10 Şubat 2011 Perşembe

KESK Açıkladı Torba Yasayla İlgili Gerçekler

Torba Yasa İle İlgili Çalışma Bakanlığı'nın İddiaları Gerçek Dışıdır! 

Tüm illerden binlerce emekçinin "Ankara Yürüyüşü" dünyanın gözü önünde gaz bombaları, biber gazı ve tazyikli su ile engellenmiştir. Bu açık hukuksuzluğun kamuoyunda tepki ile karşılandığı saatlerde Ostim’de sabah ve akşam saatlerinde iki patlama meydana gelmiş, onlarca emekçi yaşamını yitirmiş ve yaralanmıştır.
Bu patlama, iş sağlığı ve güvenliğindeki insanı değil sermayeyi esas alan anlayışın, denetimsizliğin ve kayıt dışılığın patlamasıdır. Sorumlusu ise yapılan uyarıları ve eleştirileri dikkate almayan, kamuda da aynı sorunların yaşanmasına yol açacak düzenlemeleri torba yasaya koyan, bakanlığı işverenlerin bürosu gibi kullanan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanıdır. Ancak suçüstü yakalanan Hükümet ve Bakanlık her zamanki gibi dikkatleri başka yöne çevirmenin ve konuyu çarpıtmanın arayışına girmektedir.

TORBA YASA İLE İLGİLİ ÇALIŞMA BAKANLIĞI’NIN İDDİALARI

GERÇEK DIŞIDIR!

Tüm illerden binlerce emekçinin “Ankara Yürüyüşü” dünyanın gözü önünde gaz bombaları, biber gazı ve tazyikli su ile engellenmiştir. Bu açık hukuksuzluğun kamuoyunda tepki ile karşılandığı saatlerde Ostim’de sabah ve akşam saatlerinde iki patlama oldu ve maalesef emekçiler yaşamını yitirdi, yaralandı. Bu patlama, iş sağlığı ve güvenliğindeki insanı değil sermayeyi esas alan anlayışın, denetimsizliğin ve kayıt dışılığın patlamasıydı. Sorumlusu ise yapılan uyarıları ve eleştirileri dikkate almayan, kamuda da aynı sorunların yaşanmasına yol açacak düzenlemeleri torba yasaya koyan, bakanlığı işverenlerin bürosu gibi kullanan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanıdır. Ancak suçüstü yakalanan Hükümet ve Bakanlık her zamanki gibi dikkatleri başka yöne çevirmenin ve konuyu çarpıtmanın arayışına girmektedir.

Çalışma Bakanlığı, Torba Yasayla eleştirilerimizi ve taleplerimizi dikkate almadığı gibi “gerçek dışı” olarak niteleyerek kamuoyu tepkisini yanlış yönlendirmeye çalışmıştır.

Şöyle ki:

Çalışma Bakanlığı’nın iddiası; İşsizlik Sigortası Fonu'nun amaçları dışında kullanılması söz konusu değildir. Aksine yapılan düzenlemelerle işsizlik sigortası fonundan çalışanların yararlanmaları kolaylaştırılmakta, kısmi süreli çalışanların dahi işsizlik ödeneğinden yararlanmalarına imkânı sağlanmaktadır. Aktif istihdam programları ile işgücü piyasası araştırma ve planlama çalışmaları yapmak üzere fondan ayrılacak payın daha etkin ve verimli bir şekilde kullanılması ve mevcut kullanım alanlarına ilave olarak, işgücünün İstihdam edilebilirliğini artırmak, istihdamı artırıcı ve koruyucu tedbirler alma ve uygulama amacıyla kullanmaya yönelik düzenleme yapılmaktadır.

Ülkemizin öncelikli sorunu işsizlik olduğuna göre fonun işgücünün istihdam edilebilirliğini artırmak, istihdamı artırıcı ve koruyucu tedbirler alma ve uygulama amacıyla kullanılması doğal bir gerekliliktir.

GERÇEK: İşsizlik sigortası fonunun en temel amacı, kendi istek ve iradesi dışında işini kaybedenlerin, yeni bir iş ararken, prim ödeme durumuna göre 6 ay, 8 ay ya da 10 aya kadar işsizlik ödeneğinden yararlanabilmelerini sağlamaktır. Ancak Mayıs 2008’de 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Fonu Kurulmasına Dair Kanuna iki geçici madde eklenmiş ve fonda biriken kaynakların amacı dışında kullanılmasının önü açılmıştır. O dönem Fonun mevcut nema gelirlerinden 1.3 milyar TL'lik kısmının bütçeye gelir kaydedileceği ve kaydedilen bu gelirin, Güneydoğu Anadolu Projesi kapsamındaki yatırımlara öncelik vermek kaydıyla ekonomik kalkınma ve sosyal gelişmeye yönelik yatırımlarda kullanılacağı belirtilmiştir.

4447 sayılı Kanuna eklenen geçici 7. maddeyle de; 18 yaşından büyük ve 29 yaşından küçük olanlar ile yaş şartı aranmaksızın 18 yaşından büyük kadınların, maddede belirtilen koşullarda fiilen istihdam edilmeleri halinde, hesaplanan sigorta primine ait işveren hisselerinin; birinci yıl için yüzde yüzü, ikinci yıl için yüzde sekseni, üçüncü yıl için yüzde altmışı, dördüncü yıl için yüzde kırkı, beşinci yıl için yüzde yirmisinin İşsizlik Sigortası Fonundan karşılanacağı hükme bağlanmıştır. Fondan bu geçici madde kapsamında aktarılan kaynakların Fona iade edileceğine ilişkin ise bir düzenleme bulunmamaktadır. Esasen Hazine tarafından karşılanması gereken bu teşvik tutarları doğrudan fona gider yazılarak fondan karşılanmaktadır.

Fonun amacı dışında kullanımının yolu 5763 sayılı kanunla 4447 sayılı kanuna eklenen geçici madde 6 ve 7 ile bu şekilde açıldıktan sonra, 5291 sayılı Kanunla 4447 sayılı kanuna yeni bir geçici madde daha eklenmiştir. Eklenen bu geçici 9 uncu maddede, 2009 yılının Nisan ayına ait prim ve hizmet belgelerinde bildirilen sigortalı sayısına ilave olarak, 31.12.2009 tarihine kadar, işe alınma tarihinden önceki üç aylık dönem içinde Sosyal Güvenlik Kurumuna verilen prim ve hizmet belgelerinde kayıtlı sigortalılar dışındaki kişilerden olmak kaydıyla işe alınan ve fiilen çalıştırılanlar için; prime esas kazanç alt sınırı üzerinden hesaplanan sigorta primlerinin işveren hisseleri, altı ay boyunca İşsizlik Sigortası Fonundan karşılanacaktır.

Torba kanun ile 4447 sayılı Kanuna eklenmesi öngörülen geçici 10 uncu madde, 2015 yılına kadar uzayan ve Bakanlar Kurulu Kararı ile 2020 yılına kadar uzatılabilecek olan yeni ve öncekilerden daha kapsamlı bir teşvik düzenlemesini içermekte ve işsizler için kullanılması gereken fon kaynaklarının bir kez daha patronlar için kullanılmasının önünü açmaktadır.

Bugüne kadar 47 milyar TL biriken İşsizlik Sigortası Fonu’ndan işsizler için (meslek edindirme kursları dahil) toplam 3,75 milyar TL harcanırken; sadece son iki yılda GAP ve karayolları için harcanan miktar 8,5 milyar TL’dir. Sırf bu rakamlar bile İşsizlik Sigortası Fonu’nun hükümet ve patronlar tarafından nasıl yağmalandığını göstermektedir.

Çalışma Bakanlığı’nın iddiası; Mahalli idarelerde istihdam edilen ihtiyaç fazlası işçilerin kanunda belirtilen kamu kanunlarına aktarılmaları işçilerimizin lehine olan bir uygulamadır.

Bilindiği üzere adrese dayalı nüfus kayıt sistemine geçilmesi üzerine bazı belediyelerin nüfusu büyük oranda azalmıştır. Bu belediyelerin merkezi idareden aldıkları pay da nüfusa paralel olarak azalmış personeli norm kadronun üzerinde olan belediyeler personel maaşlarım ödeme güçlüğüne düşmüşlerdir. Halen mahalli idarelerde 122.343 işçi norm kadrosu bulunmasına karşın 174.644 işçi çalışmakta, norm kadro fazlası 52.301 personel bulunmaktadır. Bu işçilerimiz de bir kısmı aylarca ücretlerini alamamakta aileleri ile birlikte geçim sıkıntısı yaşamaktadırlar. Bu durumun düzeltilmesi için sürekli olarak ilgili mercilere talepte bulunmaktadırlar.

Diğer yandan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca yürütülen toplum yararına çalışma programına en yoğun başvuru yapılan alanlardan biri de okulların temizlik hizmetlerinin yapılması olmuştur. Yapılan düzenleme belediyelerde uzun süredir mali imkânsızlıklardan dolayı maaşlarını alamayan işçilerin ihtiyaç duyulan ve maddede belirtilen kamu kurumlarına aktarılmasından ibarettir.

Böylece mahalli idarelerdeki ihtiyaç fazlası işçilerimiz kanunda gösterilen kamu kurum ve kuruluşlarına aktarılarak aylık ücretlerini, kıdem tazminatlarını ve diğer sosyal haklarını düzenli bir şekilde alabilmelerine imkân sağlanmaktadır.

Bu düzenleme ile belediyelerde hizmet alımı yolu ile taşeronlaşmanın yaygınlaşacağı yönündeki iddianın da hiçbir dayanağı bulunmamaktadır. Zira aktarılacak işçiler zaten mahalli idarelerdeki ihtiyaç fazlası işçiler olup, yerlerine işçi alınmayacağı gibi bu ayrılacak işçiler gerekçe gösterilerek ilave hizmet alımı yapılmasına müsaade edilmeyecektir.

GERÇEK: Bu düzenleme ile İl özel idareleri ile belediyelerde (bağlı kuruluşları hariç) çalışan sürekli işçi kadrolarında çalışan “ihtiyaç fazlası” işçilerin Karayolları, Milli Eğitim Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğünün taşra teşkilatındaki sürekli işçi kadrolarına atanması amaçlanmaktadır. Resmi verilere göre mahalli idarelerde 122.343 işçi norm kadrosu bulunmakta fakat, 174.644 işçi çalışmaktadır. Aradaki 52 bin kişilik fark “ihtiyaç fazlası” olarak belirlenmiş ve söz konusu “fazla”nın tasfiyesi için bu düzenleme yapılmıştır.

Düzenleme “İl özel idarelerinin sürekli işçi kadrolarında çalışan ihtiyaç fazlası işçiler, Karayolları Genel Müdürlüğünün taşra teşkilatındaki sürekli işçi kadrolarına, belediyelerin (bağlı kuruluşları hariç) sürekli işçi kadrolarında çalışan ihtiyaç fazlası işçiler, Milli Eğitim Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğünün taşra teşkilatındaki sürekli işçi kadroları ile sürekli işçi norm kadro dâhilinde olmak üzere ihtiyacı bulunan mahalli idarelere atanır.” denilerek merkez illerdeki il özel idaresi işçileri karayollarının taşra teşkilatına, belediye işçileri ise Milli Eğitim Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nün taşra teşkilatına “yardımcı hizmetli” olarak sürgün edilmek istenmektedir.

Bu düzenleme ile ayrıca ihtiyaç fazlası işçilerin tespitini yapmak üzere vali veya görevlendireceği vali yardımcısının başkanlığında, il emniyet müdürü, defterdar, il milli eğitim müdürü, Türkiye İş Kurumu il müdürü, Karayolları Genel Müdürlüğü bölge müdürü, il mahalli idareler müdürü ve işçi devreden işyerinde toplu iş sözleşmesi yapmaya yetkili işçi sendikası temsilcisinden oluşan bir komisyon kurulacağı belirtilerek, kimin ihtiyaç fazlası olacağında belediyelerin değil, AKP Hükümetinin belirleyici olacağı anlaşılmaktadır.

Çalışma Bakanlığı’nın iddiası; Memurların kurumlar arasında 6 aya kadar kamu yararı ve hizmet gerekleri gibi gerekçelerle geçici görevlendirileceği, memurların ve işçilerin başka kurumlara ödünç verileceği iddiaları da tamamen gerçek dışıdır.

Zira memurların geçici görevlendirilmelerini düzenleyen maddede bu geçici görevlendirmelerde memurun muvafakatinin aranacağı açıkça belirtilmiş, istisnai durumlar için kamu yararı ve hizmet gerekleri gözetilerek üstelik Devlet Personel Başkanlığının görüşü alınmak suretiyle geçici görevlendirme yapılabileceği belirtilmiştir.

Tasarıda norm kadrosu fazlası memurların ihtiyaç fazlası personel olarak 4/C statüsüne geçirilmesine yönelik bir düzenleme olmadığı gibi böyle bir niyette yoktur.

GERÇEK: Bu düzenleme hükümetin gerçek niyetini gözler önüne sermektedir. İş kanunundaki “ödünç işçilik” düzenlemesi ile paralel olarak hayata geçirilmek istenen bu düzenleme ile “ödünç memurluk” dönemi başlamaktadır. Devlet memurlarının kurumlar arası geçici görevlendirmesini düzenleyen maddede bir taraftan memurun onayı alınacağı belirtilirken diğer taraftan idareye “kamu yararı ve hizmet gerekleri” gibi son derece geniş anlamlar taşıyan bir ifadeyle memurun onayı dışında geçici görevlendirilmesinin, yani sürgüne gönderilmesinin önü açılmaktadır. Siyasi iktidar tarafından istenmeyen memurların sürgün edilmesine yol açacak bu düzenleme bir anlamda sürgünlerin yasal hale getirilmesi anlamına gelmektedir.

“Geçici süreli görevlendirmenin, memurların göreviyle ilgili olması şarttır.” İfadesi bulunmasına karşın bugüne kadar kadın öğretmenler ve hemşirelerin geçici görevlendirme ile cezaevlerinde “kadın gardiyan” olarak çalıştırıldığı bilinmektedir. Madde düzenlemesi kendi içinde ciddi çelişkiler taşımaktadır. 657 ile ilgili düzenlemeler içinde en tehlikeli madde olarak dikkat çeken bu düzenleme ile hakkını arayan, Hükümetin işaret ettiği sendikaya üye olmayan kamu emekçilerine resmen gözdağı verilmek istenmektedir.

Çalışma Bakanlığı’nın iddiası; Kanun tasarısı ile evden çalışma uzaktan çalışma ve çağrı üzerine çalışma biçiminde esnek çalışma modelleri getirilerek iş yaşamının esnek ve kuralsız hale getirildiği bu şekilde çalışanların eksik çalışmalarına ilişkin primlerini ceplerinden Ödeyecekleri, sağlık sigortasından yararlanamayacakları, asla emekli olamayacakları, gelirinin %12 si oranında prim ödemeyenlerin sağlık hizmetlerinden yararlanamayacakları, kadın emeğinin sömürüleceği yönündeki iddialar da kamuoyunu yanlış ve yanlı bilgilendirmeye yönelik tamamen gerçeklerden uzak iddialardır.

“Çağrı üzerine çalışma” yeni getirilen bir çalışma modeli değil halen İş Kanununda mevcut olan bir çalışma şeklidir. Çağrı üzerine çalışmanın yeni getiriliyormuş belirtilmesi dahi ortaya atılan iddiaların asılsızlığının ve önyargılığın bir göstergesidir.

Bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de gelişen teknolojik imkânlar ve çalışma hayatındaki yemlikler nedeniyle ortaya çıkan evden çalışma ve uzaktan çalışma olarak tâbir edilen çalışma şekillerine yönelik şu anda her hangi bir düzenleme olmadığından bu şekilde çalışanlar bu gün kayıt dışı çalışmakta dolayısıyla sosyal güvenceden ve İş Kanunundan kaynaklanan güvencelerinden yoksun bulunmaktadırlar.

Yapılan düzenleme ile hali hazırda evden çalışma ve uzaktan çalışma yöntemine göre çalışanlar hukuki güvence ve kayıt altına alınmakta, İş Kanunundan ve sosyal güvenlik mevzuatından kaynaklanan bütün haklardan yararlanabilmelerine imkân tanınmaktadır.

Kısmi çalışanların çalışmadıkları günlere ilişkin sigorta primlerini yatırmalarına imkân sağlanarak iddiaların aksine zamanında emekli olabilmelerine imkân sağlanmaktadır. Bugün ayda 16 gün çalışan kısmi süreli çalışan bir işçinin emeldi olabilmesi için 60 yıl çalışması gerekmektedir. Yapılan düzenleme ile kısmi süreli çalışanlara da tam sureli çalışanlarla aynı süre ve şartlarda emekli olma imkânı getirilmektedir.

GERÇEK: İş Kanununda yer alan ve esnek çalışma modellerinden olan çağrı üzerine çalışmaya ek olarak “evden çalışma” ve “uzaktan çalışma” adı altında yeni esnek çalışma biçimleri eklenmektedir. Bu düzenleme ile amaçlanan insan onuruna yaraşır nitelikli ve güvenceli işler yaratmak yerine, çalışma sürelerinin esnekleştirilmesi ve mekânsal esneklik uygulamaları ile yeni esnek çalışma biçimlerinin önünün açılmasıdır.

4857 sayılı İş Kanunumuzda çalışma süreleri, fazla çalışma, fazla sürelerle çalışma, zamlı ücret yerine serbest zaman uygulaması seçeneği, denkleştirme yöntemiyle yoğunlaştırılmış iş haftası uygulaması, telafi çalışması ve kısa çalışma gibi çok sayıda esnek çalışma yöntemi vardır. Kısmi süreli çalışmaların düzenli ve güvenceli çalışmalara göre işçilerin aleyhine olduğu herkes tarafından bilinen bir gerçektir.

4857 sayılı İş Kanununda (İK); işçinin normal haftalık çalışma süresinin, tam süreli iş sözleşmesiyle çalışan emsal işçiye göre önemli ölçüde daha az belirlenmesi durumunda sözleşmenin kısmî süreli iş sözleşmesi olacağı (İK.m.13); kısmî süreli iş sözleşmesi ile çalıştırılan işçinin, ayırımı haklı kılan bir neden olmadıkça, salt iş sözleşmesinin kısmî süreli olmasından dolayı tam süreli emsal işçiye göre farklı işleme tâbi tutulamayacağı (İK.m.5/2 ve 13/2), kısmî süreli çalışan işçinin ücret ve paraya ilişkin bölünebilir menfaatlerinin, tam süreli emsal işçiye göre çalıştığı süreyle orantılı olarak ödeneceği (İK.m.13/2); emsal işçinin, işyerinde aynı veya benzeri işte tam süreli çalıştırılan işçi olacağı, işyerinde böyle bir işçi bulunmadığı takdirde, o işkolunda şartlara uygun işyerinde aynı veya benzer işi üstlenen tam süreli iş sözleşmesiyle çalıştırılan işçinin esas alınacağı (İK.m.13/3); işyerinde çalışan işçilerin, niteliklerine uygun açık yer bulunduğunda kısmî süreliden tam süreliye veya tam süreliden kısmî süreliye geçirilme isteklerinin işverence dikkate alınacağı ve boş yerlerin zamanında işçilere duyurulacağı belirtilmektedir.


Bu düzenlemeye göre tam süreli işçiye uygulanan İş Kanunu hükümleri kısmi süreli çalışanlara da uygulanacaktır. Ancak ayrım yapmayı haklı kılan nedenlerin olması halinde farklı uygulamaya tabi olabilmeleri kaçınılmazdır. Bu durumda çağrı üzerine, uzaktan ya da evden çalışan işçiler; özellikle ücret, tazminat, ikramiye vb. ödemelerden çalıştığı süreyle ilgili olarak orantılı bir şekilde daha az yararlanacaklardır.

Çalışma Bakanlığı’nın iddiası; Tasarının genelinde kadınlarımız için getirilen düzenlemelerin göz ardı edilerek kadın emeğinin sömürüleceği iddialarında bulunmak en hafif tabirle insafsızlıktır. Evlerinden firmalara parça başı vb. iş yapan kadınlarımız tasarı ile kayıt altına alınmakta, sosyal güvenceye ve iş kanunundan kaynaklanan diğer bütün bak ve güvencelere kavuşturulmaktadır. Ayrıca kadın istihdamına yönelik teşvikler getirilmekte, bu çerçevede kadınlarımızın sigorta işveren prim payı 54 aya kadar süreyle devlet tarafından karşılanmaktadır. Ayrıca, erken doğum (prematüre) yapan kadınlarımıza doğum öncesi izinlerini doğum sonrası kullanma imkânı verilmektedir. Kamuda çalışan kadınların emzirme izinleri ilk 6 ay için günde 3 saate sonraki 6 ay için günde 1,5 saate çıkarılmaktadır.

GERÇEK: Çalışma Bakanlığı kendi alanındaki işgücü verilerinden haberdar değildir. Türkiye’de kadınların işgücüne katılma oranı yüzde 26’dır. Türkiye’deki işgücünün sadece yüzde 29’u kadındır ve bu kadınların yüzde 60’ı kayıt dışı çalışmaktadır. OECD’nin verilerine göre Türkiye’de çalışan kadınların yaklaşık yüzde 20’si kısmi süreli çalışmakta, dolayısıyla ücretinden sosyal haklarına kadar her haktan “yarım” yararlanmaktadır. Kadınların esnek, kuralsız ve güvencesiz çalıştırılmasını “kadın istihdamını arttırmak” olarak değerlendirmek ancak bugünkü iktidar zihniyetinin aklına gelebilecek orijinallikte bir fikirdir. Erken doğum yapan kadınların doğum öncesi izinlerinin daha önce kullandırılmamış olması ise kadınların değil, bu alanda bugüne kadar düzenleme yapmamış olan AKP hükümetinin ayıbıdır.

Çalışma Bakanlığı’nın iddiası; Meslek lisesi Öğrencileri, meslek yüksek okulu öğrencileri ve çıraklık okulu öğrencilerinin aynı kategori içine sokulacağı stajyerlik uygulamasıyla bunların mağdur edileceği yönündeki iddialarda tamamen gerçeklerden uzaktır.

Tasarıda çırakların mevcut durumunu değiştiren hiç bir düzenleme yer almamaktadır. Hali hazırda mesleki öğrenim gören öğrencilerin staj imkânı hemen hemen hiç yokken, staj yapanlara doğru dürüst ücret ödenmezken hatta staj yapabilmek için öğrenciler işyeri bulamazken staj imkânının geliştirilebilmesi için 10 personel çalıştıran işyerlerinde de öğrencilerin staj yapabilmelerine imkan tanınmaktadır. Ayrıca, meslek yüksek okullarının öğrencilerine ve mesleki teknik eğirim veren yüksek okulların Öğrencilerine de staj imkanı getirilmekledir. Mesleki eğitim veren okullarda staj eğitim eğitimin bir parçası olup kapsamın genişletilmemesi halinde gerekli biçimde eğitim almaları mümkün olmayacaktır.

GERÇEK: Mesleki eğitim yaptıracak işletme sayısının yetersizliği öne sürülerek, 20 ve daha fazla personel çalıştıran işletmeler için var olan staj yaptırma yükümlülüğünün daha az personel çalıştıran işyerlerini de kapsayacak şekilde genişletilmesi sağlanmıştır. Bu düzenleme, kapsam dışına çıkmak isteyen işletmeleri kayıt dışı istihdama yönlendirecektir. Komisyon aşamasında dile getirilen eleştiriler üzerine, önceden belirlenen 5 rakamının 10’a çekilmesi ve gerektiğinde bu sayının 5’e düşürülmesi konusunda Bakanlar Kuruluna yetki verilmiştir. Hükümet meslek liseleri öğrencilerinin staj yapma olanaklarını arttırdığını iddia etse de, diğer maddelerde yapılan değişikliklerle özellikle staj ücreti bakımından şu anda brüt asgari ücretin üçte ikisi ödeniyorken, yapılan değişiklikle stajyerlerin asgari ücretin net tutarının üçte biri kadar ücret almaları öngörülmüştür.  
Meslek liselerinde öğrenciler son sınıfta iki gün okula, üç gün ise alanlarındaki işletmelerde staja gitmektedirler. Kanun yasalaştığı takdirde patronlar stajyerleri daha fazla ve daha ucuza çalıştırma imkânına sahip olacaklardır. Sermaye açısından ucuz iş gücü olarak görülen gençler, işçilerin yerine kendi alanları olmayan konularda uzun saatler çalıştırılacak ve artık, eskiye kıyasla daha çok işyerinde ucuz emek sömürüsü yaşanacaktır. 

Çalışma Bakanlığı’nın iddiası; Deneme süresinin 2 aydan dört aya çıkarılması işçilerin bu süredeki ücretlerine, izin haklarına, ihbar tazminatına hiçbir etkisi bulunmamaktadır.

Kaldı ki bu düzenleme hali hazırdaki kanunda da mevcut olup toplu iş sözleşmesi ile bütün işçiler için dört aya kadar arttırılabilmesine yönelik hüküm bulunmaktadır. Tasarı ile bu husus ilk defa işe girenler içinde dört ay olabilecek şekilde düzenlenmektedir, tik defa işe girecekler için deneyimin nedenli önemli olduğu açıktır. İşverenler işe alacakları işçilerin deneyim sahibi olmalarını tercih etmektedir- Nitekim genç işsizliği oranı ortalama işsizlik oranının oldukça üzerindedir. Böylece ilk defa İşe girecek olanların istihdamı kolaylaştırılmaktadır.

GERÇEK: İş Kanununun 15 inci maddesi, taraflarca iş sözleşmesine bir deneme kaydı konulduğunda, bunun süresinin en çok iki ay olabileceğini, toplu iş sözleşmeleriyle dört aya kadar uzatılabileceğini hükme bağlanmıştır. Meclis Genel Kurulundaki metin deneme süresinin ilk defa işe girenler için en çok dört ay olabileceğini öngörmektedir. İş hukukunda yer alan deneme süreli iş sözleşmesi; işverenin işçinin bilgi, yetenek ve kişiliğini tanımaya; işçinin de çalışma koşullarının kendisine uygun olup olmadığını öğrenmeye olan ihtiyacından doğmuştur. Bu açıdan bakıldığında, 2003 yılında İş Kanunu yasalaşırken iki aylık deneme süresinin bu amaçları karşılamaya yeteceği, gerekirse toplu iş sözleşmesi ile bu sürenin dört aya kadar uzatılabileceği kabul edilmiştir.

Tasarı ile fazla çalışma ücreti ödenmeyecek biçimde denkleştirme döneminin turizm sektörü için iki aydan dört aya çıkarılması, bu maddedeki deneme süresinin uzatılması ile birlikte değerlendirildiğinde, turizm sektörüne ciddi bir işgücü kıyağı yapıldığı anlaşılmaktadır.

Çalışma Bakanlığı’nın iddiası; İşçi şikâyetlerinin müfettişler eliyle değil de Belge müdürlüğü memurları eliyle İncelenmesinin denetimsizliği arttıracağı işçinin temel haklarının bağımsız iş müfettişlerinden alınarak bakanlık personeline verilmesinin denetimsizliği arttıracağı yönündeki iddialarda tamamen gerçeklerden uzaktır.

5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 10 uncu maddesinde yer alan hükme istinaden vuku bulan işçi şikâyetleri hâlihazırda Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı iş müfettişleri tarafından incelenmekte ve sonuçlandırılmaktadır. İşçi şikâyetleri çok çeşitli konularda olabilmektedir. İşyeri ve çalışma şartlarına, iş şartlarına, iş sağlığı ve güvenliği önlemlerine, sigorta işlemlerine ilişkin şikâyetler olduğu gibi, İşçilerin mali haklarına ilişkin şikâyetler de yoğun bir şekilde Bakanlığa intikal etmektedir.

Özellikle ekonomik kriz dönemlerinde, işyerlerinin kapanması ya da istihdamda daralmaya gidilmesi sonucu, işten çıkarılan işçilerin, işverenleri ile aralarında çıkan iş uyuşmazlıklarının idari yönden çözümü için bakanlık bölge müdürlüklerine çok yoğun başvuru olmaktadır.

Asli görevleri işyeri denetimi olan iş müfettişlerince iş sözleşmesi sona ermiş işçilerin iş sözleşmesinden kaynaklanan kişisel alacaklarına ilişkin şikâyetlerinin incelenmesi, bu incelemenin işyeri denetimini gerektirmemesi, belgeye dayalı incelemeler olması nedeniyle tam anlamıyla bir teftiş ve denetim faaliyeti olmayıp, bu şikâyetlerin sonuçlandın İmaya çalışılması, bugünkü haliyle hem uzun zaman almakta hem de iş müfettişlerinin asli görevleri olan işyeri denetimlerinden geri kalmalarına neden olmaktadır.

Öte yandan çalışma hayatında emeğin karşılığı ve tek gelir kaynağı olan ücreti ile geçinen işçilerin, iş sözleşmesinden kaynaklanan bireysel alacakları ile ilgili şikâyetlerinin en kısa zamanda çözülmesi veya en azından yol gösterilmesi bu kişiler açısından da büyük önem arz etmektedir. Nitekim 2009 yılında işçi şikayetleri bölge müdürlükleri aracılığıyla çözümlenmesine yönelik düzenleme yapılmış ve 40.000 civarındaki işçi şikayeti kısa sürede sonuçlandırılmış ve işçi şikayetlerini sonuçlandırma süresi 15 güne kadar düşürülmüş ancak yasal boşluk nedeniyle bu sürecin kesintiye uğraması bu düzenlemeyi zorunlu kılmıştır.

Yapılan düzenleme ile iş sözleşmesi fiilen sona eren işçilerin Kanundan, iş ve toplu iş sözleşmesinden doğan bireysel alacaklarına ilişkin işçi şikâyetlerinin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bölge müdürlüklerince incelenebilmesine imkân tanınarak iş müfettişlerinin asli görevleri olan işyerlerinin teftiş ve denetimine yoğunlaşmaları, öte yandan işçi şikâyetlerinin hızlı bir şekilde sonuçlandırılması amaçlanmaktadır.

Görüleceği üzere bütün bu İddialar asılsız, mesnetsiz, önyargılı mülahazalarla ortaya atılmış, yanlış, yanlı, iyi niyetten yoksun iddialar olup, bazı kesimlerin şimdiye kadar yaptıkları gibi vatandaşlarımız için yapılmış ve yapılması düşünülen bütün iyileştirmelere karşı çıkmayı refleks haline getirmiş olmalarının bir sonucudur.

GERÇEK: Çalışma Bakanlığı bu iddiası ile tam bir demağoji örneği sergilemektedir. “İşçi şikâyetlerinin iş müfettişlerinden alınarak düz memurlara inceletilmesi” ile ilgili madde hem anayasaya hem de Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Sözleşmelerine aykırıdır.  Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer bu düzenlemeyi daha önce bir yazıyla yapmaya çalışmış, ancak uygulama Danıştay tarafından iptal edilmiştir.

Çalışma Bakanlığı işçi şikâyetlerinin giderek yoğunlaşması karşısında iş müfettişlerinin çalışma olanaklarını iyileştirmek yerine, 2009/10 sayılı genelge ile İş Yasası’na aykırı olarak “iş sözleşmesi sona eren” işçilerin şikâyetlerini, iş hukuku konusunda hiçbir bilgisi olmayan memurlara inceletmeye başlamıştır. Genelgenin uygulandığı dönemde memurların bütün yaptığı iş; işverenin işçi alacağını kabul etmemesi halinde işçiye iş mahkemesine başvurması gerektiğini bildirmek olmuştur.

81 No’lu ILO sözleşmesine göre işçiler ya da sendikalar tarafından yapılan şikâyetlerin; işçinin iş sözleşmesi sona ermiş olsa da, işçi halen işyerinde çalışıyor olsa da, iş denetim birimi, yani iş müfettişleri tarafından inceleneceği belirtilmektedir. Yine hatırlanacağı gibi Anayasanın 90. maddesine göre, “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir.” Tasarı maddesi bu haliyle 81 No’lu ILO Sözleşmesi’ne ve anayasanın 90. maddesine aykırıdır, kanunlaşsa bile iç hukukta uygulanma olanağı yoktur. Çalışma Bakanlığı açıkça Anayasaya aykırı bir düzenlemeyi savunarak suç işlemektedir.

SONUÇ OLARAK: Yukarıda ifade edildiği gibi kamuoyunu asıl yanlış bilgilendireni, işçi ve emekçileri gözlerinin içine baka baka kandıran sendika ve konfederasyonlar değil, bizzat Çalışma Bakanlığı’dır.

Kamuoyuna saygı ile duyurulur
KESK YÖNETİM KURULU