22 Eylül 2011 Perşembe

Recep Tayyip Erdoğan İsrail'le Gerekirse Savaşırız

Recep Tayyip Erdoğan İsrail'le Gerekirse Savaşırız
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Amerikan PBS televizyonunda ünlü sunucu Charlie Rose'un konuğu oldu. Charlie Rose'un, "İsrail'in saldırısını bir savaş sebebi olarak görüyorsunuz değil mi" sorusuna  Erdoğan, “Gereğinde bu da yapılır" dedi.

Erdoğan'ın Charlie Rose röportajının tam metni
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “İsrail belli bir ekonomik güce, belli bir silah gücüne sahip. Söylediği ne? 'Filistin'in elinde silahı olmayacak'. Senin elinde atom bombasına kadar her şey var, Filistinlilerin elinde bir tane silah dahi olmayacak. Bu bir akıl tutulmasıdır. Bunun akılla mantıkla izahı olmaz” dedi.

Erdoğan, PBS televizyonunda ünlü sunucu Charlie Rose'un sorularını yanıtladı. Erdoğan, Rose'un “İsrail karşıtlığına” ilişkin sorusu üzerine “Bizim Türkiye olarak İsrail halkına karşı herhangi bir olumsuzluğumuz yok. Burada bizim yaklaşımımız İsrail yönetimine karşıdır” diye konuştu.

Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:

 “İsrail yönetimi biliyorsunuz uluslararası sularda üç gemi ki bunların bir tanesi 33 ülkeden insanın içinde olduğu, 400'ü aşkın insanın olduğu bir gemi, bu gemiye denizden ve havadan saldırıda bulundular. Ve bunun neticesinde 9 kişi şehit oldu. Ayrıca yaralı var. Tabii uluslararası sularda böyle bir saldırının yapılması uluslararası hukuka aykırıdır. İnsani değildir, vicdani değildir ve Cenevre’deki İnsan Hakları Komisyonunun da açıklamasına göre 'alçaklıktır'  ifadesi kullanılmıştır.

Şimdi biz buradan hareketle diyoruz ki bu konuda -bunların bir tanesi de Türk asıllı Amerikan vatandaşıdır ölenlerden bir tanesi- ve bundan dolayı İsrail özür dilemek zorundadır, tazminat ödemek durumundadır, üçüncüsü de Gazze'ye olan ambargoyu kaldırmak durumundadır. İsrail zaman zaman, oldu olacak yaklaşımlarda bulundu. Daha sonra vazgeçtiğini ifade etti. Vazgeçer veya geçmez, ama bu Türkiye gibi bir dostunu kaybetmesine neden olmuştur. Çünkü bu anlayışla, bu yaklaşımla Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin normalleşmesi mümkün değildir. Çünkü bütün bu gerilimlerin tek sebebi vardır, o da İsrail'in şu andaki yönetimidir.  İsrail halkı değil. Çünkü İsrail halkının da ben bu yönetimden memnun olduğunu zannetmiyorum.”
        
 “ÜÇ MADDE YERİNE GETİRİLMEDEN İLİŞKİLER NORMALLEŞMEZ”
Başbakan Erdoğan, “İsrail ile normal ilişki kurmak kesinlikle mümkün değil mi” sorusunu, “Bu şekilde giderse, özür dilemezse, tazminat ödemezse, Gazze'ye ambargoyu kaldırmazsa bu normalleşme mümkün değil. Üç maddenin olması lazım” diye yanıtladı.

Rose'un, “İsrail'e şımarık çocuk dediniz, saldırgan dediniz, bu tür bir dil kullanmanın bir faydası var mı” sorusuna da “Evet” yanıtını veren Erdoğan, bunun nedeninin sorulması üzerine şunları söyledi:

 “Şu anda ben tabii, olan gerçekler üzerinden gidiyorum. Yani İsrail Batı’nın şımarık çocuğudur. Hala aynı şeyi söylüyorum. Örneğin İsrail ile ilgili BM Güvenlik Konseyinin, BM Genel Kurulu’nun vermiş olduğu bunca kararlar vardır.  Bunca kararlara rağmen Batı hiçbir zaman -buna Amerika da dahil- yaptırım uygulamamıştır. Ama bu yaptırım başka yerlere uygulanmıştır. Örneğin bir Sudan’ın Güney-Kuzey ayrılmasında Kuzey Sudan'a bu yaptırım uygulanmıştır, baskı uygulanmıştır. Bu aynı durum, İsrail için söz konusu değildir. İsrail Filistin münasebetlerinde böyle bir şey maalesef olmamıştır. Halbuki biliyorsunuz İsrail’in, Filistin'in devlet olarak tanınması ta 1947'ye dayanıyor. 181 No’lu kararla daha o zaman bu adım atıldı. Ama o günden bugüne hala Filistin'in devlet olarak tanınması sürecine yardımcı olunmuyor. O adımı artık atmak lazım. Ve her zaman söylenen nedir? Filistin'de Ortadoğu'da iki devlet, İsrail, Filistin devleti. Böyle tanındığına göre niçin bunu uygulamaya koymuyoruz? Bu halka zulmetmek niye?”.

 “POPÜLARİTE DERDİMİZ YOK, DOĞRUYU, HAKKI SÖYLEMEK DURUMUNDAYIZ”
Başbakan Erdoğan, “İsrail karşıtı söylemlerin arkasında, Arap devletleri arasında daha fazla saygınlık ve popülarite kazanma niyeti mi var” şeklindeki soru üzerine, “Şunu açık konuşayım. Bizim bir popülarite derdimiz yok. Biz doğruyu, hakkı söylemek zorundayız. Adaletin gereği bu. Benim partimin adı Adalet ve Kalkınma Partisi. Önce adalet. Adalet olmadan kalkınma olmaz. Eğer bir yerde zulüm varsa biz bu zulme seyirci kalamayız. Burada bir zulüm var. Hele hele benim 9 vatandaşımın öldürülmesi olayı aslında bir savaş sebebidir. Ama biz bunu bir savaş sebebi bile saymadık. Büyük devlet olmanın gereği sabrettik” diye konuştu.

 “Ama bunu, İsrail'in saldırısını bir savaş sebebi olarak görüyorsunuz değil mi?” sorusunu Erdoğan, “Gereğinde bu da yapılır. Ama biz büyük devlet olmanın gereği olarak buna sabırlı davrandık. Acaba Amerika'nın vatandaşlarının böyle 9 tanesi uluslararası sularda herhangi bir devlet tarafından öldürülmüş olsa 'iyi yaptınız' der mi? Hoş karşılar mı? Bizim bakışımız, yaklaşımımız da şu anda budur” diye yanıtladı.

Erdoğan, İsrail'in Mavi Marmara baskınıyla ilgili BM Soruşturma Komisyonu’nun raporuna dair değerlendirmesinin sorulması üzerine, bu raporun hiçbir haklılığının söz konusu olmadığını vurguladı.
        
 “MAZLUMUN YANINDAYIZ, TAA Kİ HAKKI VERİLENE KADAR”
 “Şu anda bırakın sadece Gazze'yi, Filistin bir açık hava hapishanesidir” ifadesini kullanan Erdoğan, sözlerine şöyle devam etti:

 “Filistin'e bir sandık domates onların izni olmadan sokamazsınız. Böyle bir kuşatma altındalar. Şimdi böyle bir kuşatma altında olan bu insanlar İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin neresine sıkıştırılıyor? Nerede insanlık? Nerede dünya? Niçin bu insanlara gereken ilgi ve destek gösterilmiyor? Bizim yaptığımız bu. İsrail belli bir ekonomik güce, belli bir silah gücüne sahip. Söylediği ne?  Filistin'in elinde silahı olmayacak. Senin elinde atom bombasına kadar her şey var. Filistinlilerin elinde bir tane silah dahi olmayacak. Bu bir akıl tutulmasıdır. Bunun akılla mantıkla izahı olmaz. Nasıl buna evet denilebilir?  Bizim yaklaşım tarzımız bu. Ve biz burada mazlumun yanındayız. Olmaya da devam edeceğiz. Taa ki hakkı verilene kadar.”

Erdoğan, “İsraillilerin meşru olarak güvenlik endişelerinin olduğuna,  var olma hakkına ve roket saldırılarına maruz kalmama hakkı olduklarına inanıyor musunuz” sorusunu da şöyle yanıtladı:

 “Şu anda İsrail işgalcidir. (İsrail'in eski Başbakanı Ehud) Olmert döneminde, Olmert 1967 sınırlarına dönmeyi bile kabul etti. Şu anda İsrail burada bir işgalci durumunda. İşgalci durumunda olduğu halde hala daha fazlasını almanın gayreti içinde. Bu insanlar şu anda aslında topraklarını kurtarmanın gayreti içindeler. Ve dünyadan da adaletin tecellisini bekliyorlar. Yapılan budur. Bunun için biz kalkıp da burada bizde bir söz var 'Yavuz hırsız ev sahibini bastırırmış'. Şimdi bunlar ev sahibini bastırıyorlar. Ve bunun BM Güvenlik Konseyi, BM Genel Kurulu tarafından düzeltilmesi en büyük beklentimizdir. Aslında Sayın Obama'nın da geçen yıl Genel Kurul'da yaptığı konuşma böyle bir müjdeyi içeriyordu. Maalesef bu müjde gecikmiş oldu. Şu anda da öyle gözüküyor. Temenni ederiz ki bu tekrar değerlendirilir.”

Türk-Amerikan ilişkileriyle ilgili bir soru üzerine Erdoğan, şu anda Amerikan yönetimiyle bir model ortaklık anlayışı içerisinde devam eden bir birlikteliklerinin olduğunu, böyle bir süreci yaşadıklarını kaydetti.


 “İLİŞKİLERİMİZ HER ALANDA ARTARAK DEVAM EDİYOR”
Erdoğan, "ABD Başkanı Barack Obama ile aranızda özel bir ilişki var mı?"  sorusunu şöyle yanıtladı:

"Şu anda tabii bu Sayın Başkan'ın takdirleridir. Türkiye-Amerika olarak stratejik ortaklıkla başlayan ve çok eskilere dayanan bir süreç söz konusu. Fakat Sayın Obama ile model ortaklık süreci içerisinde devam eden ilişkilerimiz her alanda, siyasi, askeri, ekonomik, ticari artarak devam ediyor. Bu tabii bizler için de bir mutluluk vesilesi. Ve model ortaklığı sürdürdüğümüz Amerika ile bu sürecin her geçen gün daha iyiye gitmesi, bizim de arzumuz ve gördüğüm kadarıyla,  tabii Sayın Başkan'ın böyle bir değerlendirme içerisinde olması da bizler için ayrı bir memnuniyet vesilesi. Birbirimizin gönlünü yaptığımıza göre, birbirimizi kırmadan bu uluslararası camialar içerisinde bir arada oluşumuz da zannediyorum buna zemin hazırlıyor.”
        
TERÖR ÖRGÜTÜ PKK İLE MÜCADELE
Erdoğan, “ABD'nin, Türkiye'nin terör örgütü PKK'yı Irak'ın kuzeyinde izlemesine izin verip vermediğinin" sorulması üzerine, 2007 yılında terör örgütü PKK'yı, Amerika, Türkiye ve Irak olarak ortak düşman ilan ettiklerini hatırlattı.

Bunun ABD'nin bir önceki başkanı George W.Bush döneminde olduğunu, aynı yaklaşım tarzının Obama'yla da devam ettiğini belirten Erdoğan, sözlerine şöyle devam etti:

 “Ve bu dönemde de yine terör örgütüne karşı veya teröre karşı bir ortak mücadele platformunun olması ve bölgede özellikle anlık istihbarat paylaşımındaki dayanışmamız devam ettiği gibi, bu noktada bizim insansız hava aracı noktasında da bu istihbarat paylaşımından hareketle bu destekleri aldık ve alıyoruz”.

Burada Rose'un araya girerek, "Predator’ları mı kastediyorsunuz?"  şeklindeki soru yöneltmesi üzerine Erdoğan, "Evet, Predator’lar konusu" dedi.
        
TÜRKİYE'DE RADAR ÜSSÜNÜN KURULMASI KARARI
Erdoğan, "Radar kalkanı gelişmesine gelirsek, o nasıl gidiyor?" şeklindeki bir soru üzerine de şunları kaydetti:

“Radar kalkanı dersek yanlış bir yaklaşım içerisine girmiş oluruz. Bu radarın kurulmasıdır. Füze kalkanı farklı bir olaydır, radar farklı bir olaydır. Radarın kurulmasına yönelik yani füze savunma sistemi olarak radarın kurulmasına yönelik bu, NATO konsepti içerisinde atılmış bir adımdır. NATO konsepti içerisinde Amerika ve Türkiye NATO'nun birer üyesi olarak bölgede böyle bir radar üssünün kurulması kararı NATO tarafından da verildiği için bu adım atılmıştır. Ve bu konuda çalışmaları taraflar yapmıştır. Ve bu çalışmalar neticesinde en uygun yer Malatya Kürecik olarak belirlenmiş ki daha önce orada yine radar üssü vardı. Orada radar üssünün kurulmasına karar verilmiştir. Ve bu mutabakat çerçevesinde de bu iş yürütülmüştür. Bunun dışında füze kalkanı, radar kalkanı gibi yaklaşımların hepsi yanlıştır, bir. İki, 'Şu şu ülkeye karşı, şu şu ülkeleri korumak için bu yapılmıştır' bu çok çok yanlıştır.  Zira mutabakat metni içerisinde zaten böyle bir ifade asla söz konusu değildir.  Bu NATO'nun kendi konsepti içerisindeki bir yatırımıdır.”

ERDOĞAN'IN KUZEY AFRİKA ÜLKELERİ TURU
Erdoğan, Mısır, Tunus ve Libya'yı son ziyaretinde kendisine gösterilen aşırı ilgiyi nasıl değerlendirdiğine ilişkin bir soru üzerine, ziyareti sırasında halkın çok büyük bir ilgi ve teveccühünü gördüklerini ifade ederek, “Gerek havaalanındaki karşılama olsun, gerek ondan sonraki yaptığımız salon toplantıları olsun, bunlardaki ilgi alaka, gerçekten memnuniyet vericiydi” diye konuştu.

Arap Birliği'nde yaptığı konuşmanın da aynı şekilde ilgi gördüğünü ifade eden Erdoğan, şöyle devam etti:

 “Ve buralarda tabi bizim verdiğimiz mesaj daha çok otokratik sistemler karşısında demokrasinin konumunu işledik. Sorular geldi. Laiklikle ilgili.  Laikliğin tanımı üzerinde duruşumuz oldu. Ve özgürlükler noktasında halkın iradesinin karşısında hiçbir gücün dayanamayacağı konusunu işledik. Ve birlik beraberlik noktasında tavsiyelerimiz oldu. Tabii halk artık kendi iradesinin iktidar olmasını istiyor. Diktatörler tarafından idare edilmeyi asla kabul etmiyor. Otokratik sistemlerden kurtulmak istiyor. Ve bu konuda da dünyada uygulamalarının yapılmış olduğu ülkelerden tecrübe transferi istiyor. Ve oradaki bütün aday partilerden bizden talepleri olanlar oldu. Onlarla görüşmelerimiz oldu. Cumhurbaşkanlığına aday olan, aday adayı konumunda olanlar var, adaylar var. Bunlarla görüşmelerimiz oldu. Ve bu görüşmeler neticesinde de salon toplantıları ve 'Tahrir gençleri' ile görüşmelerim oldu. Mutlu bir şekilde Mısır’dan ayrıldım”.
        
 “LAİKLİĞİN DİN KARŞITLIĞI OLMADIĞINI ANLATTIM”
Erdoğan, Rose'un, “Kahire'den gelen manşetlerde sizin laik bir yönetimi (devleti) tavsiye ettiğiniz, bu yönetimin de belli bir dini olmayan, ama tüm dinlere saygılı olan bir yönetim olduğuydu, bu doğru mu? Laiklik tanımınız bu mu?” şeklindeki sorusunu ise şöyle yanıtladı:

 “Şimdi tercümede yanlışlıklar olmuş olabilir. Ama ben burada temenni ederim ki bu tercüme doğru yapılmıştır. Şimdi benim partimin tüzüğünde ve programında olan şudur: Türkiye'nin 1982 Anayasası'nın gerekçesinde olan bir laiklik tanımı vardır. Bu tanıma göre bir defa bireyler laik değildir. Devlet laiktir. Ve devlet tüm inanç gruplarına eşit mesafededir ve her inanç grubunun inancını yaşamasının da teminatıdır. Benim anlattığım budur. Tabi Amerika’daki laiklik yaklaşımı bir Anglosakson laikliktir. Batıda Batılı anlamda bir laiklik anlayışı vardır. Bunlar nasıl yaklaşıyorlar, nasıl bu işi tanımlıyorlar kısmen biliyorum bunu. Bunu tabi buralarda yaşayanlar çok daha iyi bilir. Ama hiçbir zaman bizim partimizin tüzüğündeki ve 1982 Anayasası'nın gerekçesindeki tanımda bir din düşmanlığı veya din karşıtlığı söz konusu değildir. Tabi Ortadoğu'da,  özellikle Mısır gibi yerlerde laikliğin bir din karşıtlığı gibi ladinilik diye ifade edilir şekli söz konusu. Bunun olmadığını anlattım”.

 “Müslüman Kardeşler'in bir üyesinin, bu laiklik görüşüne katılmadığı”  yönündeki sözlerinin hatırlatılması üzerine Erdoğan, “Şimdi tabii o da sonradan yanlış anladığını, düzelteceğini söyledi. Çünkü ben hemen ertesi gün de Müslüman Kardeşler hareketinin başkan, başkan yardımcısı ve diğer üç üyesi ile sabahleyin bir arada olduk. Onlar bana hiç bu konuda bir şey söylemediler. Eğer bu konuda bir yanlış anlaşılma söz konusu olsaydı onlar da bana bunu sorardı. Ama onlar başkanları da dahil olmak üzere bana bir şey söylemediklerine göre demek ki o zaman herhangi bir ciddi sıkıntı söz konusu değil” dedi.

Erdoğan, ABD Başkanı Barack Obama ile yaptığı görüşmede, Filistin'in BM Güvenlik Konseyi'ne devlet olarak başvurması, ABD'nin de bunu veto etmesi durumunda bunun sonuçlarının neler olacağının konuşulup konuşulmadığının sorulması üzerine, Türkiye'nin BM Güvenlik Konseyi'nde şu an olarak bulunmadığını hatırlatarak şöyle dedi:

 “(ABD'nin) BM Güvenlik Konseyi'nde ne gibi bir tavır takınacaklarını şu anda bilemiyoruz. Burada tabii Filistin'in BM Güvenlik Konseyi'nde 9 oya ihtiyacı var. Eğer Filistin BM Güvenlik Konseyi'nden 9 oyu Filistin müracaatı istikametinde alabilirse bu tabii onlar için güzel bir gelişme olacak. Aksi bir durum olursa o zaman tabii Genel Kurula müracaatı söz konusu olacak ki, o da tabii Vatikan gibi bir neticeyi getirebilir.”

Obama'yla görüşmesinde, ABD'nin, Filistin'in devlet olma yönündeki başvurusunu Güvenlik Konseyi'nde veto etmemesini isteyip bunu kendisine söyleyip söylemediğinin sorulması üzerine ise Erdoğan, “Söylemem mi? Zaten kendileri de bizden daha farklı bir şey beklemediklerini ifade ettiler” dedi.

ABD'nin vetosu durumunda bunun sonuçlarının neler olabileceğine ilişkin bir soru üzerine ise Erdoğan, “Tabi şu anda o döneme yönelik herhangi bir şey söylemem yanlış olur. Benim temennim, beklentim daha doğrusu, Amerika Birleşik Devletleri kendi büyüklüğüne yakışır bir şekilde 1947'de BM'nin almış olduğu 181 sayılı karar istikametinde bu süreci yenilemesi, devam ettirmesidir” dedi.

Filistin'in başvuru sürecinin uzun sürüp sürmeyeceğine ilişkin bir soru üzerine ise Erdoğan, sürecin en kısa zamanda bitmesini, Güvenlik Konseyi’nin kararını bir an önce vermesini dilediğini belirtti.

Erdoğan, Filistin'in BM'de tanınma girişimine paralel olarak Filistin ve İsrail arasında direkt görüşmelerin başlamasını bekleyip beklemediğinin sorulması üzerine ise, “Şu anda zor ama şunu biliyorum. Filistin sorunu çözülmeden Ortadoğu’da barış söz konusu değildir. Filistin sorununun çözülmesi lazım. Filistin sorunu adeta bu işin anahtarıdır. Filistin sorununun çözümü bu işin anahtarıdır” dedi.
        
İSRAİL'LE İLİŞKİLER
Başbakan Erdoğan, “son dönemde özellikle Mavi Marmara saldırısının ardından kendisinin İsrail'e karşı bir söylem içinde olduğunu, bunun da Araplar arasındaki popülerliğini artırmaya yönelik” olduğunu iddia edenlerin bulunduğunun hatırlatılması üzerine şunları kaydetti:

 “Şimdi, Türkiye'nin bir defa şu anda bölgede ve dünyada üstlendiği göreve bakarsanız, bu NATO'daki işlevinden tutunuz da gerek OECD, gerek G–20, gerekse bölge barışına yönelik attığı birçok adımlar vardır. Aslında buradan Türkiye’ye yaklaşmak lazımdır. Şimdi İsrail'in Başbakanı Olmert'le bu kadar iyi münasebetler içerisinde olan bir Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan varken, ne oldu da şimdi bu noktaya gelindi, bu soruyu da sormak lazım. Demek ki bu yönetimde bir sıkıntı var. Önce bunu aşmak lazım ve Batı'nın mevcut İsrail yönetimine baskı yapması lazım, böyle şımarmaması lazım ve 'her yaptığım yanıma kar kalıyor'  havasından İsrail'in çıkması lazım.”

 “Türkiye şu anda 9 sene içerisinde bir defa ekonomik noktada çok ciddi sıçramalar yaptı. Ne ile? Demokrasi ile yaptı. Ekonomiyi demokrasi ile at başı sürdüren bir Türkiye var ve ilerici demokrasiye adım atan bir Türkiye var.  Türkiye komşularıyla bir defa düşmanlık denilen olayı kaldırmış bir ülke. Ama son dönemde biz, ne yazık ki İsrail'in bu yanlış adımları sebebiyle böyle bir sıkıntının içerisine girdik. Bu bizden kaynaklanmıyor, onlardan kaynaklanıyor.”

 “Uluslararası sularda kimin haddine bir gemiye saldırmak? Böyle bir şey olabilir mi? İsrail bunu yaptı. Yoksa bizim aramızda herhangi bir şey yoktu.  Ticaret hacmi falan gayet yüksekti. İş bu noktaya onlar sayesinde geldi. Her türlü alanda siyasi, askeri, ticari ilişkilerimiz vardı, ekonomik ilişkilerimiz vardı. Turizm noktasında ciddi ilişkilerimiz vardı.”
        
TÜRKİYE'NİN BÖLGEDEKİ ROLÜ
Bölgede Irak savaşı ve Arap Baharının ardından bir iktidar boşluğunun ortaya çıktığının belirtilip, Türkiye'nin de boşluğu doldurarak bölgenin geleceğine yönelik önemli rol oynamak isteyip istemediğinin sorulması üzerine Erdoğan, şöyle konuştu:

 “Bunlar bize çok şey kazandırmaz. Biz talep olana gideriz. Durumdan vazife çıkarmak gibi bir siyasi ahlakımız yok. Ama biz bu bölgede tarihi bir noktada aynı medeniyeti paylaşan ülkeler olarak, bir sorumluluğu olan ülkeyiz.  Geçmişten bugüne gelen bir sorumluluğumuz var, kültürel bağlarımız var, akrabalık bağlarımız var. Bizim sadece Suriye ile aramızda 910 km sınırımız var, Irak’la 300 km sınırımız var, İran'la çok ciddi bir sınırımız var. Biz bu ülkeleri yok farz edemeyiz ki. Bunlarla bu sınırlar çerçevesinde akrabalıklar oluşmuş,  gidiş-gelişler var. Dolayısıyla bu sıkı ilişkiler bizi birbirimize çok daha yaklaştırmıştır. Lübnan'la, Ürdün'le aynı şekilde ve özellikle de Körfez ülkeleriyle attığımız adımlar aynı şekilde, bölgesel işbirliğine yönelik yaptığımız çalışmalar aynı şekilde. Türkiye buraya kendiliğinden girmiyor.  Türkiye'nin çekim alanı içerisinde, Türkiye'yi de oraya çekmişler. Türkiye orada olmak zorunda zaten. Olmazsa yanlış olur. Olaya buradan bakmak lazım. Hiç ilgisi olmayan ülkeler; başta Amerika olmak üzere, İngiltere, Almanya, Fransa oralara giriyor da Türkiye neden girmesin.”

 “(Bölgede) olmamız gerekir, yani şimdi bizim maharetlerimiz var. Türkiye müteahhitlikte dünyada Çin'den sonra ikinci sıradadır. Benim müteahhit firmalarım bölgede ister istemez altyapıda, üstyapıda hizmet verebilir. Ticari ilişkilerin içerisinde Avrupa'nın değişik ülkeleri orada kendine bir ticari pazar hazırlıyor da Türkiye niçin o ticari pazara girmesin. Yapılan budur. Bir rol çalmak değildir ve bunun yanında da bölge sorunlarını barışçıl yöntemlerle çözme noktasında adım atmaktır.”

TÜRKİYE'NİN KÖPRÜ GÖREVİ
Türkiye'nin Batı ile Müslüman dünya arasında bir köprü olduğunu düşünüp düşünmediğini sorulması üzerine Erdoğan şöyle konuştu:

 “Bizim derdimiz Batı ile İslam dünyası arasında Türkiye’nin bir köprü görevi görmesidir ve Türkiye, aslında demokrasiyle İslam’ın bir arada yaşayabileceğinin örneğini vermiş, halkının yüzde 99;u Müslüman olan bir ülkedir.  Bu yönüyle de bir örnektir. Nitekim biliyorsunuz biz Medeniyetler İttifakı’nı İspanya Başbakanı Zapatero ile beraber kurduk. Bakın şu anda 100;ü aşkın ülke,  kurum ve kuruluş buraya üye. Ne yaptık? BM çatısı altında bu çalışmayı sürdürüyoruz. Neden? Dünyada bir medeniyetler çatışması olmasın, bir medeniyetler ittifakı olsun. Bu adımı atan bir ülke Türkiye. Tabii ki bunun gereğini bundan sonra da yapacaktır” diye konuştu.
        
ILIMLI İSLAM KAVRAMI
Erdoğan, dünyada ılımlı İslam hareketinin yükselip yükselmediğinin sorulması üzerine ise “ılımlı İslam” ifadesini kabul etmesinin mümkün olmadığını belirtti.

Erdoğan, “Şöyle, ılımlı İslam diye bir ifade olmaz, bu yanlış bir şey.  İslam aşırılıkları reddeder, asla kabul etmez. İslam orta yolu tavsiye eder.  Çünkü İslam kelime anlamı itibariyle Arapça (Silm) kelimesinden gelir ve bu barıştır. Barış dini olan İslam asla teröre müsaade etmez ve onun için de İslam’ın terörle bir arada anılması asla doğru değildir. Bir Müslüman eğer terörist olmuşsa onun sıkıntısı var demektir. Onun İslam’la da alakası yoktur.  Çünkü İslam teröre müsaade etmez. Çünkü bir insanın öldürülmesi tüm insanlığın öldürülmesi gibidir.”

 “Ama Hıristiyanların içinde terörist yok mu? Yahudilerin içinde terörist yok mu? İşte Norveç’te olan olayı gördünüz, örnekleri çok, İngiltere’de olan  olayları gördünüz, İspanya’da olan olayları gördünüz. Demek ki oralarda da teröristler var. Şimdi olaya böyle bakmak lazım ve asla İslam’ı da terörle özdeşleştirmek doğru değil. Anti-semitizm nasıl bir insanlık suçuysa, İslamofobia aynı şekilde bir insanlık suçudur. Bunu bu şekilde ifade etmek ve kafalara yerleştirmek gerekir."
        
SOMALİ
BM Genel Kurulu’nda yapacağı konuşmada Somali'deki açlıktan söz edeceğinin hatırlatılması üzerine, Somali'ye bizzat ailesiyle beraber gittiğini, durumu yerinde gördüğünü belirterek şunları kaydetti:

 “Yerinde inceledik, gördük ve 'İnsanlık dramına karşı seyirci kalmamamız gerekir' dedik. Ufacık yavruların nasıl öldüğünü gördük, gözlerimizle gördük ve oralarda hijyen diye bir şey yok, hastane diye bir şey yok, bunları gördük.  Süratle sahra hastaneleri kurduk, kurmaya devam ediyoruz. Şimdi de 200 yataklı bir hastanenin kuruluş çalışmalarını sürdürüyoruz. Bu adımları atacağız ve halkımıza yaptığımız davet karşısında sivil toplum örgütleriyle beraber şu ana kadar 300 milyon dolarlık bir yardım, nakit olarak toplanmış vaziyette.  Havaalanından, yollarına kadar hastane, okul, su gibi bütün bu ihtiyaçlarını giderecek yatırımları burada yapacağız. Bunun için şu anda ekiplerimizi oluşturduk. Zaten orada şu anda çalışan ekiplerimiz var ve orada bir büyükelçilik binasını hemen açıyoruz. Büyükelçimizi atadık ve bize ayırdıkları yeni bir alana da Büyükelçilik binamızın inşaatını inşallah süratle bitireceğiz, kuracağız. Ve ayni, nakdi olarak yardımlarımız devam ediyor, edecek. Çöp kamyonları göndermeye başladık. Buralarda traktörlerle tarım yapmayı da öğreteceğiz.”

Somali'de yatırımı teşvik edeceklerini belirten Erdoğan şöyle konuştu:  “(Somalililere) balık tutmayı öğreteceğiz. Bununla bir şeyi ifade etmek  istiyorum. Balık yedirmek değil, balık tutmayı öğretmek, önemli olan bu. Bunun için de bazı yatırımları teşvik edeceğiz ve Türk işadamlarını orada yatırımlara teşvik edeceğiz. Ve böylece Somali’yi istiyoruz ki ayağa kaldıralım. Ama hiçbir  insan ayırt etmeden, oradaki toplulukları birbirinden ayırt etmeden yardım  elimizi oraya, hiçbir çıkar gözetmeksizin inşallah yapacağız ve burada  Amerika’nın saygın işadamlarını, firmalarını, dünyanın değişik ülkelerinden  firmaları Somali;ye el uzatmaya davet ediyoruz.”
         
AB ÜYELİĞİ
Türkiye'nin AB'ye katılma niyetini sürdürüp sürdürmediğinin sorulması üzerine ise, “50 yıldır biliyorsunuz bu işin takipçisi olduk. Şu anda Avrupa Birliği bu konuda bize bir tavır koymadıkça biz süreci koparan bir ülke olarak kesmek istemiyoruz. Avrupa Birliği kendi içinde bu konuda bir karar versin, bunun için de dersi çalışıyoruz, elimizden gelen gayreti gösteriyoruz. Temenni ederim ki AB yanlışından döner ve bir Güney Kıbrıs'a Türkiye’yi feda etmez” dedi.
        
DOĞU AKDENİZ
Erdoğan, Güney Kıbrıs'ın petrol ve gaz arama faaliyetleri kapsamında Doğu Akdeniz’de artan sayıda Türk gemilerinin varlığından söz edildiğinin hatırlatılması üzerine ise, garantör ülke olarak Türkiye'nin Kuzey Kıbrıs’taki Türklerin haklarını arayacağını belirterek “Şu anda Türk donanmasının orada bulunmasının sebebi budur ve sismik araştırma gemisi de anlaşma gereği oraya gidecek. Ve o bölgede bizler de aynı şekilde KKTC ile birlikte araştırmaya başlayacağız” dedi. a.a