AKP “YENİ YOLCULUĞUNA” KIDEM TAZMİNATI HAKKIMIZA SALDIRARAK BAŞLADI!
Değerli Basın Emekçileri, Sevgili Mücadele Arkadaşlarım
Bu
sıcak yaz gününde, sıcaklığından bir şey kaybetmeyen siyasi gelişmeler
hepimizi bu salonda biraraya getirdi. Çok çalışıp az tatil yapan basın
emekçisi arkadaşlarıma, zaman ayırıp bizi dinlemeye geldikleri için
teşekkür ediyorum.
Değerli Arkadaşlar
Dün
yaşanan olayda yine gencecik insanlar öldü. Çok üzgünüz. Üzüntümüzü
anlatacak kelime bulamıyoruz. Ailelerine başsağlığı ve sabır diliyorum.
Genç ölümlerin, genç tabutların gelmesine, kan ve gözyaşına kimsenin
tahammülü kalmamıştır. Çatışmaların bitmesi ve Kürt sorununun bir an
önce çözülmesi için herkes üzerine düşeni acil olarak yerine
getirmelidir.
Sevgili Arkadaşlar
12
Haziran seçimlerinden çoğunluk partisi olarak çıkan AKP hükümeti, yeni
programını hazırlayarak ve güven oyu alarak “yürüdüğü yoluna” devam
ediyor. Yeni hükümet programı da, daha öncekiler gibi ülkemizde 30
yıldır uygulanan “ucuz işgücüne dayalı” büyüme anlayışını yansıtıyor.
2002’den başlayarak çalışanların haklarını gerileten düzenlemeleri
gerçekleştiren AKP, şimdi emekçilere karşı doğrudan cephe almış
bulunuyor. 4857 sayılı iş yasasıyla çalışma koşullarını esnekleştiren,
iş güvencesini gerileten; sosyal güvenlik yasasıyla emeklilik yaşını
65’e çıkaran, prim gün sayısını arttıran ve emekli ücretlerini düşüren;
2010 yılında yasalaştırdığı “torba yasa” ile norm kadro fazlası 50 bini
aşkın belediye çalışanlarını ve kamu çalışanlarını güvencesiz bırakan,
sürgünlerle karşı karşıya getiren bu iktidar, yeni hükümet programında
Kıdem Tazminatının fona devredilmesine ve esnek çalışmaların
yaygınlaştırılmasına açıkça yer veriyor.
AKP’nin
yeni istihdam stratejisi belgesi, orta vadeli ekonomik program ve
hükümet programında yer alan anlayış, sermaye birikimini, tümüyle
emekçilerin alın terinden “çalarak” sağlamayı amaçlayan, katıksız bir
“neoliberal ideolojinin” yansımasıdır. Kıdem Tazminatının düşürülmesi
yoluyla istihdamın arttırılmasını öngören bu yaklaşım, işveren
örgütlerinin temel hedef ve politikalarını siyasal iktidarın da
bütünüyle benimsediğini ortaya koymaktadır.
AKP
iktidarının ortadan kaldırmaya çalıştığı Kıdem Tazminatı dünyanın hemen
her ülkesinde var olan en yaygın ödeme türlerinden birisidir.
Fransa’dan Güney Kore’ye, Hollanda’dan Hindistan’a, Arjantin’den
Japonya’ya, İtalya’dan Brezilya’ya kadar neredeyse tüm dünya ülkelerinde
Kıdem Tazminatı uygulanmaktadır. Elbette Kıdem Tazminatının miktarı ve
uygulama koşulları ülkelerin geleneklerine, sendikal hareketin
gelişmesine, toplu sözleşme düzenine ve toplumdaki sosyal koruma
sistemlerinin türüne göre farklılık göstermektedir.
Kıdem
Tazminatı konusunda, bugün, siyasal iktidarın da açıktan katılarak
söylediklerinde yeni hiçbir şey yoktur. Yalan-yanlış ve gerçek dışı
değerlendirmelere dayanarak çalışanların en temel haklarından birisi yok
edilmeye çalışılmaktadır.
Siyasal
iktidara ve işverenlere göre Kıdem Tazminatı yükü ülkemizde
işletmelerin rekabet gücünü olumsuz etkileyecek şekilde yüksektir. Oysa
bu görüş, çarpıtılmış ve doğru olmayan verilere dayanarak ileri
sürülmektedir. Gerek Avrupa ülkelerinde gerekse diğer ülkelerde
Türkiye’dekine benzer nitelikte Kıdem Tazminatı uygulanmaktadır. Ayrıca
birçok ülkede Kıdem Tazminatının yanında ülkemizde var olandan daha
yüksek düzeylerde sosyal koruma mekanizmaları ve buna bağlı kaynak
aktarma sistemleri söz konusudur. Türkiye’de sosyal koruma ve istihdam
yüklerinin fazlalığı gerekçe gösterilerek Kıdem Tazminatının yok
edilmesi savunulamaz.
Kıdem
Tazminatı, çalışanın ücretinin ileride ödenmek üzere ayrılmış bir
parçasıdır. Bu nedenle Kıdem Tazminatı ücret dışı işgücü maliyetinin bir
unsuru şeklinde görülemez ve rekabet gücünü arttırmak amacıyla
azaltılması düşünülen bir ödeme türü olarak ele alınamaz.
İşveren
örgütlerinin yıllardır öne sürdüğü, AKP iktidarının da benimsediği bir
başka gerçek dışı değerlendirme de Kıdem Tazminatının iş güvencesi ve
işsizlik sigortasının yerine geçtiğidir. Bu nedenle ülkemizde işsizlik
sigortasının ve iş güvencesinin var edilmesinden sonra Kıdem Tazminatına
gerek olmadığı iddia edilmektedir. Oysa yaygın örneklerden de
görüleceği gibi hiçbir ülkede Kıdem Tazminatı iş güvencesi ya da
işsizlik sigortası yerine düzenlenmiş değildir.
Ayrıca
bu “uydurulmuş” gerekçe temelden yanlıştır. Çünkü Kıdem Tazminatı
ödeme durumu, iş güvencesinin olduğu yerde değil; iş güvencesinin
bittiği yerde başlamaktadır. Bu anlamda iş güvencesi ile Kıdem Tazminatı
birbirinin yerine geçen değil, güvenceli ve insanca bir çalışma yaşamı
için birlikte bulunması gereken iki ayrı düzenleme niteliği
taşımaktadır.
Kaldı
ki bir yandan Kıdem Tazminatı yükünün ağırlığından söz edip, öte yandan
işverenin işçiyi işe geri almaması karşılığında ek bir tazminat
ödemesini savunmak açık bir çelişkidir. Bu nedenle Türkiye’de iş
güvencesi, mahkemelerin işe iade kararı verdiği durumlarda, işe geri
dönüşü mutlak biçimde sağlayacak şekilde değiştirilmeli ve yaptırımı
ağırlaştırılmalıdır. İş güvencesiyle Kıdem Tazminatı arasında tutarlı
bir ilişki ancak bu şekilde kurulabilir.
Aynı
durum işsizlik sigortası ile Kıdem Tazminatı ilişkisi açısından da söz
konusudur. İşsizlik sigortası, işçinin, işsiz kalma tehlikesine karşı
güvence sağlamak amacıyla, çalışırken, diğer sigorta türleri gibi prim
ödeyerek sahip olduğu bir kazanımdır. Kıdem Tazminatı ise herhangi bir
karşılık ödemeksizin, iş yerinde yıpranmışlığının bir bedeli olarak,
işten ayrılırken aldığı, “ertelenmiş kazancıdır.” Her ikisinin de
çalışanın işten ayrılması koşuluna bağlı olması, işsizlik sigortası ile
Kıdem Tazminatını birbirinin yerine geçirmek için gerekçe olamaz.
Öte
yandan Kıdem Tazminatının Türkiye’den daha düşük olduğu bazı ülke
örneklerini ısrarla öne süren işverenler, sendikal örgütlenme, toplu
sözleşme ve sendikal haklar konusunda dünya örnekleri ile evrensel
normlara gözlerini kapamaktadırlar. Bu nedenle ülkemiz 12 Eylül 1980’den
bu yana, dünyada çalışanların hak ve özgürlüklerini en çok baskı
altında tutan ve yasaklayan ülkelerden biri durumundadır. Bu olgunun
açık göstergesi hemen her ILO konferansında Türkiye’nin sendikal haklar
ve toplu sözleşme düzeni konusunda “kara listeye” alınıyor olmasıdır.
Ülkemizde
Kıdem Tazminatı konusu son gelinen aşamada “fon kurulması” noktasında
düğümlenmiş bulunmaktadır. Fon uygulaması mevcut Kıdem Tazminatı
uygulamasına alternatif olarak, “Kıdem Tazminatı hakkını güvenceye
almak” gerekçesiyle savunulmaktadır. Oysa ülkemizdeki gerçekler, daha
önce çeşitli nedenlerle oluşturulmuş bulunan istihdama ilişkin fonların
amaçlarına uygun kullanılmadığını açıkça göstermektedir.1980’li yılların
ikinci yarısında oluşturulan “Konut Edindirme Fonu" ile Tasarrufu
Teşvik Fonu bir süre uygulandıktan sonra yürürlükten kaldırılmış ve geri
ödemeleri çok önemli hak kayıpları yaşanarak yapılabilmiştir. İşsizlik
sigortası fonunun kullanımında da amaca aykırı uygulamalar
yaşanmaktadır.
Kıdem
Tazminatı fonu, sermayenin yükünü azaltmak yanında sermayeye yeni
fonlar yaratmak amacıyla önerilmektedir. Böylece çalışanların bireysel
kaynakları, istihdam yaratma görüntüsü altında, sermayeye kaynak olarak
aktarılacak ve özel emekliliği yaygınlaştırmanın bir aracı olarak
kullanılacaktır. Bu çerçevede çalışanların hak ve özgürlüklerini piyasa
koşullarına bağlayan liberal ideolojinin gerekleri yerine getirilecek;
ancak bu uygulamadan çalışanların payına yalnızca hak kayıpları ve
yoksullaşma düşecektir.
Çalışanların
çok büyük bölümünün sendikal örgütlenmeyle ilişkisinin bulunmadığı ve
toplu sözleşme güvencesinde olmadığı Türkiye gibi ülkeler, sosyal koruma
sistemlerinin gelişmiş bulunduğu ve çalışanların tümünün toplu sözleşme
kapsamında yer aldığı -örneğin İtalya ve Avusturya gibi- ülkelerle
karşılaştırılarak Kıdem Tazminatı Fonu oluşturulması önerilemez.
İkili
bir sistem yaratarak, yeni çalışmaya başlayacakların Kıdem Tazminatı
haklarını yok etmek, doğrudan doğruya, halen çalışmaya devam edenlerin
işverenler tarafından işten çıkarılması için “ekonomik” bir neden
yaratmak anlamına gelecektir. Böylelikle sözde Kıdem Tazminatını
güvenceye almak amacıyla fon oluşturulurken, işçilerin iş güvencelerini
ortadan kaldıracak bir adım daha atılmış olmaktadır.
Kıdem
Tazminatı’nın 15 güne indirilmesi ya da aynı amacın Kıdem Tazminatı
Fonu kurularak gerçekleştirmeye çalışılması, toplumsal barışa hizmet
etmediği gibi, demokratik bir toplumun gerekleriyle de bağdaşmamaktadır.
Çalışanların kazanılmış haklarında geri gidişi öngören bu türden bir
düzenlemenin geçerli, akılcı ve yeterli hiçbir gerekçesi yoktur. Kıdem
Tazminatı konusunda uygulamadaki en önemli sorun çeşitli nedenlerle
Kıdem Tazminatını alamayan çalışanların bulunmasıdır. Bu sorunun çözümü,
işsizlik sigortası fonu kapsamında yer alacak güvence mekanizmalarıyla
bulunmalı ve çalışanların hak kayıpları önlenmelidir.
DİSK,
kuruluşundan bu yana, çalışma ilişkilerinin demokratikleşmesi ve
demokrasinin toplumsal anlamda güçlendirilmesi amacıyla mücadele
etmektedir. Günümüzde bu mücadelenin en somut alanlarından biri,
antidemokratik çalışma yasalarıdır. 12 Eylül döneminin uzantısı olan ve
30 yıldan beri emeği tutsak alan 2821 ve 2822 sayılı yasalar, artık
ülkemiz için utanç kaynağı olmuş ve katlanılamaz bir nitelik
kazanmıştır. Bu yasalarda yapılmak istenen değişikliklerle ilgili olarak
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bünyesinde uzun yıllardır
çalışmalar yapılmış, bilim kurullarına taslaklar hazırlatılmıştır.
Ancak, Meclis’e sevk edilen yasa teklifleri TBMM gündemine bile
girememektedir.
DİSK,
bugüne dek savunduğu görüşler doğrultusunda, Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığı tarafından hazırlanan yasa tasarısı taslaklarını
değerlendirmek ve yapılan çalışmalara katkı vermek konusunda azami
çabayı harcamış bulunmaktadır. DİSK, gerek işçi konfederasyonları ile,
gerekse işveren konfederasyonu TİSK’le yapılan teknik çalışmalarda,
sendikal hakların özünün korunarak, çalışma ilişkilerinin ILO normları
doğrultusunda demokratikleşmesi hedefimize bağlı kalarak, ortaklaşma ve
uzlaşma isteğinde olmuştur.
Bu
nedenle, DİSK olarak ILO sözleşmelerine, Avrupa Sosyal Şartı’na ve
ülkemiz sendikal hareketinin ihtiyaçlarını karşılayacak yasal
değişikliklerin bir an önce yapılması, ülkemizde özgür, demokratik bir
sendikal yaşamın gerçekleşmesi için bugüne kadar sürdürdüğümüz
mücadeleye aynı kararlılıkla devam edeceğimizi bir kez daha ilan
ediyoruz.
Konfederasyonumuz DİSK Kıdem Tazminatı’nın iş güvencesi ve işsizlik sigortası gibi sosyal koruma alanlarıyla birlikte gündeme getirilmesine karşı çıkmıştır. Kıdem Tazminatının, çalışma yaşamını demokratik ve güvenceli bir çerçeveye oturtmak amacıyla geliştirilen iş güvencesiyle işsizlik sigortasının karşısına bir pazarlık unsuru gibi konulmasını kabul etmeyeceğini belirtmiştir. DİSK, ayrıca 2009 yılında basına da yansıyan ve işverenlerin Kıdem Tazminatını 15 güne indirmeyi ya da fona bağlamayı öngören yaklaşımları karşısında, bu doğrultudaki düzenlemelerin gerçekleştirilmeye çalışılması halinde bu durumu bir genel grev gerekçesi sayacağını açıkça bildirmiştir.
Konfederasyonumuz DİSK Kıdem Tazminatı’nın iş güvencesi ve işsizlik sigortası gibi sosyal koruma alanlarıyla birlikte gündeme getirilmesine karşı çıkmıştır. Kıdem Tazminatının, çalışma yaşamını demokratik ve güvenceli bir çerçeveye oturtmak amacıyla geliştirilen iş güvencesiyle işsizlik sigortasının karşısına bir pazarlık unsuru gibi konulmasını kabul etmeyeceğini belirtmiştir. DİSK, ayrıca 2009 yılında basına da yansıyan ve işverenlerin Kıdem Tazminatını 15 güne indirmeyi ya da fona bağlamayı öngören yaklaşımları karşısında, bu doğrultudaki düzenlemelerin gerçekleştirilmeye çalışılması halinde bu durumu bir genel grev gerekçesi sayacağını açıkça bildirmiştir.
Sermayenin
çıkarlarına uygun davranan siyasal iktidarlar eliyle ülkemiz kayıt
dışının yaygın olduğu, gelir dağılımının olağanüstü bozulduğu, sendika
üyeliği, toplu sözleşme ve grev haklarının kullanılamaz hale geldiği, iş
kazalarında ölümlerde dünyada ilk üçe giren, örgütsüz ve güvencesiz bir
toplum haline getirilmiş bulunmaktadır. AKP son döneminde de Kıdem
Tazminatını gerileterek ve esnek çalışmayı yaygınlaştırarak emekçilere
karşı yürüyüşüne devam edeceğini ortaya koymaktadır. Oysa halk, AKP’ye,
çalışanların haklarını gasp etmesi için oy vermemiştir. Bilinmelidir ki
Kıdem Tazminatının yok edilmesine izin verilirse, arkası da gelecektir.
Kamu çalışanlarının emeklilik ikramiyesi benzer gerekçelerle
kaldırılmaya çalışılacaktır. Özel İstihdam Bürolarının geçici iş
ilişkisi kurması ve bölgesel asgari ücret uygulaması işverenlerin ve
siyasal iktidarın ekonomik gelişme için gerekli gördüğü diğer
adımlardır. Bu uygulamalarla Anadolu’da adeta “yeni bir Çin” yaratılmaya
çalışılmaktadır. Bazı işverenler Türkiye’yi “Avrupa’nın Çin’i” olarak
gördüklerini açıkça söyler hale gelmiş durumdadırlar.
Oysa,
Başbakan Erdoğan hükümet programında pembe tablo çizmeye devam
etmektedir. Başbakan 2002 yılından bu yana gelir dağılımının daha adil
bir noktaya geldiğini söylerken, toplumun belli bir düzeyine göre daha
az harcama gücüne sahip olan yoksul fertlerin sayısındaki artışı neden
görmek istememektedir. Türkiye İstatistik Kurumu tarafından açıklanan
rakamlara göre bu kapsamda yoksul fert sayısı 2002-2009 yıllarında %
14,4’den %15,12’ye yükselmiştir. Yoksul fert sayısı yine devletin resmi
kurumunun verileri üzerinden yaptığımız hesaplamalara göre aynı dönemde
1milyon 164 bin kişi artış göstermiş ve 10 milyonun üzerine çıkmıştır.
İşsizlikle
ilgili başarısızlık ortada dururken, niye ısrarla kriz dönemi üzerinden
bir değerlendirme yapılmaktadır? Bu hükümet döneminde işsiz sayısında
cumhuriyet tarihinin rekoru kırılmıştır. Umutsuzlarla birlikte işsizlik
oranı AKP iktidarında (2003-2010) 1990’ların aynı dönemlerine göre
(1993-2000) ortalamada yüzde 9,30’dan yüzde 17,01’e fırladı. İşsiz
sayısının Cumhuriyet tarihi rekoru kırdığı 2009 yılında bu oran yüzde
20,64’e ulaştı. Yine aynı dönemler için yüksek öğrenim mezunu işsiz
sayısı ortalamada 121 binden 342 bine çıktı. Bu sayı son açıklanan TÜİK
verilerinde ise 400 binin üzerindedir.
Türkiye’yi
büyüme oranları konusunda ısrarla gelişmiş ülkeler kategorisinde
değerlendirme çabası, ne yazık ki hükümet programında kendisine yer
bulmaktadır. Büyüme oranları konusunda Türkiye, dünyada kendisine benzer
ülkelerle kıyaslamak durumundadır. Türkiye 2009 yılında küçülürken, bu
ülkelerin önemli bir kısmı büyümesini sürdürmüştür. Krizle birlikte
Türkiye hedeflerine 2 yıl geriden ulaşma çabasındadır.
Büyümeyi,
gelir dağılımını bozarak ve emekçilerin gelirlerine el koyarak
sağlamayı öngören bu politikaların, sendikal özgürlüklerin
geliştirildiği, demokratik bir ortamda oluşturulabilmesi mümkün
değildir. Bu nedenle ülkemizde sendikal yasaklar, temel hak ve
özgürlükler üzerindeki baskılar, polis devleti görünümü veren yaygın
olaylar varlığını sürdürmekte ve işçi sınıfının mücadelesinin önü
kesilmeye çalışılmaktadır.
Türkiye
işçi sınıfının öncü örgütü olan DİSK, kazanılmış haklarımızın elimizden
alınmasına da, devlet baskısına da, anti demokratik uygulamalara da
-bugüne kadar olduğu gibi- karşı çıkacaktır. Yüzlerce yıllık mücadeleyle
elde edilmiş ve uğruna büyük bedeller ödenmiş olan hak ve
özgürlüklerimizi korumaya kararlıyız. Haklılığımızı, hayatı
yaratmamızdan, alın terimizden ve onurlu geçmişimizden alıyoruz.
Bütün emek güçlerini, gecelerinde aç yatılmayan, aydınlık ve özgür bir Türkiye mücadelesinde, birlikte yer almaya çağırıyoruz.
İşçi
sınıfının bugüne kadar uğrunda bedeller ödeyerek kazandığı hakların
elinden alınmasına asla göz yummayacağız. Bu uğurda mücadele etmeyenleri
de tarih önünde sorumluluklarıyla başbaşa bırakacağız.