1 Temmuz 2011 Cuma

İmtiyazlı Ortaklık Nedir İmtiyazlı Ortaklık Ne Demek



İmtiyazlı ortaklığın değerlendirilmesi... /Erhan Akdemir
Entegrasyonu, genişlemeyle paralel götüremeyen AB, Avrupa halklarındaki tepkiyi de önleyemedi. Türkiye'nin tam üyeliği tepkilerin hedefi konumuna geldi. AB bugün, bir yandan genişleme ile öbür yandan meşruiyetinin oturtulması çabası ve kendi iç reformlarının gerçekleştirilmesi ikilemi ile baş başa. Buna paralel olarak 27 üyeye ulaşmış bir AB'nin kendi işleyiş yöntemlerini oturtamadıkça, üye olan küçük devletler grubu bütünleşme yolunda ilerleme olanaklarına sahip olmadıkça ve üye adaylarına da üye devletlere de Avrupa siyasal bütününün gelişimine en elverişli koşullarda hazırlanma imkânı tanıyacak bir takvim oluşturulmadıkça AB açısından genişleme politikasının nasıl sağlıklı bir şekilde süreceği yanıtlaması zor bir soru olarak görünüyor. Avrupa Parlamentosu Anayasal İşler Komisyonu, 15 Kasım 2006 tarihinde "AB'nin entegrasyon kapasitesi"ni masaya yatırdı, bu kurum tarafından hazırlanan raporda, AB'nin yeni bir genişlemeye hazır olmadığına dikkat çekildi ve "AB yeni bir genişlemeye ya hamiledir, ya da değildir, yarı hamilelilik gibi bir durum olamaz" yorumunda bulundu ve AB'nin yeni sözleşmelere ihtiyacı olduğunu vurguladı. Bununla birlikte genişleme politikasına Türkiye'yi eklediğimizde ve bu genişleme politikasına Fransa Anayasa'nın yeni hükümleri uyarınca (Avusturya ve Danimarka gibi ülkeleri de buna eklemek gerekiyor) halkoyuna başvurmadan yeni bir genişlemenin gerçekleştirilemeyeceği gerçeğini de eklediğimizde soruya yanıt bulmak gittikçe zorlaşıyor.

GENİŞLEME VE DERİNLEŞME 
Genişleme konusunda AB'nin yaşadığı bir diğer sıkıntı ise bunun Avrupa halklarında yarattığı endişe, korku ve bunlara neden olan genişleme konusunda Avrupa halklarının yeteri kadar bilgilendirilmemiş olmalarıdır. Teorik olarak genişleme, derinleşmeyle birlikte, onunla at başı gitmeliydi. Gerçekteyse genişleme, derinleşmeden daha hızlı gitti. Bu ise Avrupa halkları arasında korkuya, endişeye ve genişlemeye karşı tepkiye yol açtı. Ayrıca, kıtanın Euro'ya geçişi ile birlikte yaşadığı ekonomik sıkıntılar ve 1 Mayıs 2004'te üye olan on ülkenin getirdiği ekonomik ve siyasi yükler de bu korkunun, endişenin ve genişlemeye karşı tepkinin artmasına neden oldu. Bu tepkinin en somut göstergesi ise 29 Mayıs ve 1 Haziran 2005 tarihlerinde AB'nin iki kurucu ülkesi olan Fransa ve Hollanda'da AB Anayasası'nın reddedilmesi oldu. Böyle bir sonucun çıkmasını ise AB'nin genişleme sürecinin AB'li liderler tarafından takip edilen belirsizliklere mahkûm edilmesinde aramak gerekir.

Bu bağlamda Türkiye ise, çok önemli ve ayrıcalıklı bir konuma sahip. Ayrıcalıklı çünkü, AB'nin iç sıkıntıları ve bunun yanında AB'nin geleceğini kültür ve din ekseni çerçevesinde görmek isteyenler, ki bunlar Avusturya, Fransa ve Almanya'daki Hıristiyan Demokratlardır, muhafazakârlardır. Bugünkü durum itibariyle Türkiye'nin AB'ye tam üyeliğini istemiyorlar. Ancak bunlar diğer yandan da AB'ye enerji sağlayan yolların güvenliğinden kaygı yaşadıkça (ki Avrupa Komisyonu tarafından 13 Ekim 2006 tarihinde yayınlanan enerji raporunda Türkiye'den artık kaçınılmaz bir enerji koridoru olarak bahsediliyor) emeklilik oranlarında yaşanan artışa her gün yenileri eklendikçe ve uluslararası arenada yaşanan tartışmalara tanık oldukça Türkiye'den de kesin bir kopuş sergileyemiyorlar. Bununla birlikte Türkiye ile gümrük birliğinin devamı, enerji yollarının güvenliğinin sağlanması, askeri ve savunma girişimlerinde Türkiye'den destek sağlanması buna karşın Türkiye'nin bu işlerin karar alıcı noktalarından soyutlanması, engellenmesi Hıristiyan Demokratların Türkiye politikalarını oluşturuyor. Böyle bir politika da Türkiye'nin AB'ye tam üyeliğini getirmiyor. Yalnızca işbirliği yapılabilecek bir ortaklık önerisinde bulunmayı öngörüyor. Bu öneri Türkiye­AB ilişkilerinin geleceğini farklı bir statüye taşımak niyetinde olan "İmtiyazlı Ortaklık" önerisidir.

İMTİYAZLI ORTAKLIK 
Peki imtiyazlı ortaklık nedir, neyi amaçlamaktadır? En başta söylemek gerekirse Türkiye'nin AB'ye tam üyeliğinin ekonomik ve sosyal zorluklara neden olacağı düşüncesi, AB içerisinde yer alan bazı çevrelerin imtiyazlı ortaklık taleplerinin zeminini oluşturuyor.

"Ayrıcalıklı Ortaklık", günümüz AB mevzuatında hukuki bir bağa karşılık gelmeyen, henüz AB ve Türkiye kamuoylarının tepkilerini ölçme amaçlı bir siyasal ifadedir. Bununla birlikte, konunun bir "Konsey kararı" haline gelmesi, hiç de zor olmaz.

"Ayrıcalıklı Ortaklık", henüz içeriği, hükümleri, uygulama biçimleri belli olmayan bir ilişki biçimine karşılık gelmekle birlikte, kamuoylarına yansıdığı kadarıyla, şu türden özellikler taşıyor:

Ortaklık, Türkiye'yi tam üye olmak yerine AB'ye bağlı kılmaya hizmet etmekte ve bu çerçevede de iki temel ve bir kaç ikincil konuda tarafların işbirliğini düzenlemektedir. Temel alanlardan birisi, Gümrük Birliği'nin sürdürülmesi ve geliştirilmesidir. Bu yolla AB'nin ve Türkiye'nin sanayi ürünleri pazarı garanti altına alınacak, tarafların sanayi elitleri memnun edilecek ve ekonominin diğer alanlarında da bütünleşme sağlanması için bir çaba gösterilmesine gerek kalmayacaktır. Bu, Türkiye'nin tarımsal uyum sürecinde yaşanacak ekonomik ve daha da önemlisi siyasal dönüşümleri yapmasını gerektirmeyecek, AB'yi de örneğin emeğin serbest dolaşımı gibi bir konuyla uğraşmaktan ya da yapısal fonları akıtmaktan kurtaracaktır. Türkiye ekonomisinin tüm alanlarının AB tarafından hazmedilmesine gerek kalmadan, AB'yi ilgilendiren kısmıyla ilişkileri sürdürmek, Türkiye'de bazıları açısından da "hiç yoktan iyidir" algısıyla karşılanabilecek avantajlara sahip olabilir. Ticaret ve yatırım ilişkilerinde öncelikli durumu bulunan AB ile, bu ilişkilerin tümüyle bozulması arzu edilmeyebilecektir. Öte yandan, AB'ye tam üyelik sürecinin Türkiye'deki siyasal mekanizma, yapı ve ilişkilerin değiştirilmesi anlamına geldiği açıktır. Türkiye'nin azınlık sorunlarını, insan hakları meselelerini, laiklik yapısını, devletsel egemenlik alanlarını, otorite yapılarını, siyasal partiler ve seçim sistemlerini, kısacası son dönemlerde açığa çıkmış tüm sosyal-siyasal sorunlarını çözecek bir yeniden yapılanmaya gitmesi anlamına gelmektedir. Bu durum, Türkiye'nin kuruluşundan itibaren sürdürdüğü anlayışları, yapıları, ilişkileri terketmesini ve bu anlayışları taşıyanların güç ve otoritelerini de bertaraf etmesini gerektiriyor. Tam üyelik süreci, Türkiye'nin söz konusu dönüşümleri AB'yi girilse de girilmese de yapmasını isteyenlerle, girilemeyeceği inancından ya da girilmesini istememekten hareket ederek eski sistemi savunanlar arasındaki siyasal mücadeleye karşılık geliyor. Dolayısıyla 'Ayrıcalıklı Ortaklık', Türkiye'nin siyasal dönüşümlerine direnen, ekonominin gelişmesinin önündeki en önemli sorun alanını oluşturan tarım kesiminden siyaseten beslenenler için bulunmaz bir formül olabilecektir. Diğer bir ifadeyle bu formül, Türkiye'yi daha demokratik, daha şeffaf bir devlet olmaya zorlamayacaktır. AB, Türkiye'deki bu türden sorunları gayet iyi izlemekte ve yükselen AB karşıtı milliyetçi akımların kabul edebileceği öngörüsüyle bu türden bir formülün, tabir yerindeyse, tutacağını hesaplamaktadır.

GÜVENLİK BOYUTU 
Ayrıcalıklı Ortaklığın ikinci temel konusu, güvenliktir. Türkiye için, AB'nin dışında kalmanın en temel çekincelerinden birisi, içerisinde kendisinin yer almadığı bir AB güvenlik mekanizmasının, sınırlarının dibinde ve Kıbrıs'ta faaliyet göstermesidir. Bu durum, Türkiye'nin elinde sadece NATO enstrümanının kalması, ABD'ye istenmeyen durumlarda bile daha fazla yaklaşmak zorunda kalması ve AB'nin güvenlik-savunma faaliyetlerinde "öteki" haline gelmesi riskleri taşımaktadır. AB için de Türkiye'yi cazip kılan unsurlardan biri askeri kapasitesidir. Dolayısıyla AB de, Türkiye'nin bu kapasitesini dışarıda değil içeride tutma arzusundadır. Türkiye'nin jeopolitik ve stratejik avantajları ile güvenlik kapasitesinin AB mekanizmalarının içerisine çekilmesi AB'yi Türkiye maliyetine katlanmadan "güç" yapabilecek ve Türkiye'nin de güvenlik bakımından AB'ye tehdit olması bertaraf edilebilecektir. Bu konunun, Türkiye tarafından kabul edilebilir bulunacağı varsayımı hakim bir anlayıştır; çünkü, Türkiye'de siyasal dönüşüm risklerine girmeden stratejik bir işbirliğine girilmesini arzu edecek kesimlerin etkili olduğu düşünülmektedir.

Yan alanlardan biri ise, Türkiye'nin AB ile ilişkilerini sürdürmesinde engel oluşturabilecek ekonomik istikrarsızlık risklerine karşı, bazı "yardım"ların öngörülmüş olmasıdır. Bu, Türkiye'nin AB üyesi olmaksızın AB ile sürdüreceği ilişkilerin garanti fonu gibi düşünülebilir. Söz konusu iki temel alanın, daha çok AB'ye yararı olduğu açıktır.

İMTİYAZLI ORTAKLIĞIN BOYUTLARI 
İmtiyazlı ortaklığı iki farklı boyutta ele alabiliriz. İlki politika alanlarına katılımda eşitsizlik ikincisi ise karar alma sürecine katılımda eşitsizlik.

Politika alanında eşitsizlik, aday ülkenin bazı politika alanlarına katılımının sınırlanması veya katılım şartlarının tam üyelerden farklı olmasıdır. Aşağıda da değinileceği gibi bu aşamada, Türkiye'ye ilişkin olarak, Türkiye'nin tam üyeliğinden kaynaklanacağı düşünülen sıkıntıların giderilmesi amacıyla, Türkiye'nin serbest dolaşıma yönelik olarak ve tarım bütçesinden ve yapısal fonlardan verilecek fonlara yönelik olarak kısıtlamalara maruz kalabileceği belirtiliyor.

AB, politikalarını belirlerken kurucu antlaşmalarında yer alan karar alma mekanizmasına uymaktadır. AB'nin bu karar alma sürecine sadece AB üyesi ülkeler katılabiliyor. Diğer üyelik alternatiflerine sahip ülkeler ise kararları muhtelif yöntemlerle etkileyebilme olanağına sahiptirler. Ancak, kararların alındığı masada oturma hakkına sahip değillerdir. Bu da işte karar alma sürecine katılımda ayrıcalıklık anlamına geliyor.

Genel olarak imtiyazlı ortaklık, AB'ye ve Türkiye'ye al ya da bırak gibi yıkıcı bir seçenek sunmuyor. Aksine ikisine de katkıda bulunuluyor: Türkiye'nin Avrupa yönelimi teşvik edilirken, aynı zamanda Avrupa'nın bütünleşme gücüne aşırı yüklenilmiyor. Özellikle Soğuk Savaş sonrası değişen güvenlik yapısı düşünüldüğünde, bu formülün Almanya, Türkiye ve Avrupa'nın çıkarlarına aynı anda hizmet ettiği savunuluyor. Özellikle, Avrupa'nın Türkiye'ye jeostratejik ihtiyacı, Türkiye'nin çevresinin AB'nin ana güvenlik endişelerinin kaynağının olması ve bu bağlamda Avrupa savunma girişimleri içinde Türkiye'nin yeri. Ama bu yer karar alıcı düzeyde değil. Buna göre CDU ve CSU tam üyelik yerine AB ve Türkiye içinde yakın bir ilişkiyi öngören imtiyazlı ortaklık kavramını destekliyor. AB ile Türkiye arasındaki imtiyazlı ortaklık, iki taraf için de Türkiye'nin AB'ye ayrıcalıksız üyeliğinden daha değerli olduğunun altı çiziliyor. Burada amaç Türkiye'yi AB içerisinde değil AB'nin yakınında tutabilmek. AB içerisinde Almanya'yla birlikte Fransa, Danimarka ve Avusturya ise bu fikre en sıcak bakan ülkeler.

Hıristiyan Demokratlara yakın Robert Schuman Derneği'nin çalışmasında AB'nin şu anki durumunun yönetilebilir gözükmediği ve Anayasal Anlaşma'nın da başarısızlığa uğramasıyla birlikte birliğin kendi içinde umutsuzluk yaratmaya devam ettiği ifade ediliyor. Buna istinaden komşuların (Türkiye) katılım isteğini, yerine getirirse kendi özünü yitirme riskiyle karşı karşıya olduğu savunuluyor. Çözüm olarak da, yapısal olarak belirli konularda geçici AB-Türkiye kuruluşlarının oluşturulması, Avrupa politikaları açısından tarım politikası, bölgesel politikalar gibi bazı ortak politikaların sadece üye ülkelerle sınırlı tutulması ve her politika için Türkiye ile ilişkilerin derinleştirilmesi öneriliyor. Bu anlamda imtiyazlı ortaklık, Türkiye'nin bir ortak olarak kabul edilip, uzun vadede AB'nin Ortak Dış ve Güvenlik Politikası'na da dahil edilmesi gibi stratejik bir amacı da içeriyor.

Unutulmamalıdır ki, Türkiye ile AB arasında 1996 yılında yürürlüğe giren Gümrük Birliği'nden dolayı zaten bu şekilde bir ortaklık var. Türkiye ayrıca, kendi idari yapılanmasının modernizasyonu için gerekli eşleştirme programları, öğrenci değişimi programları (ERASMUS), çevre programları ve araştırma ve geliştirme programları gibi AB'nin çeşitli alanlarda sağladığı programlara katılıyor.

ÇABALAR ARTTI

Burada üzerinde önemle durulması gereken bir diğer nokta ise 17 Aralık 2004 tarihli AB Zirvesi ile birlikte Türkiye'ye imtiyazlı ortaklık önerilmesi ve bunun da yaşama geçirilmesi yönünde çabaların hızla artmış olmasıdır. Yine üzerinde durmamız gereken nokta müzakerelerin sonucu ile ilgilidir. Alınan kararlarda Türkiye'nin müzakere sürecinin "açık uçlu" olduğu belirtilmiş ve buna bağlı olarak müzakerelerin tam üyelikle sonuçlanamadığı durumlarda, Türkiye'nin Avrupa yapılarına ve kurumlarına sımsıkı bağlanması suretiyle imtiyazlı ortaklığı çağrıştıran bir ilişki kurulabilmesinin mümkün olduğu da ortaya konulmuştur. Yani müzakerelerde bir başarısızlık yaşanması halinde Türkiye'nin AB'yle bağlarının korunmasına çalışılacaktır. Bu kararlar göz önünde bulundurulduğunda da günümüz Türkiye-AB ilişkilerinin gelecekte aşağı yukarı nasıl şekilleneceğini okumak zor olmasa gerek. Yine bu kararlar göz önünde bulundurulduğunda kısıtlamalara tabi olunacak bir üyelikten "tam üyelik" biçiminde bahsetmekte oldukça zor olacaktır. Bu şekilde neticelenecek bir üyelik tam üyeliği değil imtiyazlı üyeliği ifade eder. İşte imtiyazlı ortaklık teklifi bu yönleriyle Türkiye'yi AB bütünleşme sürecinden dışlayıcı bir tavır içerisindedir. Türkiye derecesi düşürülmüş resmi bir aday ülke statüsünde görülmek isteniyor. 11 Aralık 2006 tarihinde AB Üyesi ülkelerin Dışişleri Bakanları'nın bir araya geldiği Genel İşler Konseyi'nde üye ülkeler, Avrupa Komisyonu'nun, Türkiye'nin Gümrük Birliği'ne ilişkin yükümlülüklerini yerine getirmediği gerekçesiyle, Türkiye ile üyelik müzakerelerinde sekiz başlığın görüşmeye açılmasının durdurulması önerisini kabul etmişlerdi. Bu sekiz başlığın durdurulması kararı yukarıda ifade edilen müzakerelerde bir başarısızlık yaşanması halinde sürecin hangi yöne götürüleceği açısından oldukça önemlidir.

Son üç yıl içerisinde Türkiye-AB ilişkilerinin gerilmesinde önemli bir etken olan Avrupa Parlamentosu, 16 Ocak'ta 2007'de Türkiye'nin AB'ye üyeliğine karşıtlığıyla bilinen Alman Hıristiyan Demokrat milletvekili Hans-Gert Pöttering'i yeni başkan olarak seçti. Almanya Başbakanı Angela Merkel gibi CDU üyesi olan Pöttering de her fırsatta Türkiye için "imtiyazlı ortaklık" fikrini savunuyor. Bu bağlamda önümüzdeki dönemde Türkiye'nin, Avrupa Parlamentosu'nun imtiyazlı üyeliği destekleyecek, her an bunun Avrupa Parlamentosu'nda tartışılmasını sağlayacak çabalara karşı hazır durumda olması gerekiyor. Türkiye için öngörülen AB sürecinin "özel şartlara bağlı" olamayacağı her fırsatta ortaya konulmalıdır.

Sonuç olarak, eğer Türkiye ile AB arasında üyelik müzakerelerine başlanmışsa, burada amaç tam üyeliktir. Ayrıca, üye olmak isteyen aday ülke Türkiye ayrıcalıklı ortaklığa ilgi göstermiyorsa, bu konuda diretmenin bir faydası da yoktur. Bunun dışındaki başka hiçbir hedef, AB ve Türkiye'nin önündeki geleceğin cevabı olamaz. Türkiye açısından başka hiçbir sonuç kabul edilemez. Ayrıca, Türkiye­AB ilişkilerinin sağlıklı bir yapıya kavuşması ve Türkiye'nin tam üyelik yolunda emin adımlar atabilmesi, müzakere çerçeve belgesinin mutlaka AB hukukuna uygun hale getirilerek, Türkiye'ye yapılmış ayrımcılığın ortadan kaldırılması ile mümkün olacaktır.
erhanakdemir@abhaber.com 
Kaynak:ABHaber