Sosyal devlet olmanın gereği olarak gündeme
getirilen “aile yardımı” benzeri sosyal projelere, “kaynağı nereden
bulacaksın, istikrarı bozacaksın" denilerek karşı çıkılmasının altında
yatan neden de, söylendiği gibi kaynak yetersizliği değil, işte bu
anlayıştır
“Piyasa ekonomisi kurallarına göre işleyen bir ekonomide gelir
adaletinin ve bölgeler arası dengesizliklerin giderilmesine yönelik
kalkınmacı politikaların uygulanması mümkün müdür?” diye soruyoruz uzun zamandır.
Cevap kısmen de olsa, AKP’nin Ekonomiden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı’ndan geldi.
Milliyet Gazetesi’nin internet sitesinde yer alan 30.01.2011 tarihli “AK Parti'den ilginç tespit” başlıklı habere göre, AKP’nin Ekonomiden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Bülent Gedikli, "Burada konuşulması gereken şey tabii şu; bu karların hangi sosyal projelerde kullanıldığını bankalar açıklasın. Önemli olan nokta bu. Mesela Avrupa’da bu uygulamalar var. Orada bankalar bir araya gelip sosyal fonlar kuruyorlar. Bu sosyal fonlar Türkiye’de bile kullanılıyor. Türkiye’de bankalar sosyal projelerini yaygınlaştırırlarsa, geliştirirlerse veya, bugüne kadar yaptıkları sosyal projeleri kamuoyu bilmiyor, bunu kamuoyuna tanıtırlarsa aslında bankaların karları da konuşulmamış olur" demiş.
Bu konuşmayı iki boyutta değerlendirmek gerekmektedir.
Birinci boyut, bankaların karlarının bu şekilde tartışılıyor olmasıdır.
Bilindiği gibi,bankalar kar amaçlı
kuruluşlardır ve doğal olarak hedefleri, gelir adaletsizliğinin ortadan
kaldırılması, vb. sosyal amaçlı projelerin gerçekleştirilmesi değil,
hissedarlarının karlarının artırılmasıdır. Aksi bir durumda, hissedarlar
haklı olarak karşı çıkacak, banka yönetimleri zor durumda kalacaktır.
Piyasa ekonomisi kurallarının geçerli olduğu bir ekonomide bankaların karlarının bu şekilde konuşulması, sanki bankaların içinde çalışacakları kuralları koyup, vergi düzenlemelerini yapan, bu kuruluşları denetleyen devlet değilmiş, haksız ve kanunsuz karlar söz konusuymuş havası vererek, bankalardan böyle bir talepte bulunmanın doğru, haklı ve hatta hukuki olduğunu söylemek mümkün değildir.
Bankaların yasaya aykırı, haksız veya spekülatif kârlar elde ettikleri düşünülüyorsa eğer, bu durumda da yapılması gereken şey, sosyal projeler yapın demek değil, haksız veya spekülatif karlara imkan vermeyecek yasal düzenlemelerin yapılmasını sağlamak, kuralların eksiksiz uygulanmasını sağlayacak denetimleri etkinleştirmektir.
SOSYAL SORUMLULUK PROJELERİ
Bankalar ve ticari kuruluşlarca gerçekleştirilen “sosyal sorumluluk projeleri”nin amacı ve sosyal kalkınmaya gerçek anlamda katkı sağlayıp sağlamadıkları ise tartışılması gereken ikinci konu olarak ortada durmaktadır.
Yurt dışında, bankalar ve diğer büyük ticari şirketler tarafından “Sosyal sorumluluk projesi” adı altında uygulamaya konulan projeler ayrıntılı şekilde incelendiğinde, bunların büyük kısmının, bankaların kamuoyundaki imajının iyileştirilmesini amaçladığı, ayrılan kaynağın büyük kısmının projenin tanıtımı adı altında bankanın reklâmına harcandığı, harcanan paraların belli oranlarda vergiden düşülebildiği, yani devletten geri alındığı görülecektir.
Ülkemizde de durum farklı değildir. Bankalar da dâhil olmak üzere ticari şirketlerin, bazı dernek veya vakıflarla işbirliği içerisinde gerçekleştirecekleri “sosyal amaçlı” projeler için harcayacakları paralar ile bazı sosyal amaçlı dernek ve vakıflara yapacakları yardımlar, bilânçolarında gider gösterilmek suretiyle (ayni ve nakdi) kısmen veya tamamen vergiden düşülebilmektedir.
Vergiden düşebilmek demek, sosyal amaçlı olduğu belirtilerek gerçekleştirilecek projelerin kısmen veya tamamen kamu kaynağı kullanılarak yani devlet kesesinden gerçekleştirilmesi anlamına gelmektedir.
Devlet parasıyla ve devlet güvencesinde, niteliği ve hedef kitlesi belli, sürekliliği olan ve uygulamanın denetlenebildiği sosyal hakların yerini, yine devlet parasıyla ancak hedef kitlesi belirsiz, sürekliliği olmayan, kamu kaynağı kullanmasına karşın denetime kapalı, bir nevi “sadakanın” almasına neden olacağı açık olan bu dolaylı uygulamanın konulmak istenilmesinin nedeni ne olabilir?
Neden, yazımızın başında sorduğumuz, “Piyasa ekonomisi kurallarına göre işleyen bir ekonomide gelir adaletinin ve bölgeler arası dengesizliklerin giderilmesine yönelik kalkınmacı politikaların uygulanması mümkün müdür?” sorusunun yanıtı içerisinde gizlidir.
“Kalkınma” ve “sosyal devlet” kavramları, ekonomik dengelerin serbestçe oluşabilmesi için her türlü devlet müdahalesin ortadan kalkmasını gerekli gören “piyasa ekonomisi” için, piyasada kendiliğinden var olacağı düşünülen dengelerini bozacak tehlikeli devlet müdahaleleri olarak algılanmaktadır.
Kanımızca, sosyal devlet olmanın gereği olarak gündeme getirilen “aile yardımı” benzeri sosyal projelere, “kaynağı nereden bulacaksın, istikrarı bozacaksın" denilerek karşı çıkılmasının altında yatan neden de, söylendiği gibi kaynak yetersizliği değil, işte bu anlayıştır.
Ahmet Müfit
Odatv.com
Milliyet Gazetesi’nin internet sitesinde yer alan 30.01.2011 tarihli “AK Parti'den ilginç tespit” başlıklı habere göre, AKP’nin Ekonomiden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Bülent Gedikli, "Burada konuşulması gereken şey tabii şu; bu karların hangi sosyal projelerde kullanıldığını bankalar açıklasın. Önemli olan nokta bu. Mesela Avrupa’da bu uygulamalar var. Orada bankalar bir araya gelip sosyal fonlar kuruyorlar. Bu sosyal fonlar Türkiye’de bile kullanılıyor. Türkiye’de bankalar sosyal projelerini yaygınlaştırırlarsa, geliştirirlerse veya, bugüne kadar yaptıkları sosyal projeleri kamuoyu bilmiyor, bunu kamuoyuna tanıtırlarsa aslında bankaların karları da konuşulmamış olur" demiş.
Bu konuşmayı iki boyutta değerlendirmek gerekmektedir.
Birinci boyut, bankaların karlarının bu şekilde tartışılıyor olmasıdır.
Bilindiği gibi,
Piyasa ekonomisi kurallarının geçerli olduğu bir ekonomide bankaların karlarının bu şekilde konuşulması, sanki bankaların içinde çalışacakları kuralları koyup, vergi düzenlemelerini yapan, bu kuruluşları denetleyen devlet değilmiş, haksız ve kanunsuz karlar söz konusuymuş havası vererek, bankalardan böyle bir talepte bulunmanın doğru, haklı ve hatta hukuki olduğunu söylemek mümkün değildir.
Bankaların yasaya aykırı, haksız veya spekülatif kârlar elde ettikleri düşünülüyorsa eğer, bu durumda da yapılması gereken şey, sosyal projeler yapın demek değil, haksız veya spekülatif karlara imkan vermeyecek yasal düzenlemelerin yapılmasını sağlamak, kuralların eksiksiz uygulanmasını sağlayacak denetimleri etkinleştirmektir.
SOSYAL SORUMLULUK PROJELERİ
Bankalar ve ticari kuruluşlarca gerçekleştirilen “sosyal sorumluluk projeleri”nin amacı ve sosyal kalkınmaya gerçek anlamda katkı sağlayıp sağlamadıkları ise tartışılması gereken ikinci konu olarak ortada durmaktadır.
Yurt dışında, bankalar ve diğer büyük ticari şirketler tarafından “Sosyal sorumluluk projesi” adı altında uygulamaya konulan projeler ayrıntılı şekilde incelendiğinde, bunların büyük kısmının, bankaların kamuoyundaki imajının iyileştirilmesini amaçladığı, ayrılan kaynağın büyük kısmının projenin tanıtımı adı altında bankanın reklâmına harcandığı, harcanan paraların belli oranlarda vergiden düşülebildiği, yani devletten geri alındığı görülecektir.
Ülkemizde de durum farklı değildir. Bankalar da dâhil olmak üzere ticari şirketlerin, bazı dernek veya vakıflarla işbirliği içerisinde gerçekleştirecekleri “sosyal amaçlı” projeler için harcayacakları paralar ile bazı sosyal amaçlı dernek ve vakıflara yapacakları yardımlar, bilânçolarında gider gösterilmek suretiyle (ayni ve nakdi) kısmen veya tamamen vergiden düşülebilmektedir.
Vergiden düşebilmek demek, sosyal amaçlı olduğu belirtilerek gerçekleştirilecek projelerin kısmen veya tamamen kamu kaynağı kullanılarak yani devlet kesesinden gerçekleştirilmesi anlamına gelmektedir.
Devlet parasıyla ve devlet güvencesinde, niteliği ve hedef kitlesi belli, sürekliliği olan ve uygulamanın denetlenebildiği sosyal hakların yerini, yine devlet parasıyla ancak hedef kitlesi belirsiz, sürekliliği olmayan, kamu kaynağı kullanmasına karşın denetime kapalı, bir nevi “sadakanın” almasına neden olacağı açık olan bu dolaylı uygulamanın konulmak istenilmesinin nedeni ne olabilir?
Neden, yazımızın başında sorduğumuz, “Piyasa ekonomisi kurallarına göre işleyen bir ekonomide gelir adaletinin ve bölgeler arası dengesizliklerin giderilmesine yönelik kalkınmacı politikaların uygulanması mümkün müdür?” sorusunun yanıtı içerisinde gizlidir.
“Kalkınma” ve “sosyal devlet” kavramları, ekonomik dengelerin serbestçe oluşabilmesi için her türlü devlet müdahalesin ortadan kalkmasını gerekli gören “piyasa ekonomisi” için, piyasada kendiliğinden var olacağı düşünülen dengelerini bozacak tehlikeli devlet müdahaleleri olarak algılanmaktadır.
Kanımızca, sosyal devlet olmanın gereği olarak gündeme getirilen “aile yardımı” benzeri sosyal projelere, “kaynağı nereden bulacaksın, istikrarı bozacaksın" denilerek karşı çıkılmasının altında yatan neden de, söylendiği gibi kaynak yetersizliği değil, işte bu anlayıştır.
Ahmet Müfit
Odatv.com