13 Şubat 2012 Pazartesi

Mit Soruşturmasında Hedef Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'dır

Kampanyanın hedefi Erdoğan'dır!
Başbakan Erdoğan'ın "özel temsilcisi" sıfatıyla masaya oturan Hakan Fidan'ın "aranan" PKK'lılarla yaptığı görüşmenin ses kayıtları internete düştüğünde herkes ''Bunu kim yaptı?" diye sormuştu.

O dönem katıldığım televizyon programlarında ve Gerçek Gündem'deki köşemde, "Bu görüşmenin yapılması yanlıştır. Devlet bu tür görüşmeler yapamaz" demiştim. Ardından da eklemiştim: "Bu tür görüşmeler, dünyanın her yerinde sivil toplum örgütleri ya da Akil Adamlar aracılığıyla yapılır. Terör örgütü önce silah bırakır, ardından müzakere başlar. Devlet, örgütü muhatap alıp masaya oturmaz, aracılar vasıtasıyla sorunu çözer."

Biz bunları TV'lerde söylediğimizde, içinde CHP kurmaylarının da olduğu önemli bir kesim, AKP'nin dümen suyuna girdiğinin farkında dahi olmadan konuşuyor ve yanlışta ısrar ediyordu. AKP'ciler, "Bu görüşmeler normal" derken, CHP ise, meselenin özünü kavramaktan uzak bir yaklaşım sergiliyordu. CHP'nin itirazı, görüşmenin "halktan saklanması"naydı. Oysa ki; itiraz edilmesi gereken, görüşmenin devlet yetkilileri tarafından yapılması olmalıydı. CHP, birkaç kez uyarmamıza rağmen yanlışta ısrar etti. Onlara bu konuda Emin Gürses'in IRA ile ile yapılan görüşmeleri anlatan kitabını önermemin de faydası olmadı. Bildiklerini okudular ve AKP'nin yanlışlarının aklayıcısı oldular.

CHP eğer o gün bizim söylediklerimize kulak verse, bugün "politikasız" kalmazdı. Ortalık yangın yerine dönmüşken, CHP'nin konuya ilişkin tek bir söz bile edememesi ve topluma bir perspektif sunamaması bu yüzdendir. CHP meseleyi daha baştan itibaren yanlış kavradığı için, bugün söyleyecek bir söz bulamıyor. Yaşananlar karşısında açımlayıcı bir perspektif koyamıyor. CHP lideri, "Başbakan çıksın açıklama yapsın" gibi hiçbir anlam ifade etmeyen sözler söylüyor. Dün görüşmeleri meşru gören CHP, bugün ise MİT'çileri kurtarmaya yönelik yasa çıkarma faaliyetine itiraz ediyor. "Kişiye özel yasa olmaz" diyen CHP, yine çelişki içine düşüyor. O halde sormazlar mı: Siz daha dün bu görüşmelere itiraz etmiyorken, bugün MİT'çilerin yargılanmasını hangi mantıkla istiyorsunuz?

CHP'yi geçelim...
Politikasızlık, çelişki ve dün dediğini bugün unutma, CHP'nin artık "milli spor"u haline geldi... CHP kurmaylığı tel tel dökülüyor... Kılıçdaroğlu, ekseni olmadığı için, liberaller yazarlar gibi bir o yana bir bu yana savruluyor...

Liberal yazarlar demişken; onları da es geçmeyelim... Birkaç gündür yakından izlediğim sözde liberal yazarların hali de perişan... ''Ne şiş yansın, ne kebap" anlayışıyla hareket eden yazarlar, Hakan Fidan'ın gözaltına alınmasına dek uzayabilecek olan süreci anlatıyor gibi yapıyor ama aslında hiçbir şey söylemiyorlar.

Oysa; ''çocuğun adını koymak" gerek... Yazarlık, gazetecilik, yorumculuk bunu gerektirir. Liberal tosuncuklar, bugüne dek meselenin gerçek yanını anlatmaktan çok, işin içinde yine "Ergenekon" parmağı arıyor, halkı kandırmaya çalışıyor... Halbuki; Aralık ayının başından beri söylüyoruz. Olan biten, AKP ile Cemaat'in kapışmasıdır. Liberal yazarlar, her iki taraftan da nemalandığı için gerçeği halka anlatamıyor. Bol sıfırlı maaşları kaybetmemek için herkesi idare etmeye çalışıyor ve gerçeğe ihanet ediyorlar...

O halde iş yine başa düşüyor....

Hakan Fidan'ın ifadeye çağrılma süreci, AKP ile Fethullah Gülen Cemaati'nin arasında uzun zamandır esen soğuk rüzgarların sertleşmesinin sonucudur.

Bu köşeyi okuyanlar hatırlayacaklardır; Aralık ayının ilk günlerinde, henüz ortada buna ilişkin bir gündem dahi yokken, Tayyip Erdoğan'ın, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Çankaya'ya ikinci kez çıkmasına müsaade etmeyeceğini yazmıştık. Erdoğan'ın Çankaya'ya kendisinin çıkmak istediğini, Köşk'e çıkarken yerine ise Ömer Dinçer'i getireceğini iddia etmiştik. Yine o yazılarda, Erdoğan'ın kafasında Abdullah Gül ve Bülent Arınç'a ilişkin bir gelecek tasavvuru olmadığını kayıt altına almıştık. Gülen Cemaati'nin sınırsız desteğini alan Gül'ün siyaseten tasfiye edilmek istendiğini, bunun ise Gülencileri kızdırdığını yazmıştık.

Erdoğan'ın aynı operasyon çerçevesinde, hükümet ve devlet içindeki bürokratları tasfiye etmeye başladığını da gündeme getirmiştik.

Hatrlarsanız, o günlerde ''Şike'' tartışmaları da yoğun bir şekilde gündeme geldi. Gülenciler, AKP içindeki mensuplarını harekete geçirdi ve "Şike Yasası'na Direniş"i örgütledi. Erdoğan hasta yatağındayken ortaya çıkan bu gelişmeyi püskürtmeyi başardı.

Gülenciler, bu hamleye Uludere Katliamı sonrası karşılık verdi. Cemaate yakın isimler, Uludere Katliamı'nda MİT'i hedef gösterdi. MİT, tarihinde belki de ilk kez bu denli eleştiri bombardımanına tutuldu. Erdoğan, bu eleştirelerin kendisine yönelik yapıldığını bildiği için sahneye bir kez daha çıktı ve MİT'i hedef alanlara ağır sözler etti. Erdoğan, Fidan'ın ses kayıtları çıktığında da "Fidan'ı harcamam" diyerek, kampanya yürütenlere karşı mesaj vermişti. O ses kayıtlarının, MOSSAD'ın da içinde olduğu bir organizasyon tarafından sızdırıldığı bugün neredeyse kesinlik kazandı.

Bir önceki yazımızda "Devlet Krizi" olarak tanımladığımız tablo giderek netleşiyor. Gülen Hareketi'nin tam desteğini alan Abdullah Gül'ün bir daha Çankaya'ya çıkamayacak olmasını hazmedemeyen çevreler, Erdoğan'ı hedef tahtasına oturtuyor. Bu bağlamda, son günlerde hedef olan kişi, Fidan değil, Recep Tayyip Erdoğan'dır. Fethullah Gülen, Erdoğan'ı defterden sildiğini, "Yeni bir gömlek giyeceğiz ve yeniden yola çıkacağız" diyerek ortaya koymuştu.

Gülen Cemaati/Hareketi, Erdoğan'la yollarını ayırmıştır. Erdoğan'ın "İsrail ile göstermelik kavgası" dahi cemaati rahatsız etmektedir. Gülen, İran yanlılarının organizasyonu Mavi Marmara Gemisi'nde İsrail'in yaptığı katliam sonrası, "Otoriteye karşı çıkmamak gerekir" demişti. Bu söz, Zaman Gazetesi tarafından "Yanlış anlaşıldı" diyerek ört bas edilmeye çalışılsa da Gülen'in yorumu gayet nettir. Gülen, bölgede İsrail ile çatışmaya girenleri eleştirmiştir.

Keza, Gülen Cemaati'ne yakın yayın organlarında son dönemlerde İran'ı hedef gösteren haberlerin artması da ilginçtir. "İran'dan casus hemşireler geliyor" haberleri cemaatin yayınlarında sık sık yer alıyor. Cemaat, İran - Suriye arasındaki Şii dayanışmasından da rahatsızdır. Bilindiği üzere, ABD - İsrail de Suriye ile İran arasındaki bağı koparıp o koridoru boşaltmak istemektedir. Böylece, Ilımlı ve Uyumlu İslam projesi rahatlıkla hayata geçirilebilecektir.

Erdoğan'ın, İran'a yönelik bir operasyona sıcak bakmadığı biliniyor. MİT ve TSK'nın hem İran, hem de Suriye'ye yönelik bir operasyonda yer almama yönünde raporlar hazırladığı da kamuoyuna yansımıştı. MOSSAD'ın daha ilk günden itibaren, MİT'çi Fidan'ın ''İran yanlısı'' olduğuna yönelik haberleri basına sızdırması, bugünlerde yaşanması muhtemel operasyonların işaretiydi.

Cemaat ile AKP arasındaki bir diğer anlaşmazlık da; kuşkusuz Kürt sorununa yönelik çözüm girişimleri... Cemaat, KCK'nın operasyonlarla yokedilmesini istiyor ve ortaya çıkacak siyasi boşluğu kendisinin doldurmasını hesaplıyor. AKP ise, ''açılım'' adı altında ''PKK'yı ehlileştirmeyi'' savunuyor. İki grup bu konuda da ters düşüyor. KCK operasyonları EMNİYET eliyle hızlandıkça, PKK'nın yayın organları Gülen Cemaati'ni suçluyor.

AKP ile Cemaat arasındaki gerilimin sebeplerinden biri de kuşkusuz Erdoğan'ın Ortadoğu'daki popülaritesi... Gülen Cemaati, Erdoğan'ın Ortadoğu'da öne çıkması ve kendilerini gölgelemesinden rahatsız... Cemaat, hem iç hem dış siyasette daha görünür ve etkin olmak istiyor. Erdoğan'ın karizması ve popülaritesi buna izin vermiyor. Cemaat geri plana düşüyor.

Cemaatin MİT içindeki etkinliğini artırmak istediği de bir sır değil... Cemaate yakın isimler, son dönemlerde "MİT'te de bir dönüşüm olmalı" diyor ve MİT'i "derin yapı" olarak tanımlıyor. "Dinleme yetkileri"nin Emniyet'ten alınıp sessiz sedasız bir şekilde MİT'e devredilmesi de cemaati rahatsız ediyor. Başbakanlık'a bağlı olan MİT, bu yüzden de hedef oluyor.

Kısacası, Başbakan Erdoğan, bir dönem koalisyon yaptığı ve ittifak kurduğu Gülen Cemaati'yle şimdi karşı karşıya... "Ergenekon''a karşı kurdurulan Özel Yetkili Mahkemeler, neredeyse Başbakan'ı bile sorguya çağıracak hale geldi. Erdoğan, düne kadar iktidarını paylaşmakta sakınca görmediği cemaatin, şimdi etkisini artırması ve siyasetin dominant gücü olmasından rahatsız... Ergenekoncu olarak adlandırılan kişi ve kurumların tasfiye edilmesinden memnun olan Erdoğan, şimdi ise, kendi eliyle yarattığı canavarı yok etmeye çalışıyor.

Adına liberal denilen zavallılar, olan biteni anlatmak yerine "Ben tarafsızım" demeyi tercih ediyor. Bir kısmı ise, Cemaat ile AKP'yi barıştırmak için bin dereden su getiriyor, komik duruma düşüyor.

Yaşananın adı iktidar kavgasıdır. Cemaat iktidarın hepsini istiyor. "Seni darbelerden biz kurtardık, bizi yok sayamazsın" diyor. Aynı cemaat, "Bir an önce yeni bir anayasa yap ve bizi de güvence altına al" talebini yüksek sesle dillendiriyor. AKP ise "iktidarı vermemek''te ve "yeni anayasa yapmamak"ta direniyor. Erdoğan, yaşananların kendisini tasfiye etmeye yönelik olduğunu gördüğü için elindeki tüm gücü kullanmayı düşünüyor. "Devlet"i elinde tutan Erdoğan, bu süreçten güçlenerek çıkar, ancak uzun vadede yine sıkıntıya girer. Çünkü; Erdoğan'ın kayıtsız - şartsız bir şekilde kendisine biat etmiş bir tabanı yok. Cemaat ise yaygın ilişki ağı ve ekonomik gücüyle kendisini var ediyor. Tabii burada en önemli yan, ABD ve İsrail'in "son tahlilde" kimden yana tavır koyacağı.

Abdullah Gül'ün yeni bir parti kurma çalışması içine girmesi, buna ilişkin görüşmeler yapmaya başlaması, siyasetteki kartların yeniden dağıtılacağını gösteriyor. İngilizlere yakınlığıyla bilinen Gül'ün aktif siyasete girecek olması, cemaatin elini güçlendiriyor. Erdoğan'ın alternatifini yaratma süreci hızlanırken, PKK ve Kürt Sorunu'nun diğer tüm partiler gibi AKP'yi çürüttüğü de görülüyor.

PKK, dokunanı yakan bir örgüt olma özelliğini koruyor... .Kaynak: gercekgundem.com/ Barış Yarkadaş