını, yoksul köylüleri, iş güvencesiz çalışan emekçileri bir araya getirecek; özetle, ‘İslamcı-Doğucu’ cephe karşısında, her türlü ilericiliği temsil edecek bir birlikteliğe ihtiyacımız var.”
Sanıyorum, en azından burada, yeniden bir özete gerek yok. Tespitimizin tüm doğruluğu ile beraber ortada durduğu ve fakat bunu kimsenin sahiplenmediği aşikâr. Solumuzun çeşitli kesimlerinin, böyle bir tezi tartışmayı dahi düşünmediklerini, düşünmeyeceklerini biliyoruz. Üstüne, bunu söyledik diye, bizi ulusalcı olarak etiketlediklerini de biliyoruz. Olabilir, buna maalesef, alıştık da; her zamanki gibi işimize bakıyoruz. Ancak, madem böyle, biz de, bu grup ve kişilerden, söylediğimizi geçersizleştiren, yani söylediğimizden daha mantıklı, geçerli öneriler bekliyoruz. Bu kadarına da hakkımız vardır herhalde!..
Evet vardır; ancak, bizim solcular, bu konuda, herhangi bir açıklama dahi yapamadı. Bunlar adına, gün itibari ile, (6 Nisan), Selahattin Demirtaş yaptı bir açıklama. BDP’nin öncülüğündeki “Emek, Barış ve Demokrasi Bloku” içinde imiş, pek çok sol ekibimiz ve bu blok, bir seçim ittifakından ziyade, mücadele hattı birliği imiş. “Mücadele hattı birliği” söz grubundaki anlam belirsizliği bir yana, bu aslında, ülkemiz sol gruplarının, yani adı orada geçen sol grupların, ideolojik olarak tükenişini ya da yıpranışını diyelim, resmeden tanımdır. Kimse hiddetlenmesin, nedenlerini tek tek ve nesnel biçimde konuşacağız burada.
Sol haber sitelerine göz atıyorum, emek haberlerine dair yayın yapan yerlere bakıyorum; hiçbirinde, heyecan yaratmamış bu “bomba haber”. Eyüp Can’ın “Yeni Radikal”i ise, anında giriyor sitesine, şöyle duyuruluyor: “BDP, 12 Haziran'da destekleyeceği aday listesinde yeni açılımlar yaptı. Doğuda Altan Tan gibi İslami kesimden adaylara yer veren BDP, Batı'da da sosyalist isimleri destekleyecek.” Radikal, istemeden bir gerçeği vurguluyor, bu blokta adı geçen, toplam 17 örgüt, BDP’yi değil; bir anlamda, BDP onlardan bir ikisinin liderini destekliyor. Referandumda da söylemiştik, herhangi bir toplumsal kesimin ideolojik ve politik temsilcisi olmayan, dahası, bu konuda bir meşruiyeti de bulunmayan solumuzun, bu tip alanlarda, özgün ve bağımsız adımlar atması çok zor. Dolayısı ile, şimdi BDP ile “blok” oluşturduğunu iddia edenler, “blok”ta ne sıfatla bulunduklarını açıklayabilirler mi acaba? Sorunun cevabı, “gönül bağı”dır ve bunun hiçbir önemi yoktur.
İsimleri geçen sosyalistler, Ertuğrul Kürkçü, Levent Tüzel, Rıdvan Turan, Sırrı Süreyya Önder. Aslına bakılırsa, başkaları, ki bu başkalarının içinde, bu kişilere yakın kimseler de var, bize, siyasi eleştiri adı altında, her türlü hakareti ediyor. Genelden farklı söylediğimiz her şeyin ardından, Baykalcılık, ulusalcılık, laikçilik ile suçlanıyoruz. Ama bilenler bilirler, bu konuda, üslubumuzu genel olarak hiç bozmadık. Öyle de devam etmekte fayda var elbette. Ne var ki, burada beş taş oynamıyoruz, bilimsel sosyalistlik iddiası ile var oluyoruz, devrimcilik yapıyoruz.
Bu vesile ile de soruyoruz: Adı geçenler, Altan Tan gibi bir dinci ve liberalle aynı parti ve listeden seçime girmekte, ideolojik ve vicdani anlamda, hiçbir beis görmüyorlar mı? Çok mu kişisel oldu; aslında hayır, ama, daha politik olanını soralım: Kürt sorununu merkeze alan bir partide, Altan Tan ile beraber, sorunun çözümüne dair hangi ortak paydada yer alacaksınız?
Pek değerli sosyalist vekil adaylarımız, bizi muhatap kabul etmeyeceklerdir mutlaka. En nihayetinde biz kimiz ki? Ancak, sorulara dair kafalarındaki cevaplar bellidir, yıllardır yazıp çizdiklerini takip ediyoruz. Diyeceklerdir ki, ortak paydamız demokrasidir! Emek mücadelesini sağlıklı biçimde verebilmemiz için, devrim ve sosyalizmden bahsetmemiz için, önce Kürt sorununu çözmeliyiz, askeri vesayete karşı sivil hükümeti, AKP’yi desteklemeliyiz, bu süreçte de, darbeci ulusalcı paşalara karşı, Altan Tan gibilerle bile bir arada olmalıyız; evet, aynen böyle söyleyeceklerdir. Biz de her zamanki gibi, haddimiz olmayarak itiraz edeceğiz: Ortak paydanız olan demokrasinin sıfatı burjuva mıdır proleter midir? Darbeci dediklerinizin suçları sabit midir değil midir? AKP, emperyalist kapitalist düzenin en tehlikeli partisi iken, hangi yönü ile sivil ve vesayet karşıtıdır? Son, askeri vesayet, sınıfsal ilişkilerin dışında, bağımsız bir rejim şekli midir?
Bir de, Ertuğrul Kürkçü’yle ilgili, özel bir soru var kafamda. Yakın tarihte, bir röportajında da, Halk Evleri, ÖDP ve TKP’yi, Kürt hareketine yeteri kadar destek olmamakla ve ulusalcıkla itham etmişti. Şimdi bir, Kürkçü ve benzerleri, ulusalcılığın ne olduğunu bilmezler; ancak, diyelim ki, bu örgütler gerçekten ulusalcı ve eleştiriyi hak ediyorlar. Peki ya, Altan Tan’la adı aynı yerde geçen birisi, bunu söyleyecek konumda mıdır? İki, uzun süredir, Kürkçü’nün oluşumunun da içinde bulunduğu bir grup sol örgüt, birlik görüşmesi yapıyordu. Amaçları, Kürt hareketi ile Türk işçi ve devrimcilerini bir araya getirmekti. Peki, bu birlik bile henüz sağlanmamışken, BDP vekilliği nereden icap etti?
Tabii, aslında konu çok netameli ve kimseyi incitmeden konuşmaya çalışmak yorucu. Ancak, kısacık habere dair, söyleyecek o kadar çok şey var ki! Peki, Altan Tan denilen gerici şahsı geçelim ve ittifakın diğer unsurlarına da göz atalım. Zaten esas zevkli kısım da burası oluyor. Kürt hareketi ile arası hoş olmayan ve katışıksız Kürt milliyetçiliği yapan küçük oluşumları, HAK-PAR vs. geçiyorum. Bizi “ilgilendirenlere” geliyorum.
Hani bir adam vardı, Türk solunu koyuna benzetiyor, solun yıldız, yumruk gibi sembollerden kurtulması gerektiğini, solcuların derin işler çevirdiğini, Fethullah Gülen’in paçavra gazetesine söylüyordu. “AK sosyalist” lakabı takılmıştı kendisine. Evet evet Doğan Tarkan!.. İşte onun partisi de bu “blok”ta, iyi mi? Neydi, Devrimci Sol İşçi Partisi! Aslında tam böyle değildi de, vallahi, Recep Bey, 12 Eylül gecesi böyle telaffuz etti; Roni Margulies de Taraf’taki köşesinde hiçbir itirazda bulunmadı. Doğru kabul ediyoruz.
EDP var ayrıca “blok”ta. Mahir’e MİTçi diyenlerin partisi o da evet. Diğerlerini yazmaya gerek yok. Alınırlar mı; bilemem, isimlerini, bu iki partiyle aynı yere yazmıyorum diye, bana müteşekkir bile olmaları gerekiyor aslında!
Şimdi toparlayalım, kim var bu “blok”ta; İslamcı Kürtler, liberal Kürtler, Türk soluna koyun diyenler, Mahir’e sövenler, AB’ciler, en önemli sorun Kürt sorunudur, diyen sosyalistler… Gayet güzel, amaçları ne imiş peki; “dinci ve milliyetçi blok” ve “ulusalcı blok” karşısında demokrasi özlemi duyanlarla birlikte mücadele vermek! Yukarıdaki öznelere bakınca, yani bu “blok”u oluşturanların olası bir iktidarını düşününce, insan bir fena oluyor doğrusu! Düşünsenize, Mahir posteri taşıyanlar Ergenekonculuktan, Deniz anmasına katılanlar derin devletçilikten yargılanıyor! Sosyalizm diyenler, tam bağımsızlık diyenler, geri kafalılıkla suçlanıyor!..
Şaka bir yana deyip devam edeceğim; ancak, bunların şaka olmadığını hepimiz biliyoruz. İşin acı yanı da bu ya! Böyle bir trajikomik hadiseye tanık olmak, öyle zor ki! Önderlerimize, değerlerimize, bizi hayata bağlayan her şeye küfredenler, BDP çatısı altında, kendisine sosyalist diyenlerle beraber! Yanlarında milliyetçiler ve liberaller!
Görüldüğü üzere, her ne kadar, teorik şeyler söylemeye çalışsam da, durum buna izin vermiyor. İşin duygusal kısmı, aklı mantığı silip süpürüyor. Politik eleştiri yapmaya çalışıyorum ama, işte olmuyor. Kimi kime, ne diye şikâyet edeceğiz ki ayrıca?
Her neyse, herhalde burada, yapabileceğimiz tek şey, ittifakın amacına dair son birkaç şey zikretmek. Bin kere söyledik, yine söyleyelim, bugün ülkemizdeki mücadele, İslamcılar ve laikçiler, ya da liberaller ve ulusalcılar arasında değil. Bugün çelişki, emperyalizmin desteği ve ideolojisi ile iktidarı ele geçiren darbeci AKP ile bu gerici partiye karşı koyma potansiyeli bulunan Kürtler, Kemalistler ve komünistler arasında. Her üç grup da zira, belli konulardaki ilericilikleri taşıyan kitlelerden müteşekkil. İttifak yapılacak, ilerici bir blok oluşturulacaksa, bu grupların, emek ve laiklik paydasında temsilini sağlayacak bir birliktelik yaratılmalı. Aksi halde, görülüyor işte, üzücü ve komik olmaktan öteye gidilemiyor.
Son ve asıl önemli olan şeyse, Türk ve Kürt ezilenleri, bu tip taktiksel hatalarla, kardeşlik ve gerçekten ittifak zeminlerinden, her geçen gün uzaklaşıyor.
alpererdik@mynet.com