21 Mart 2012 Çarşamba

4+4+4 Bu Eğitim Tartışması Da Nereden Çıktı

Bu eğitim tartışması da nereden çıktı? 
Türkiye, malum olduğu üzere, 12 Eylül darbesinden beri aslında kapitalist sistemin ihtiyaçları uyarınca bir yeniden yapılanma süreci yaşıyor. Ülkedeki politik pozisyonlara, sermaye içi iktidar mücadelelerine (maalesef Kürt siyasal hareketi hariç sermaye dışı aktörler bu sürece müdahil değil) esasında bu reorganizasyon süreci damgasını vuruyor. Son zamanlarda bizleri ziyadesiyle meşgul eden dindar nesiller yetiştirmenin,4+4+4 ekseninde kilitlenen eğitime dair tartışmaların, arka planında da yine bu sürecin tetiklediği sancılar, fay hatları bulunuyor. Peki bayram, seyran değilken önümüzde daha çözülmesi gereken onca somut sorun varken bu çok soyutmuş gibi görünen eğitim tartışması da nereden çıktı? Yakından bakalım ama önce biraz uzaklara seyahat ederek.

EĞİTİM, YURTTAŞLIK VE ULUS DEVLET
Malum, bildiğimiz manada klasik formel eğitim olgusu modernleşme sürecinin bir mahsulü. Modern kapitalist ulus devletin ortak bir milli kimlik, mili bilinç inşa etmekte müracaat ettiği en önemli enstrümanlardan biri, belki de en önemlisi eğitim. Ulus devlet ideolojisi eğitim yoluyla toplumun en ince dokularına kadar nüfuz eder. Öte taraftan, ideolojik boyutunun yanı sıra eğitim kapitalist sistemin ihtiyaç duyduğu ücretli kölelerin yetiştirilmesini, emek gücünün kapitalizmin ihtiyaçları doğrultusunda yeniden üretimini, amiyane tabirle “maddi” bir boyutu da ihtiva ediyor. Eğitimin teknik, iktisadi, maddi bir yanı da bulunuyor. Özce şöyle söyleyeyim; eğitim manevi ve maddi planda kapitalist sistemin yeniden üretilmesi amacına hizmet eder. Eğitimin kapitalist sistemin maddi planda yeniden üretimine hizmet etme boyutunu yazının esas meramı nedeniyle bir kenara bırakıyorum.

Ulus devlet feodal imtiyazlara karşı farklılıkları ortadan kaldıran sözde bir eşitlik anlayışını taahhüt ediyor. Bu eşitlik anlayışı ulus devletin taşıyıcısı yurttaş kategorisinde somutlaşır (yoksa soyutlaşır mı deseydim). Yurttaş genel ve soyut yasalar karşısında kimliğine, ait olduğu zümreye ve statüsüne bakılmaksızın eşittir. Bu yaklaşımı, mealen yasanın kişiye özgü uygulanamayacağı doğrultusundaki düşüncesiyle Rousseau, Toplum Sözleşmesi adlı eserinde en veciz şekilde ortaya koyuyor.

Ulus devlet, muarızına, fark (feodal toplumdaki fark ile mesala bir adorno düşüncesindeki fark’ın da aynı olmadığını belirtmeliyim) esasına göre şekillenen feodal hiyerarşik toplumsal yapıya, ancien regime'e karşı halkın sadakatini bu yolla inşa ediyor. Eşitlik illüzyonu ile. Tabi, çok geçmeden Marx kapitalizmin ya da ulus devletin bu maskesini düşürecektir. Kapitalizm eşitsizlikleri ortadan kaldırmak bir yana, onları hem katmerleştirerek sürdürür hem de soyut ve genel yasalarla perdeler. İşte ideoloji ve ideolojik bir enstrüman olarak eğitim de bu noktada devreye giriyor. Eğitim hem eşitsizlikleri gizleyen bir ideolojik işlev görür hem de yurttaşlığı yeniden üretmek suretiyle eşitsizlikçi ideolojiyi yeniden üretir.

Eşitlik nosyonu tüm farklılıkları ortak bir milli kimlik, bir yurttaş kategorisi içinde eritir. Dünün tebası, köylüsü böylece bir hokus pokusla eşit yurttaş mertebesine temayüz eder. Daha düne kadar yaşadığı köyün derelerinden, dağlarından, kendi topraklarından başka bir şeyi görmeyen, bilmeyen, tanımayan köylü, tebaa böylece hiç görmediği vatan denilen toprak parçasının, hiç tanımadığı insanlardan müteşekkil hayali (imagined) bir cemaatin, Kemalizmin o meşhur diskurunda ifade edildiği üzere, birleşmiş, imtiyazsız, kaynaşmış bir kitlenin parçası haline gelir. Ama kurnaz, dar çıkarlarının ötesini göremeyen köylülerin, tebaanın buna ikna edilmesi gerekir. İşte eğitim köylülerin, tebaanın, ilave etmeye hacet yok ki kentlilerin muhayyilesindeki bu dönüşümü yaratır. Eğitim müfredatının içeriği aynı vatan toprağı altında yaşayan tek bir millete mensubiyet şuurunu adım adım zihinlere nakşeder. Yani eğitim ve yurttaşlık aynı madalyonun farklı yüzleridir.

Modernliğin iddiası şudur: Eğitim yoluyla, “özgür birey” ve onun fiktif hukuki karşılığı olan yurttaş uhrevi sadakatlerden ve feodal angaryadan azade kılınacaktır. Eğitim aracılığıyla birey aydınlanacak, düşünme ve sorgulama kapasitesine, Kartezyen manada doğru düşünmenin yöntemine kavuşacaktır. Zira feodal paradigmanın hilafına aydınlanma paradigmasına göre her insan doğru düşünebilir, yeter ki doğru düşünmenin yöntemine sahip olsun. Konunun dışına taşmak pahasına bir hususa temas etmeden geçemeyeceğim. Aslında sol da bir yönüyle aydınlanmanın bu özgürleşme paradigmasının cazibesine, modernitenin en temel gerilimlerinden biri olan özgürlük-güvenlik ikileminde maalesef bu yönüyle özgürleşme söyleminin büyüsüne kapılmıştır, ta ki her ne kadar solcu olmasa da Foucault’a kadar.

Modernitenin vaatlerinin somutlaştığı iki temel gösterge olarak eğitim ve yurttaşlık ulus devletin hem harcı hem de temelidir. Yeni toplumsal yapının ve onun vaatlerinin en temel göstergesidir eğitim ve yurttaşlık. Aydınlanma paradigması ve modernitenin, bunların Türkiye topraklarındaki karşılığı Kemalizmin, eğitimi en temel meselelerden biri olarak görmesinin nedeni budur.(Kemalizmin bunu ne kadar gerçekleştirip gerçekleştiremediğine aşağıda bakacağım). Zira yeni bir rejim inşa edilirken, hem ideolojik hem de maddi mühimmatı eğitim temin ediyor.

Bu manada eğitim tartışması tam da kamusal alanın (tabi varsa öyle bir alan), ulus devletin siyasi vasfının, yurttaşlığın, rejimin, hasılı devlet ile toplum arasındaki siyasi bağın yeniden tanımlanmasına, dizayn edilmesine dairdir. Bu bağlamda yeni anayasa tartışmalarına gebe bir dönemde, AKP’nin jet hızıyla eğitime dair bir düzenleme yapmasının esas maksadı dindar, bilmem ne nesiller yetiştirmenin ötesinde çok daha derinlerdedir. Kamusal alanın farklılıklarını ortadan kaldıran modern paradigma yerine yine sermayenin bir başka ihtiyacına tekabül eden postmodern paradigma doğrultusunda farklılıkları esas alan kimlik temelinde yeniden tanzim edilmesidir aslolan. Kimlik deyince kimse Kürt kimliğini anlamasın. Esas olan emperyalizm, TÜSİAD, AKP ve cemaat arasındaki bir tür modus vivendinin neticesi olarak, sermayenin yeni yönelimleri doğrultusunda cumhuriyetin ikinci kez inşa edilmesidir. Bu arada, cemaat, AKP ve TÜSİAD arasında zaman zaman boy veren gerilimlerin esasa değil, biçime dair olduğunu da belirteyim.

Bu düzenleme AKP eliyle uzun süredir yürütülen rejimin karakteri üzerindeki nihai hesaplaşmanın uvertürüdür. Bu düzenleme yeni rejimin niteliğine dair önemli ipuçları içeriyor. Bu düzenlenmenin ardından AKP’nin toplumu cemaatlere bölme, ne bileyim kamuda türban kullanımının serbestleştirilmesi, dini inançlara göre kamusal hizmetlerin verilmesi, mesala eğitimin tamamıyla vakıflara devredilmesi, mütedeyyin kızlarımıza özel belediye otobüsü tahsis edilmesi türünden icraatlar gelecektir. Yeni anayasa da bu postmodern cemaatleşmeyi teminat altına alan bir siyasi vesika olma hüviyetine sahip olacaktır. İşte size bu çok havai gelebilecek argümanımı destekler nitelikte iki alıntı:

Birincisi sermayenin akıl hocalarından eski aydınlıkçı (ki eski aydınlıkçıların bu akıbeti ayrıca üzerinde tartışılmaya değer bir olgudur) Şahin Alpay’dan, şöyle diyor Alpay: “Türkiye'nin karşı karşıya olduğu sorunların temelinde, hayli heterojen (dinsel-etnik farklılıklar içeren) bir topluma, Cumhuriyet'in "kurucu felsefesi" (Kemalizm) uyarınca, rızası hilafına (baskı ve zorla) homojen (tektip) bir gömlek (kimlik) giydirme dayatmasından kaynaklanmakta…"Tevhid-i tedrisat" kanunuyla öğretim bunun için devlet tekeli altına alındı. Şurası muhakkak: Kemalist gömleği topluma baskı ve zorla giydirme uğraşı, ne giderek haklarının bilincine varan toplumun talepleriyle, ne (toplumun birliğini ve dirliğini güven altına alabilecek yegane gömlekle, yani) özgürlükçü ve çoğulcu demokratik rejimin gerekleriyle, ne de çağdaş uygarlıkla bağdaşıyor.”

İkinci alıntı ise ÖNDER Başkanı Hüseyin Korkut’tan, şöyle buyuruyor Korkut: “Zorunlu eğitim ne kadar az olursa o kadar iyi. Devlet niye vatandaşın çocuğunu zorla evinden alsın? Okul öncesinden çocuğu alıp ‘İllâ şu fikri giydireceğim’ demek kabul edilir değil. Ancak devlet belli konular için sertifika zorunluluğu getirebilir. Bir iş için müracaat ettiğinizde bu sertifikayı isteyebilir, sınav düzenleyebilir.”

Bu iki alıntı da işaret etmektedir ki; eğitim bir yönüyle yaygın, mecburi, toplumun tüm kesimlerini “kamusal bir anlayış” doğrultusunda kapsayan bir alan olmaktan çıkarılıp, liberal tercih keyfiyetine, sermayenin yeni karlılık hesaplarına, post modern çağın icaplarına havale edilecektir. Yukarıda bahsettiğim suç ortağı aktörlerin hepsi bu dönüşümden kendi meşreplerince istifade ediyor. Bu aktörlerin hepsi, eğitimi çağın gereklerine uygun bir biçimde düzenlemek gibi ulvi bir gerekçeyle esasında kendi somut çıkarlarını perdeliyor. AKP ve cemaat dindar nesiller yetiştirecek, TÜSİAD yeni karlılık alanlarına, emperyalizm de tüm “Ortadoğu"ya model teşkil edecek ılımlı İslam devletine kavuşacaktır. Mesele Kılıçdaroğlu'nun alakasız biçimde ifade ettiği üzere teknokratlara, uzmanlara bırakılabilecek kadar teknik bir mesele değildir. Sapına kadar, sonuna kadar siyasi bir meseledir. Modern ulus devletin sermayenin yeni ihtiyaçları doğrultusunda postmodern dönüşümüdür yaşanan. Modernite ile post modernite ise aslında birbirine zıt iki düşünsel kutup da değildir. Her iki paradigma da burjuva düşüncesinin değişik veçhelerine tekabül etmektedir. Lyotard boşuna söylemedi post modern modernitenin doğuşundadır diye.

KEMALİZMİN TRAJİK YAZGISI YA DA EFENDİNİN YALNIZLIĞI
Eğitimdeki bu postmodern dönüşüm toplumdaki dinsel eğitim talebi ve Kemalizmin jakoben, monolitik zihniyetinin sözde başarısızlığı dolayımıyla meşrulaştırılıyor. Buna göre; toplumdaki dinsel eğitim talebi Kemalizmin tepeden inmeci yönteminin iflas ettiğinin göstergesidir. Bu görüşün külliyen yanlış olduğunu ifade edebilirim. Kanaatimce, Kemalizm modern yurttaş yaratma idealini büyük ölçüde hayata geçirmeye muvaffak oldu. Kemalizm belki gönülleri feth edemedi ama zihinleri önemli nispette feth ettiği aşikar. En basitinden bugün postmodern çoğulcu dinsel eğitim taraftarları bile, fıkıh, kelam, tefsir gibi bütünüyle nakli ilimler temelinde bir medrese eğitimini talep etmiyorlar. İstedikleri en fazla, ılımlı İslam paradigmasına uygun akli ve nakli ilimleri sentezleyen bir eğitim modeli. Yoksa Tayyip’in çocukları emperyalizmin kucağından değil, El Ezher’in rahle-i tedrisatından geçerdi değil mi? Peki bütün bunlara rağmen Kemalizmin başarısızlığı kanaati nereden temelleniyor?

Kemalist ulus devlet de tıpkı diğer modern kapitalist ulus devletler gibi, kendi ideolojisini toplum katında yaygınlaştırmak için eğitimden istifade etti, dahası eğitimi Kemalist elit bir ümit olarak gördü. Eğitim yoluyla, fikri hür, vicdanı hür nesiller yetişecek ve Mustafa Kemal’in işaret ettiği muasır medeniyet seviyesine ulaşılacaktı. Erken dönem cumhuriyet romanlarında, metinlerinde, Anadolunun ücra köşelerine Kemalizmin ilkelerini taşımayı hedefleyen öğretmen, aydın imgesinde bu olgu müşahade edilebilir.

Ama Hegel’in efendisinin yazgısı gibi Kemalist rejimin yazgısı da trajiktir. Şöyle ki; Kemalist rejim eğitim olanaklarını toplumun geniş kesimlerine eriştirebilecek araçlardan, donanımlardan maalesef mahrumdu. Bir başka deyişle Kemalizm modern ulus devleti inşa etme niyetine, programına sahipti ama bu niyetini, programını tümüyle hayata geçirebilecek araçlardan da yoksundu, daha doğrusu klasik araçlardan yoksundu diyelim. İşte Kemalizmin trajik yazgısı buradan kaynaklanıyor. Kemalistlerin ideali, programı modern bir millet yaratmaktı. Ama ne yazık ki, ajandalarını hayata geçirecek maddi altyapıya sahip değillerdi. Ah, ideoloji ile maddi üretim ilişkileri arasındaki o kaçınılmaz bağ.İşte bu bağdır, Kemalizmin elini kolunu bağlayan, bugün hacı hoca takımı, liberal zevat tarafından saldırılara maruz kalmasının nedeni. Kemalist rejim programını tümüyle gerçekleştirmek bakımından kaçınılmaz olarak başarısızlığa mahkumdu. Zira hayaletlerin maddi hayatta karşılığı yoktu.

Ama Kemalistler pes etmek niyetinde de değildi. Tıpkı Türk sineması gibi koşullara müthiş bir adaptasyon kapasitesine sahip pragmatist Kemalist ideoloji başka bir aracı hemen devreye soktu. Kemalizm okul yerine orduyu ikame etti. Eğitim şayet halkın ayağına gidemiyorsa, halk eğitime getirililirdi. Okul yoksa, bir okul olarak ordu vardı (bu konuda Serdar Şen’in kitabına bakılabilir). İşte eğitim ordusu gibi dilimize pelesenk olan bir kavram da, asker-öğretmen özdeşliği de muhtemelen buradan doğdu. Eğitim ordusu kavramı hem Kemalist ideolojinin militer yanına hem de ordunun hasta bir imparatorluğun bakiyesi genç bir cumhuriyette nasıl bir işlev gördüğüne işaret ediyor. Bu öğretmen-asker (Ayşegül Altınay) özdeşliğini hem metinlerde hem de göstergelerde müşahade etmek mümkün. Ordu yoluyla okuldan mahrumiyet koşullarında Kemalizm modern idealleri topluma yaygınlaştırmayı becerdi. Bu noktada Kemalizmin modern bir millet yaratma konusunda tümüyle başarısız olduğunu iddia etmek güç. Her ne kadar Kemalizm kendi merkezkaç kuvvetlerini yaratsa da, bu merkezkaç kuvvetlerini dahi, sınırlarını kendi tayin ettiği modern alanın içine çekebilmiştir.

Demem o ki; cemaat ve AKP hatta AKP’nin selefi Milli Görüş hareketi bile, her ne kadar Kemalizme muhalefet etseler de, esasında Kemalist rejimin sınırlarını çizdiği modern alana dahil aktörlerdir. Ama bir farkla ki, Althusseryen manada söyleyecek olursak gayri meşru modern aktörlerdir. Ama yine de aynı babanın evlatlarıdır. Meşru çocuğun kimler olduğu ise herkesin malumu zaten. Sadece Milli Görüş hareketine bakmak bile bu iddiamı desteklemeye kafi. Milli Görüşçüler Batı modernliğinin kurumlarına, kültürüne karşı çıksalar bile modern dönemin kurumlarından biri olan parti yoluyla “Allahın kelamını” hakim kılmaya çalıştılar. Ayrıca sadece Erbakan'ın seceresini dökmek bile Milli Görüş'ün ne kadar “modern içi” bir akım olduğunu göstermeye yeter de artar bile. İslamcı kadın figürünü ayrıca anlatmaya sanırım lüzum bile yok.

SONUÇ YERİNE
Bugün eğitim temelinde yaşanan çatışma, modernin bütünüyle ortadan kaldırılmasına yönelik değildir. Modernin zaten onun doğuşunda var olan postmodernin ihtiyaçları doğrultusunda dönüştürülmesidir esas olan. Bu dönüşümü modernin gayrimeşru çocukları yerine belki bir fail olarak modernin meşru çocukları bile hayata geçirebilirdi. Ama modernin gayrimeşru çocuklarına kısmetmiş bu dönüşümü hayata geçirmek. Peki sol bu çatışmada pozisyonunu nasıl tayin edecek? Sol burjuva düşüncesinin herhangi bir kampına, modern ya da post modern, burjuva düşüncesinin bu iki veçhesine entegre olmak yerine, kendi bağımsız hattını, Levinascı kavramlarla söyleyecek olursak 3. alanı inşa etmelidir.birgun.net/ERTUĞRUL AKGÜN