Ece Temelkuran çocuğunu düşüren kızla görüştü
Bebeği çıkarıp kutuya koydular
Bu kadarcıktı. Kutuya koydular. Kutunun üzerine benim adımı yazdılar. O zaman işte... Ağrıma gitti
Hafta sonu öğrenci gösterilerinde polis tekmesiyle çocuğunu
kaybeden öğrenci HaberTürk Gazetesi yazarı Ece Temelkuran'a konuştu.
Yaşadıklarını anlatan öğrencinin gözyaşlarını tutamadığı an ise bebeğini
bir kutuya koyup üzerine ismini yazdıkları an...
İşte Temelkuran'ın 'Sizin ‘istikrarınız’! Onun bebeği!' başlıklı köşesinde yer alan o görüşme:
-“Yapma! Hamileyim!” dedim. Karnıma vurdu
-Bebeği çıkarıp kutuya koydular. O ağırıma gitti.
-Bebeği doğuracaktım. Bakacaktık. Bakardık. Sevmiştik çünkü.
-Ben düşük yaparken polis beni gözaltına almaya çalışıyordu.
AKRABALARIMI BENİM YÜZÜMDEN ÇOK ÜZERLER
19 yaşında. Boyu 1.55 var yok. Yüzü yuvarlacık. Tatlıcık birses tonu var. Kahraman, küçük bir kız çocuğu. Kaşık kadar. “Dayanamazlar” diyor. “Babam çok üzülür.
Annem çok üzülür. Sonra akrabalarımız var, onlar da belki kızar. Belki
beni görmek istemezler artık. Onları çok üzerler benim yüzümden. Sonra
belki... Yani dayak olmaz da... Yine de...”
İnsan Hakları Derneği’nin bir odasında yalnız başına bir kız çocuğu, birkadının başına gelebilecek en korkunç şeyi yaşamış, polis tekmeleriyle bebeği düşürülmüş,
bu dünyada bir başına duruyor ve... Kızçocukları niye böyle Allah’ım? Niye hâlâ başkalarını düşünür bir kız çocuğu acıdan rahmi sızlarken!
‘BEBEĞİ KUTUYA KOYDULAR’
Ağlamıyor. Eylemi anlatırken,biber
gazını nasıl gözüne sıktıklarını anlatırken, ellerindeki gaz yanığını
gösterirken, hastaneye nasıl alınmadıklarını, polisin onu nasıl düşük
yaparken bile gözaltına almak istediğini, sedye getirmediklerini,
bebeğinin kalbinin duruşunu... Kasıklarına tekmeler atan polislere,
“Hamileyim! Vurmayın!” diye bağırmasına rağmen vurduklarını anlatırken.
Hatta “Belki duymamışlardır” diyor, inanamıyor belli ki, bir insanın
bile bile bir kız çocuğuna bunu yapabileceğine... Ağlamıyor şunu
söyleyene kadar:
“Doktor geldi, ‘Bebeğinin kalbi durmuş, alacağız’ dedi. Sonra bebeği çıkardılar. (Parmağını gösteriyor) Bu kadarcıktı. Kutuya koydular. Kutunun üzerine benim adımı yazdılar. Ozaman işte... (Kırılıyor ağzı, çenesi acıdan) Ağrıma gitti.”
DEVLET YARDIM EDİYOR!
Böyle bir hikâyeyi anlatmak için bir kız çocuğu bu kadar direnci, bu kadar olgunluğu nereden bulur? Bilemedim. Devam ediyor:
“Doktorlar dedi ki: Sende morarma yok. Bu bebeği kendi kendine düşürmüşsündür belki. İncelemeye alınacak.”
Ben bir şey demiyorum, o da bir şey demiyor. Susuyoruz,uzun hava . Devam ediyor yine:
“Devlet bana yardım edecekmiş, öyle dediler. Kürtaj parasını ödeyecekmiş devlet. 600 lira...”
Susuyoruz, küfür.
Bir kız çocuğunu bu devlet, bu hükümet, bu polisler böyle büyütüyor işte. 19 yaşında ölü bebeğini bir kutunun içinde önüne koyup “Korkma parasını vereceğiz” diyerek.
O kız çocuğu, bir hastane odasında ilk kez kadın-doğum muayenesi masasına yatarken çıkıp utanmadan, erinmeden, üşenmeden “Huzur ve istikrarımızın önemi ve falan ve filan” diyerek.
DOĞURACAKTI...
Sevmişler çocuklar birbirlerini. Konuşuyorlarmış, düşünüyorlarmış “Ne yaparız?” diye. İkisi de öğrenci. Ama çok sevmişler ve bu bebeğin doğmasına da karar vermişler. Belki okulu bırakırlarmış, belki başka bir çözüm bulurlarmış ama doğuracakmış işte, kopamamış bebekten. Bilen bilir... Sonra işte polis düşük yaparken ona şöyle demiş:
“Bu yaşta çocuk peydahladın ha!”
Gülmüş sonra.
Böyle olmuş işte...
Öncekigün devletimiz, hükümetimiz ve Başbakanımız böyle korunmuş “huzursuzluktan” ve “istikrarsızlıktan”.
“Belki bebeğim olmaz benim” diyor. Gözleriyle bana soruyor, sanki “Olur” desemiyi gelecek.
Birileri iyi bir şeyler söylesin istiyor. Yarın muayene olacakmış
yeniden, söyleyeceklermiş bir problem var mı diye. “O masaya yatmak
istemiyorum bir daha” diyor. “Çok kötü bir şey. Çok kötü oldum ben.”
Sonra yine başkalarını düşünüyor:
“Bir kadın daha vardı. Onun da kasıklarına vurmuşlar hep. Belki onun da çocuğu olmaz.”
BİZİM PAYIMIZA DÜŞEN...
Yine bakıyor yüzüme. İstiyor ki “Yok öyle şey. Herkesin, senin degüzel bebeklerin olacak” diyeyim. Şuncacık bir kız, annesi bile yok yanında ,
şimdi tanıştığı bir “abladan” iyi bir şey duymak istiyor. Söylüyorum
ben de. Ne yapayım! Çünkü bu devlet, bu hükümet, bu polisler, bu emniyet müdürleri bizim payımıza da bunu düşürüyor. Bebeğini kaybetmiş bir kız çocuğuna söyleyecek laf aratıyor. Var mı öyle bir cümle?
“Ne yazayım?” diye soruyorum, “Söyle ne istersen onu yazayım.”
“Bilmem ki” diyor. “Siz bilirsiniz.”
“Boş ver sen şimdi” diyorum.
“Söyle, ne istersen onu yazacağım.”
“Ne isteyeyim?” diyor.
“Bebeğimi mi!”
BEN ÇOK KÜFÜR BİLİYORUM
Ben çok küfür biliyorum. Ben çok küfür biliyorum. Ben çok küfür biliyorum. Alnından öpüyorum, elini tutuyorum. Çünkü işte, bu memlekette bizim payımıza bu düşüyor. Birbirimizin elini tutmaktan, sarılmaktan başka bazen çaremiz kalmıyor.
İşte Temelkuran'ın 'Sizin ‘istikrarınız’! Onun bebeği!' başlıklı köşesinde yer alan o görüşme:
-“Yapma! Hamileyim!” dedim. Karnıma vurdu
-Bebeği çıkarıp kutuya koydular. O ağırıma gitti.
-Bebeği doğuracaktım. Bakacaktık. Bakardık. Sevmiştik çünkü.
-Ben düşük yaparken polis beni gözaltına almaya çalışıyordu.
AKRABALARIMI BENİM YÜZÜMDEN ÇOK ÜZERLER
19 yaşında. Boyu 1.55 var yok. Yüzü yuvarlacık. Tatlıcık bir
İnsan Hakları Derneği’nin bir odasında yalnız başına bir kız çocuğu, bir
bu dünyada bir başına duruyor ve... Kız
‘BEBEĞİ KUTUYA KOYDULAR’
Ağlamıyor. Eylemi anlatırken,
“Doktor geldi, ‘Bebeğinin kalbi durmuş, alacağız’ dedi. Sonra bebeği çıkardılar. (Parmağını gösteriyor) Bu kadarcıktı. Kutuya koydular. Kutunun üzerine benim adımı yazdılar. O
DEVLET YARDIM EDİYOR!
Böyle bir hikâyeyi anlatmak için bir kız çocuğu bu kadar direnci, bu kadar olgunluğu nereden bulur? Bilemedim. Devam ediyor:
“Doktorlar dedi ki: Sende morarma yok. Bu bebeği kendi kendine düşürmüşsündür belki. İncelemeye alınacak.”
Ben bir şey demiyorum, o da bir şey demiyor. Susuyoruz,
“Devlet bana yardım edecekmiş, öyle dediler. Kürtaj parasını ödeyecekmiş devlet. 600 lira...”
Susuyoruz, küfür.
Bir kız çocuğunu bu devlet, bu hükümet, bu polisler böyle büyütüyor işte. 19 yaşında ölü bebeğini bir kutunun içinde önüne koyup “Korkma parasını vereceğiz” diyerek.
O kız çocuğu, bir hastane odasında ilk kez kadın-doğum muayenesi masasına yatarken çıkıp utanmadan, erinmeden, üşenmeden “Huzur ve istikrarımızın önemi ve falan ve filan” diyerek.
DOĞURACAKTI...
Sevmişler çocuklar birbirlerini. Konuşuyorlarmış, düşünüyorlarmış “Ne yaparız?” diye. İkisi de öğrenci. Ama çok sevmişler ve bu bebeğin doğmasına da karar vermişler. Belki okulu bırakırlarmış, belki başka bir çözüm bulurlarmış ama doğuracakmış işte, kopamamış bebekten. Bilen bilir... Sonra işte polis düşük yaparken ona şöyle demiş:
“Bu yaşta çocuk peydahladın ha!”
Gülmüş sonra.
Böyle olmuş işte...
Önceki
“Belki bebeğim olmaz benim” diyor. Gözleriyle bana soruyor, sanki “Olur” desem
Sonra yine başkalarını düşünüyor:
“Bir kadın daha vardı. Onun da kasıklarına vurmuşlar hep. Belki onun da çocuğu olmaz.”
BİZİM PAYIMIZA DÜŞEN...
Yine bakıyor yüzüme. İstiyor ki “Yok öyle şey. Herkesin, senin de
“Ne yazayım?” diye soruyorum, “Söyle ne istersen onu yazayım.”
“Bilmem ki” diyor. “Siz bilirsiniz.”
“Boş ver sen şimdi” diyorum.
“Söyle, ne istersen onu yazacağım.”
“Ne isteyeyim?” diyor.
“Bebeğimi mi!”
BEN ÇOK KÜFÜR BİLİYORUM
Ben çok küfür biliyorum. Ben çok küfür biliyorum. Ben çok küfür biliyorum. Alnından öpüyorum, elini tutuyorum. Çünkü işte, bu memlekette bizim payımıza bu düşüyor. Birbirimizin elini tutmaktan, sarılmaktan başka bazen çaremiz kalmıyor.